29 Ekim 2011 Cumartesi

Ayşenil Şamlıoğlu'nun yapamadığı, Hilmi Zafer Şahin'in oyunlaştıramadığı, Can Doğan'ın yönetemediği, Arda Aydın'ın oynayamadığı garip bir şey izledim!

Hilmi Bulunmaz
29 Ekim 2011


Arda Aydın, bende olumlu düşünceler gelişmesine neden olan biri. Arda Aydın, birkaç gün önce, "Ben Çok Sıkıldım Bundan" başlıklı çok kısa bir yazı yazmış ve yazıda şöyle bir ifade kullanmıştı:

"Her yerde açıklamalar, twitter’da lanetlemeler, Facebook’da kınamalar, küfürler… yapılamayacak her şey sosyal medyayı çöplüğe çevirmiş. Ama kimsenin kılı kıpırdamıyor." (Bakınız: tiyatrodunyasi.com)

Arda Aydın'ın bu çok kısa yazısı ve bu yazıdan alıntı yaptığım yukarıdaki ifade, benim çok hoşuma gitmişti.

***

LİNÇÇİ ve resmî tiyatro eleştirmenlerinin asla ve kesinlikle kaleme alamadıkları "özgün" eleştiriler yazan Melih Anık, "Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi (İBBŞT) ve Arda Aydın" başlıklı bir yazı yazmış ve bu yazı, tamamıyla olmasa da, büyük oranda hoşuma gitmişti.

Melih Anık'ın kaleme aldığı yazıdaki şu paragraf, beni günlerce düşündürdü:

"Öte yandan bu kurgunun Saba’nın dünyasını tam olarak yansıttığını da söylemek mümkün değil. Zira cümlelere dokunulmamış ama hikâyeler birbiri içine geçirilerek eskilerin tabiriyle insicam(düzgünlük, uyum, bütünlük) bozulmuş. Bir hikâye ile başlanıyor bir ara bakıyorsunuz başka bir hikâyeden bir paragraf ya da cümle katılmış araya. Gördüğüm kadarıyla olay anlatımına önem verilmiş, söylem didaktik, duygu yok olmuş. Ayrıca Saba’nın daha önde olan şairliği de ortaya çıkmamış, yazık olmuş. Bu gösteri ile ilgili benim vurgulamak istediğim husus 'kitabî' oluşudur, 'sahne dili'nin olmayışıdır."

***

Üstüne üstlük, bir de Zaman Gazetesi'nin Internet sitesindeki "Ziya Osman Saba ile hikâyelerimiz aynı" başlıklı yazıyı okuyup, bu yazıyı sitemize taşımakla birlikte, bir de "sunuş yazısı" yazdım ve o yazıda şu sözleri söylemeden edemedim:

"Ben, hem Melih Anık'ın 'Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi' hakkında yazdıkları ve hem de aşağıda okuyacağınız yazı sonrası, tüm yoğunluğuma ve yorgunluğuma karşın, üstüne üstlük yarın, LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı ile ilk hukuk maçımıza çıktıktan sonra bir de İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda bir oyun izleyeceğim.

Ben, bütün bunların yanı sıra, hemen ertesi gün, yani 28 Ekim 2011 Cuma günü Fatih Reşat Nuri Güntekin Sahnesi'ndeki
'Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi' için üç kişilik (kendim, oğlum ve işçi arkadaşım için alınmış) biletimizi şimdiden cebimize yerleştirivermenin tatlı huzurunu yaşıyorum."

***

Neyse...

Yapım sahiplerinin söylemiyle "oyun", Melih Anık'ın söylemiyle "gösteri" sürerken, bu "şey"i tanımlamaya büyük bir çaba harcadım ve ben, bunun, kitaba bakmadan yapılan bir "okuma tiyatrosu" olduğuna karar verdim.

Yazarının Ziya Osman Saba olduğu iddia edilen bu "okuma tiyatrosu", yeni bağlamına oturtulurken, Ziya Osman Saba'dan hızla, hem de şimşek hızıyla uzaklaşıp, garip bir "şey" hâline gelmiş. Her ne kadar, Ziya Osman Saba'nın sözlerine zerre kadar bile dokunulmamış gibi yapılsa da, yazılı ifadede bir virgülün, sözlü ifadede bir soluğun bile çok büyük bir işlevi bulunduğunu duyumsayan insanlar, bu oyunu izlediklerinde ne demek istediğimi daha iyi anlayacaklardır.

Küçük hikâyeler yazmasının yanı sıra, özellikle şair yanı çok daha önemli ve kuşatıcı olan Ziya Osman Saba'ın düşünsel silueti sahneye taşınırken, "Mesut İnsanlar Fotoğrafhanesi" gibi bir öyküsünden değil, "Yedi Meşaleciler"den biri olarak, bir şiirinin adıyla bir sahne yapıtı üretilmeliydi. Bunun yanı sıra, özellikle Cahit Sıtkı'nın kendisine yazdığı ve daha sonra "Ziya'ya Mektuplar" olarak kitaplaştırılmış ve derin edebiyat zevki aşılayan yazılara da, geniş ve gerekli yer verilmeliydi.

Sözün burasında, Cahit Sıtkı Tarancı tarafından yazılmış ve Can Yayınları'nca basılmış "Ziya'ya Mektuplar" kitabının arka kapak yazısını sunalım:

"'Babacığım, hayatta muvaffakiyet yalnız aç kalmamakta değildir. Asıl muvaffakiyet göçüp gittikten sonra ardında bir eser bırakmaktır. Bu eseri meydana getirmek için saadeti memnu telâkki etmeli. Benim de çizilmiş bir mefkürem vardır. Ben, her şeyden evvel, yaşamış olduğuma delil için, bir eser meydana getireceğim.'

Edebiyatımızın kült şairlerinden Cahit Sıtkı Tarancı, Galatasaray Lisesi'ndeki öğrencilik yıllarından başlayarak, önce sıra arkadaşı, sonra büyük dostu ve dert ortağı olmuş Ziya Osman Saba'ya sayısız mektup yazdı. Bu mektuplarda Tarancı'yı bütün insanî yönleriyle gördüğümüz gibi, iki büyük şairin birbirlerinin şiirine nasıl yaklaştıklarına, özellikle Tarancı'nın Saba'nın şiirlerini nasıl yakından incelediğine de tanık oluyoruz. Ziya'ya Mektuplar, öncelikle, Türk şiirinin en önemli poetik çalışmalarından biri olarak okunmalıdır."

"Yedi Meşaleciler" olarak ortak yayınladıkları "Yedi Meşale" yazıcılarının (Cevdet Kudret, Kenan Hulusi, Muammer Lütfü, Sabri Esat, Vasfi Mahir, Yaşar Nabi, Ziya Osman) toplumsal ve yazınsal ilişkileri de anlaşılır ve derinlikli bir biçimde sahne yapıtına eklenmeliydi. Daha sonra yayınlanan "Yedi Meşale" adlı dergi de mutlaka gündeme getirilmeliydi.

Daha birçok yaşanmışlıklarının sahneye taşınabileceği Ziya Osman Saba, her ne kadar küçük burjuva duyarlılıklara hizmet eden bir fâni olsa da, insanlığın oluşturduğu kültür mozaiği içerisinde kendine özgü bir yer edinmiş bir şair olarak, tabii ki, sahne diliyle halka götürülmesi gereken bir şair ve yazar.

Ancak...

Bunu yaparken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın yaptığı gibi, "lâf olsun, torba dolsun" mantığıyla yada "dostlar alışverişte görsün" düşüncesiyle değil, toplumbilimsel irdelemeyle yapılması gerekir.

Her ne kadar Arda Aydın'ın yoğun bir çaba harcaması söz konusu olsa da, "okuma tiyatrosu"nun seçimi, kurgulanması, dramaturjisi ve rejisi için hiçbir şey söyleyemiyorum.

Çünkü...

Arda Aydın'ın yoğun çabası bile, sahnede izlenen "şey"in, hiçbir tiyatral boyutu olmadığını asla ve kesinlikle unutturamıyor. Bu "şey"i izleyenlere büyük geçmiş olsun. Onlara acil şifâlar dilerim.