Dünya, Batı-Doğu ve Güney-Kuzey olarak, tam ortasından ikiye bölünmüş durumda. Dünyanın Batı bölgesindeki ülkeler, sömürgeciliklerini sürdürürlerken, Doğu bölgesindekiler, sömürülmeye devam ediyorlar. Dünyanın Güney bölgesindekiler, Kuzey bölgesindekilerin kırbacı altında inim inim inliyorlar.
Libya, Amerika Birleşik Devletleri'nden bakıldığında Doğu'da ve Avrupa Birliği'nden bakıldığında Güney'de konuşlanmış cografyasıyla, emperyalizm tarafından iliğine dek sömürülen bir ülke.
Bizdeki liberal ve kıçındaki boku kurutmaktan yoksun yarı aydınların karşı çıktığı Kaddafi yönetimi, tüm aksaklıklarına, tüm eksikliklerine, tüm hatâlarına, tüm yanlışlarına karşın, Amerikan Emperyalizmi'ne kafa tutan bir politikaya sahipti.
Şimdi...
Kaddafi, iğrenç bir LİNÇ hareketiyle öldürülüp, Kaddafi'nin "halkçı" politikası sona erdi. Artık, kulaklarındaki Hillary Clinton kahkahalarıyla hayatına devam eden tatlısu aydınları, rahat rahat düşlerine sarılıp uyumaya devam edebilirler.
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz
***
Kaddafi'nin Çağrı ve Çöl Aslanı hatırı!
Uzun süre direndiği, NATO destekli muhaliflerin vahşice linç ederek öldürdüğü Kaddafi, İslam dünyasının ortak belleğinde derin izler bırakmış iki esere imza attırmıştı.
Yeni Şafak Gazetesi'nin sinema yazarı Ali Murat Güven, linç edilerek öldürülen eski Libya Lideri Muammer Kaddafi'nin, İslam dünyasının sinemadaki iki önemli başyapıtı olan "Çağrı" ve "Çöl Arslanı Ömer Muhtar" filmlerinin baş finansörü olduğunu hatırlatarak, "Bana göre, sırf bu gerekçeyle bile, böylesine vahşi bir sonu asla hak etmiyordu." dedi.
Güven ayrıca Kaddafi'nin Kıbrıs savaşı zamanında Türkiye'nin yanında yer alarak, "Ordum, katillere karşı verdiği bu kutsal mücadelede Türkiye'nin emrindedir" açıklamasını yaptığını da kaydetti.
Güven'in yazısından ilgili bölüm şöyle:
Gerçeği görebilecek kadar basiret sahibi olanlar için, söz konusu fotoğrafta ne "Batı tipi bir özgürlükçü demokrasi" var, ne de "şeriat hukuku"... Her ikisinin de fersah fersah uzağında bir "bedevî vandalizmi" görüyorum ben bu kareye baktığımda... Batı emperyalizminin, Müslüman beldelerinde sona ermesini asla arzu etmediği türden bir "İslam soslu bedevi-Arap ilkelliği" akıyor o cep telefonu fotoğrafının her pikselinden...
Linç edilmiş bu adamın adı Muammer Muhammed Ebû Munyar El-Kaddafi'ydi ve ardı ardına sıralanabilecek düzinelerce sıfatına, olumlu-olumsuz özelliğine ek olarak, İslam dünyası halklarının ortak belleğinde derin izler bırakmış iki büyük sinema başyapıtı, 1976 tarihli "Çağrı" ve 1980 tarihli "Çöl Arslanı Ömer Muhtar"ın da baş finansörüydü. Bana göre, sırf bu gerekçeyle bile, (ona değil, asıl onu katledenlere utanç vermesi gereken) böylesine vahşi bir sonu asla hak etmiyordu.
Nitekim, o da -öyle ya da böyle- hayatını adadığı bir halkın kendisine karşı dünya hayatının perdelerini kapatırken sergilediği inanılmaz "düşük"lüğün farkındaydı; bu yüzden son nefesini vermeden önce umutsuzca "Yapmayın, bu yaptığınız şey haramdır" diye bağırmaya çalıştı. Fakat, emperyalizm ve onun yerel işbirlikçilerinin "helal"i de "haram"ı da kaale alacak sabırları kalmamıştı artık...
1970'lerin başlarında akıl baliğ olanlar, şimdi söyleyeceklerimi de çok iyi hatırlayacaklardır hiç kuşkusuz... O dönemdeki teknik ve lojistik imkanları son derece sınırlı olan, kırık dökük durumdaki ordusuyla Kıbrıs'ta soydaşlarını kesin bir soykırımdan kurtarmaya giden Türkiye'ye, koskoca İslam dünyasından dişe kovuğa gelir tek destek mesajı, yine bu linç edilmiş adamdan gelmişti. Subaylık eğitiminin bir bölümünü Türkiye'de, Kara Harp Okulu'nda görmüş olan Kaddafi, omuzuna simgesel de olsa uçak mermilerini alıp, onları uçaklara yüklerken çekilmiş fotoğrafları eşliğinde, "Ordum, katillere karşı verdiği bu kutsal mücadelede Türkiye'nin emrindedir" açıklamaları yapıyordu medyaya. Ondan dolayıdır ki 1970'ler boyunca Anadolu topraklarında çok güçlü bir Kaddafi sevgisi yayılacak, pek çok baba oğluna ikinci isim olarak "Muammer" ya da "Kaddafi"yi layık görecekti.
(Kaynak: habervaktim.com)