4 Ağustos 2011 Perşembe

Süleyman Anıl'ı kullanarak Hilmi Bulunmaz'ı tehdit ettiren Shakespeare çocuğu ve LİNÇÇİ Kemal Aydoğan, Shakespeare'le yatıp, Shakespeare'le kalkıyor!

Shakespeare çocuğu ve LİNÇÇİ Kemal Aydoğan


***


Sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz, kendisine noter onaylı ihtarname gönderen, kendisini savcılığa şikâyet eden, kendisini mahkemeye veren LİNÇÇİ Oyun Atölyesi'nin patronu ve "Shakespeare çocuğu" Nihat Haluk Bilginer'in "7 Şekspir Müzikali" gösterisini izlemek için, taaa LİNÇÇİ Oyun Atölyesi'nin izbe ve insana hiçbir estetik duygu yüklemeyen salonuna dek gidip "7 Şekspir Müzikali" gösterisini ("Shakespeare çocuğu" Nihat Haluk Bilginer'in "bodyguard"ları eşliğinde) kare kare izledi; devrimci tiyatro izleyicilerinin bu iğrenç ve bu ahlâksız gösterinin tuzağına düşmemeleri için, bu iğrenç ve bu ahlâksız gösteriyi tüm cepheleriyle yazdı...


***


LİNÇÇİ Oyun Atölyesi'nin izbe mekânında sergilenen "7 Şekspir Müzikali" gösterisinde bol bol küfür var. (Örnekse, orospu çocukları...) Kültür Bakanlığı, orospu çocuğu küfürlerini teşvik etmek için, LİNÇÇİ Oyun Atölyesi'ne Kültür Bakanlığı çanağı yalatıyor!

LİNÇÇİ Oyun Atölyesi'nin izbe mekânında sergilenen "7 Şekspir Müzikali" gösterisinde oldukça büyük, oldukça kalın ve oldukça dikkat çekici boyutlarda yapay erkeklik organı takan şarlatan kızlar var. Kültür Bakanlığı, bu oldukça büyük, bu oldukça kalın ve bu oldukça dikkat çekici boyutlardaki yapay erkeklik organlarının zavallı halka gösterilmesi için, Kültür Bakanlığı çanağı yalatıyor!

LİNÇÇİ Oyun Atölyesi'nin izbe mekânında sergilenen "7 Şekspir Müzikali" gösterisinde havada uçuşacak kadar çok sayıdaki kadın iç çamaşırlarını belirtebilecek kadar atik davranamadığım için, bu konuda tam ve net bir sayı veremiyorum! Kültür Bakanlığı, tiyatro sanatıyla değil, erotik gösteri "sanatıyla" ilgili olan tüm bu saçmalıklar için, tam tamına 66.000 TL avanta veriyor. Benim, halkımın, tüyü bitmemiş yetimin verdiği vergilerle beslenen Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı, hiç utanmadan, hiç sıkılmadan, küfrü ve "erotik show"u teşvik etmeyi sürdürüyor!

Tamamını okumak için, mutlaka, ama mutlaka aşağıdaki linki tıklayınız:




***


"Shakespeare'in ahlakdışı dünya görüşü, değersiz, sanatla ilgisiz, yalnızca ahlakdışı da değil, doğrudan doğruya ahlaksız şeyler üretmiş!"


Tolstoy diyor ki:

(Türk tiyatro yazarı / HB) "En önemlisi de Shakespeare'in bütün yapıtlarından yayılan ahlakdışı dünya görüşünü benimseyerek iyiyi kötüden ayırma yeteneğini yitirir. Böylece de değersiz, sanatla ilgisiz, yalnızca ahlakdışı da değil, doğrudan doğruya ahlaksız şeyler üretmiş bir yazarı yüceltme yalanı yapacağını yapmış, vuracağı ölümcül darbeyi vurmuş olur."

(Bkz: Tolstoy, Sanat Nedir?, çev. Mazlum Beyhan, İş Bankası Yayınları, s. 375)


***


(...)

SAĞLAM - Aynı gelenekten geliyoruz. Bu gelenekten beslendiğini de açık ve net şekilde söylüyorsun. Seni farklılaştıran, ötekileştiren –iyi ve olumlu anlamda- bu yaklaşıma yeni sunumlar ve zenginlikler getirmen. Kendi kültürüne ait bir oyuna değil, farklı kültüre ait bir oyuna da bu geleneği başarıyla ulamlayabiliyorsun. Yani Shakespeare’i Anadolu Dramatik Köy Seyirlik Oyunları ile buluşturuyorsun. Önemli olan yaptığının yama olarak görünmemesi. Sırıtmayan ve çok modern bir yorum şekliyle asal öğe görünümü; hoş ve lezzetli bir tat veriyor. Bu kültürel buluşturmandan biraz bahseder misin?

AYDOĞAN - Bir kere seyirlik oyunlar, ya da bizim seyirlik dünyamız, bir oyun oynama biçimi öneriyor. Bir dil öneriyor. Shakespeare'e de bir halk kültürü hakim. Çok fazla halk kültürü öğelerine rastlanılıyor. Bu benim tespitim değil, Shakespeare araştırmacılarının tespiti.

SAĞLAM - Erkeklerin kadın rollerini oynaması bizim geleneğimizde de var olan, önceliği olan bir şey…

AYDOĞAN - Tabii! Oyunu seyirciye açması gibi. Mesela, ben “Macbeth”te çok fazla Brechtyen özellikler gördüm. Karakterin kendi hakkında bilgi verirken, kendi kötülüğünü seyirciye onaylatması gibi… Enteresan… Anlaşalım diye epik diyeyim, onun nüveleri olan bir dünya. Halk kültürü nüveleri olan bir dünya. Şarkısı, türküsü olan bir dünya… Yine Türkiye’de tiyatronun, Türk Tiyatrosu’nun kuruluşu diyeyim, o aksayan ayağının ürettiği bir yanılsamadan dolayı biz Shakespeare'i çok elit, çok yukarda, çok yüksek bir yere koyduk. Kendi adıma, okuldan hatırlıyorum, Shakespeare'in yanına yaklaşmak çok da mümkün değildi benim için. Zaten şöyle bir ön koşuldan hareket ediliyordu “Ben bunu zaten anlayamayacağım. Anlayamayacağım şeyi niye okuyayım.” Böyle bir tepkim de vardı. Biliyorum. Daha çok Haluk ağabeyle Shakespeare anlamaya başladım. Çünkü “İnsan” diyordu, “burada insanı anlatıyor” diyordu. Anlatırken de bize hiç de yabancı olmayan bir kültürel dünyadan… Halk kültürü enteresan bir ortaklık taşıyor. Bunu 1600’e, 1500’e giderek ancak yakalayabiliriz. Bu gün iyice değişmiş olabilir halk kültürü. Hikaye anlatmak işte… Orada troubadour –halk ozanı- var, burada dengbej var. Anlatabiliyor muyum? Bir de gözden kaçırdığımız; Shakespeare'in tiyatrosuna halk da geliyordu. Özel olarak halkın geldiği bir tiyatro. Bunu atlıyoruz. Seyircisinin önemli bir kısmının halkın oluşturduğu bir tiyatrodan bahsediyoruz. Eğer halk 1500’de Shakespeare'i anlıyorsa, -biz bunun içler dışlar çarpımını yaptık- 1500’deki vebadan ölen İngiliz halkı, yani okuma yazma bile bilmeyenler Shakespeare’i anlıyorsa, 2011 yılında Türkiye’deki bizler neden anlamayalım? Shakespeare uzaylı değil! İkincisi, elit de değil. Tabii ki Shakespeare aynı zamanda bir şiirin, bir güzel söylemenin de insanı, yazarı. Aynı zamanda bu meselesini halka anlatabilecek düzeyi de tutturabilmiş bir yazar. Buna düzeyi tutturmak demek lazım.

SAĞLAM - Ancak bu bizim hatamız değil. Onu kutsallaştırıp dokunmamayı sağlayanlar bizler değiliz. Rafa kaldıranlar bizler değiliz. Bizim geleneğimizde de Shakespeare'den, hatta ondan dörtyüz yıl önce yaşamış, coşkun, yalın, derin ve felsefik şiir söyleyen Yunus’umuz var. İnsanı temel alan Fuzuli, Virani, Yemini, Nesimi, Kul Himmet’imiz var. Kavgasını, düzene başkaldırısını hikayesine oturtan ve dilden dile coşkunlukla gelen bir Pir Sultan Abdal’ımız var. Yakın geçmişimizden gönüllere taht kuran Aşık Veysel’imiz, Ali İzzet’imiz var. Halk bunları çok iyi anlıyor ve onları kuşaktan kuşağa aktararak yaşatıyor. Aslında öncülük kisvesi altında Shakespeare’i bize sunanlar, aynı zamanda yasaklı engellerini de koyanlardır.

AYDOĞAN - Kesinlikle haklısın. Anadolu şiir geleneği zaten tespit edilmiş bir gelenek. Halk kültürü, halk şiiri anlamında söylüyorum. Dediğin gibi inanılmaz güzel örnekleri var. Yunus’la aynı dönemde yaşamış Mevlana var. Karacaoğlan’ından Dadaloğlu’na, Emrah’tan Nazım’a kadar... Biz, şiirden anlamaz bir toplum değiliz. Şiirden uzaklığımız yok.

Oyun Atölyesi özel bir tiyatro olamaz. Çünkü repertuvarında bir “Macbeth” bir de Shakespeare müzikali var. Niye özel tiyatro olsun ki? Bu kamu tiyatrosudur. (spot)

(...)

SAĞLAM - O zaman, devlet destekleyecek ama bunun yolu yöntemi akıl süzgecinden geçen bir metot sayesinde sağlanmış olmalı. Belki de devlet olanaklı sahneler kurmada öncülük görevini üstlenmeli.

AYDOĞAN - Devlet destekleyecek tabi ki. Mesela Oyun Atölyesi özel bir tiyatro olamaz. Çünkü repertuvarında bir “Macbeth” bir de Shakespeare müzikali var. Niye özel tiyatro olsun ki? Bu kamu tiyatrosudur.

(...)

SAĞLAM -Nitelik yönünden açımlarsak?

AYDOĞAN - Bir oyunun gereksindiği tüm öğelerin nitelikli olarak kurulmasını sağlayarak yapmaya çalışıyorum. Mesela iyi oyunculuk talep etmeye çalışıyoruz. Dekorumuzdan, kostümümüzden hiç feda etmemeye çalışıyoruz. Gerekli teknik tesisat varsa ve neyse, en iyisini seyirciyle buluşturmaya çalışarak... Yani niteliği sürekli birinci plana aldık ve tiyatro için gerekliliği kurarak yapmaya çalışıyoruz. Bu çok zor tabii. Çok maliyetli ve riskli bir iş. Shakespeare müzikalinin ses donanımına üç yüz bin lira harcadık. Çünkü onu yapmazsak, yaptığımız iş seyirciye nitelikli ulaşmayacaktı.

SAĞLAM -Kötü ulaştığında müzikal olmayacaktı.

(...)

SAĞLAM -Ya da zararına yaparsın.

AYDOĞAN - Eeee tabii zararına… Shakespeare müzikali hala parasını çıkarmış değil.

(...)

SAĞLAM -Burada yazarı özendiren, motive eden eksiklikler mi var? Bunun yolunu açamadıkları için mi iyi bir tekt gelmiyor?

AYDOĞAN - Bunu İngiltere yapmış. Bir kere müzikal ve popüler algısına set koymuşlar. Yazar olacaklar buna iradeleriyle karar vermişler. Hakim seyirci tavrı popüler olandan yana iken, bunlar demişler ki, “Bir dakika. Biz İngiliz Tiyatrosu’nda bir çıkış yolu olarak şurayı seçmek zorundayız.” Oradan Pinter’lar çıkıyor. Her yıl bunlara üç yüz- beş yüz yeni oyun ve yeni yazar geliyor. Bunu sürekli desteklemişler. Olsa da olmasa da oynamışlar. Amaçları, İngiliz Tiyatrosunda müzikallerle, popüler oyunlarla tıkanmış olan ikinci dünya tiyatro algısını durdurup yeni bir kanal açmak. Pinter’i çıkardıklarına göre belli ki birbirlerini kayırmıyorlar, bizim burada olduğu gibi. Bir kayırma sistemi kurulu yazarlık sisteminde. Birkaç yazar var ki, oyunları oynanıyor. Onun dışındaki yazarların Devlet Tiyatroları repertuvarına girebilmesi neredeyse mümkün değil. Şöyle bir yanı da var; mesela İngiltere’de Shakespeare 1580-90’larda ürünler vermeye başlamış. Şimdi 1500’den beri gelişen bir yazarlık dünyasından bahsediyoruz. Onun öncesinden de bir oyun dünyaları var. Yani, yaklaşık altı yüz-yedi yüz yıllık bir tiyatro dünyası üzerine bunlar konuşuluyor. Biz batılı anlamda yazar ve yazarın yetişmesi anlamında daha çok yeniyiz. Yönetici yok. Burada kültür politikası dediğimizde bu da giriyor. Yeni yazar yetiştirmek… Tiyatro bölümlerinin yazarlık ana sanat dalları var ama oyunu oynanmış yazar son otuz yılda yok gibi. Bu bir plan dahilinde olabilir. Beş yıllık, on yıllık planlar yapacaksın. Plansız bir ülkeyiz.

(...)

SAĞLAM - Oysa halk tiyatrosu geleneğimizde üç tarafın ya da dört tarafın seyirciyle çevrili olduğunu da biliyoruz.

AYDOĞAN - Fiziksel yapı, yönetmenin de oyuncunun da ister istemez aklını çok belirleyen bir şey. Sen sürekli arkanı düşünmeden oyun oynuyorsun. Ya da yönetmen orayı hiç düşünmeden bir dünya kuruyor. Bu bence çok sınırlayıcı ve oyunu da açamayan bir şey. Batıda İtalyan sahneyi fazlasıyla yıkmış durumdalar. Artık iyice seyircinin içine içine giriyorlar. Shakespeare oyunlarında bile seyir yerinin üzerinde uzantılar yapıp onun üzerinde oynuyorlar.

(...)

(Kaynak: Oyun Atölyesi)