Bulunmaz Kültür Merkezi Kültür Militanı ve Sosyalist OYUN Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Oğuzcan Önver, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için yayın yapan genel yayın yönetmenlerine benzemediğinden, alın terini, göz nurunu döktüğü dergisini, Shakespeare çocuklarının ikametgâhı ve karargâhı Maya Sahnesi'nin tam karşısındaki İstanbul Devlet Tiyatrosu Küçük Sahne'nin önünde teker teker izleyicilere dağıttı! (Fotoğraf: Mesut Alptekin)
***
"Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk" yada bir yazarın çöküşü ve tiyatral bir facia!
Oğuzcan Önver
23 Nisan 2011
İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun (İDT) Küçük Sahne'sinde, Cezmi Ersöz'ün yazdığı(!), Serap Eyüboğlu'nun yönettiği(!), Kürşat Alnıaçık'ın oynadığı(!) "Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk" adlı oyunumsu şaklabanlığı, Bulunmaz Tiyatro Kurucusu ve Genel Sanat Yönetmeni Hilmi Bulunmaz, Bulunmaz Tiyatro sanatçılarından Ahmet Özkara ve Mesut Alptekin'le birlikte izledim. İstiklâl Caddesi'ndeki Atlas Pasajı içinde bulunan Küçük Sahne’nin adına kanıp da, buranın bir "sahne" olduğunu sakın düşünmeyin. Burası, bir sahne olabilme düzeyine asla erişememiş, küçük değil, küçücük bir konserve kutusunu andıran "ucube" bir yer. Küçük Sahne; sıkış tıkış oturma zorunda kaldığımız, koltukların Konya Ovası gibi dümdüz uzandığı ve bu yüzden, birazcık uzun boylu bir izleyicinin, arka sıralardan, sahneyi/oyuncuları/dekoru görmekte zorlanabileceği bir yapıya sahip.
Küçük Sahne'nin, tiyatral yaşayış biçimine tamamıyla aykırı bir yer olduğunu duyumsamak, kültürel işleri bir türlü anlamayan Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın, yerli yersiz, sürekli olarak övündüğü gibi "55 yılda açılan tiyatro sayısından fazla tiyatro açıldı benim dönemimde, bu ülkede" lâfının anlamsızlığını anlama konusunda bize yeteri kadar bilgi veriyor. Oysa önemli olan, sahne sayısını artırmak değil, sahneleri, tiyatral anlamda verimli hâle getirmektir. Oyunları sağlıklı izleyemeyeceğimiz yüzlerce sahne olmaktansa, oyunları gerçek anlamda yaşayabileceğimiz onlarca sahne olsun, daha iyi.
Oyun görünümlü "şey"e gelirsek; Cezmi Ersöz, Samuel Beckett’in "Godot’u Beklerken" oyununu andıran bir "şey" yazmış; "Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk"... Bu "şey", tiyatral bir metin olarak yazılmaya çalışılmış olmasına (gişe hasılatının yüzde kırkını almasına) karşın, kesinlikle başarılamamış, düzeysiz ve popüler kültür için kaybolmaya mahkûm, şehvet duygusuna hizmet eden, seyirciyle iletişimi zayıf bir "şey" yada daha iyimser bir söylemle dile getirmek gerekirse, sadece bir yazı denemesi. Bu "şey"de, sevgilisini bekleyen bir adamın küçük burjuva buhranlarını, geçmişindeki kadınların âdeta gölgeleriyle hesaplaşmasını izliyoruz. "14 Şubat Sevgililer Günü" düzlemine oturtulmuş, piyasada bolca bulunan "Issız Adam", "Kaybedenler Kulubü" benzeri filmlere özenen, onlara öykünen, zâten bu "şey"den önce defalarca anlatılmış bir öyküyü, tekrar tekrar, temcit pilavı gibi bayat ve kokmuş bir konuyu önümüze süren Cezmi Ersöz, yazınsal hayatında kendini yinelemekten kurtaramamış bir yazar.
Sürekli olarak aynı tür ve aynı düzeyde aşk şiirleri, aşk yazıları yazarak geçirilen mutsuz bir hayatın izini sürüyor Cezmi Ersöz. "Dervişin fikri neyse zikri de odur" derler. Cezmi Ersöz de, hayatını, yazdıklarındaki gibi geçiren, bırakın dünya edebiyatını bir yana, Türkiye edebiyatına bile elle tutulur kuramsal bir katkı yapamamış bir "piyasa" yazarı olmanın ötesine bir türlü geçemiyor. Cezmi Ersöz, yazdığı "şey"i Devlet Tiyatroları’na satmış (gişe hasılatının yüzde kırkını almayı başarmış) bir vazgeçen/yenilen/kaybetmiş. Elimizde, onun, gençliğinde "sol sempatizan" olduğuna dair bilgilerimiz var ve daha sonra soldan kopuş, onu, sonu gelmez bir çaresizliğe sürüklemiş anlaşılan. Yazarın, "şey'deki kahramana söylettiği; "Bizi örgüt ayırdı", "Devrim sürecindeyiz, bu tip şeylerin sırası değil. Gençliğim gitti devrim diye diye" cümleleri ve bu cümlelere benzer birkaç sola dokundurma/solu eleştirme cüret ve çabaları, "Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk" adlı "şey"i, karşı-devrimci bir "şey" hâline getiriyor. Cezmi Ersöz, keşke solla hesaplaşmasını daha dürüst, daha cesurca, daha tutarlı düzlemde yapabilseydi. Oysa Ersöz, daha ciddi bir "şey"le, bir makaleyle bunu yapabilirdi. (Tabii, o zaman, gişe hasılatının yüzde kırkını alamazdı!) "Aşkların çocuğu" Cezmi Ersöz'ün, işin kolayına kaçarak; "Bizi örgüt ayırdı" deyip tüm solu karalamaya çalışması, zavallıca bir çaba.
Oyuncu Kürşat Alnıaçık, bazı bölümlerde gayretli de olsa, bu "şey"e uygun bir oyuncu değil. Alnıaçık, hem fiziksel açıdan, hem de rolü içselleştirme açısından "şey"e çok yabancı. Biz izleyiciler de, doğal olarak, bu yabancılaşmadan nasibimizi aldık ve sahneyi işgâl etmiş bu "şey"den bize herhangi bir duygu parçacıcığı dahi geçmedi. Oyuncu, "şey"in "dans" bölümünde yaptığı; deli danalar gibi tepinmeler, orasını burasını teşhir etmeler, hiçbir estetik anlam içermeyen saçma sapan hareketler, izleyiciler arasında sürekli olarak gülüşmelere ve hafifsemelere neden oldu. Bu "dans"ın, dramatik nitelikte bir "dans" olması gerekirken, izleyicilerin "dans" sahnesiyle birlikte gülüşmeleri, bu "dans"ı hafifsemeleri ve kendilerini bu "dans" ile alay etmek zorunda duyumsamaları, oyuncunun mu, yönetmenin mi başarısızlığı, yoksa, her ikisinin birden mi? Bu soruya bir türlü yanıt veremedim. "Şey"in ilk yarım saati biter bitmez, izleyiciler arasında bulunma gafletindeki elli yaşlarında bir adam, büyük bir hışımla ayağa kalkıp "Amına koyayım böyle işin" dedi ve sert hareketlerle salonu terk etti! Henüz oyunun beşinci dakikasında, bu adam kadar sert hareketlerle olmasa da, bir hanımefendinin de salonu hışımla terk etmek durumunda kaldığını, buraya not etmeliyim. Bu olaylar, tam da bu "dans" sırasında veya bu "dans"a yakın hareketler gündemdeyken gerçekleşti. "Dans"ın ne kadar berbat ve ne kadar "insanlık dışı" olduğunu, sanırım bu durum biraz olsun anlatabilmiştir.
Yönetmen Serap Eyüboğlu'nun, "Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk" oyununa, ne dramatik olarak, ne de estetik olarak hiçbir katkısı yok gibi; birkaç basit ve işlevsiz dekor uygulaması ve çok sönük bir kurgu ile yönetmenin varlığıyla yokluğu birdi. İDT için böyle bir oyunu oynamak çok keyifsiz olmalı. Dünyada ve ülkemizde onca nitelikli oyun sahne bulmayı beklerken, böyle zayıf bir oyunla izleyici karşısına çıkmak, nitelikli oyun yazarlarına büyük bir haksızlık ve hattâ telafisi mümkün olmayan toplumsal bir suçtur. Ben, duyarlı tiyatro izleyicilerinin hiçbir zaman aldatılamayacak vicdanlarına, "Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk" hakkındaki tiyatral suç duyurumu yapıyorum.
Bakın, "Tolstoy Baba" ne diyor;
.........."Cinsî ihtiraslar, uygarlık maskesiyle örtülmeye çalışılan müthiş bir hastalıktır."
Oyun boyunca "karakter"in yaşadığı tüm cinsel ihtiraslar, onun mutsuz olmasına ve acı çekmesine neden olmuyor mu? Doğal olmayan cinsel istekler, şehvet duygusunun sınırı aşması, insana acı verir. Tüm oyunu, tüm yazın hayatını, tüm yaşam amacını bu tür bir zemine oturtan yazar da, tüm hayatı boyunca acıdan ve bunalımdan asla kurtulamaz.
Cezmi Ersöz’ün toplumsal hatâsı; henüz kendi sorunlarını çözemeden, sol adına büyük lâflar edip, sonra da, hiç de öyle bir gücü ve hakkı olmamasına karşın, solu eleştirme cüreti ve çabası gösterme gayretidir!
"Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk", bu yılın Mayıs ayı içinde de, ne yazık ki, İDT Küçük Sahne’de oynanmaya devam edecek ve bakalım İDT, bu tür "oyun demeye bin şahit gerektiren" kösnül duygular taşıyıcısı "şey"leri ne zaman sonlandırıp kendine çeki düzen vermeye başlayacak?
***
"Kendi Kendine Konuşmaktır Aşk (Uyarı: 14 yaşın altındaki seyircilerimizin izlemesi tavsiye edilmez)
Yazan: Cezmi Ersöz
Yöneten: Serap Eyüboğlu
Dekor Tasarım: Serpil Tezcan
Giysi Tasarım: Serpil Tezcan
Işık Tasarım: Ayhan Güldağları
Müzik: Vedat Sakman
Hareket Düzeni: Kürşat Alnıaçık
Sahne Amiri: İlker Temür
Kondüvit: Emre Akgül
Işık Kumanda: Kaan Eman
Rol Dağılımı:
Kürşat Alnıaçık, İsmail Kavrakoğlu
Konu:
Cezmi Ersöz’den türünü son derece iyi yansıtan bir oyun:
Sevgililer gününde kız arkadaşını bekleyen bir adam, gelmeyen sevgili ve gelmiş geçmiş tüm kadınlarla hesaplaşmaya varan bir süreç… Pişmanlık duymak, gerçekten değişmekten kolay mıdır?"
(Kaynak: İstanbul Devlet Tiyatrosu)