12 Aralık 2010 Pazar

Aydınlar, "öznesiz tümce" kurmaktan ne zaman vazgeçecekler?

Hilmi Bulunmaz
12 Aralık 2010



Türkiye Cumhuriyeti, özgür bireylerin yetişmesini engelleyen bir toplumsal mantığı, boynuna bir kader yaftası gibi asmaktan şizoid bir zevk alıyor.

Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı, evrensel kültürün gelişimine katkı sunmanın gereksizliğini kazıdığı bilinçaltındaki toplumsal dehlizlerde gezindirdiği "Türk'ün Türk'e tanıtımı" sendromuyla gününü gün ediyor.

Türkiye tiyatrosundaki akademik, entelektüel kişi, kuruluş ve kurumlar, Türkiye Cumhuriyeti Misak-ı millî sınırları içerisindeki tutucu davranışlara tutsak olduğu için, ister istemez, birey bilinicini ıskalıyorlar.

İmdi, gelelim somut duruma...

Benim, Yeni Tiyatro Dergisi'nin Kasım 2010 tarihli 23. sayısında okuduğum yazılardan biri Başak Sakızlıoğlu'nun kaleme aldığı "Marx'ın Dönüşü" başlıklı yazıydı.

LİNÇÇİ Genco Erkal tarafından sahnelenen bir oyunu konu edindiği için, "Marx'ın Dönüşü" başlıklı yazının üzerinde özellikle durdum. Madem ki, bu oyunu sahneleyen bir LİNÇÇİ idi, öyleyse, bu yazının ilgiye gereksinimi vardı...

Başak Sakızlıoğlu'nun imza attığı bu yazıyı okur okumaz, içime önce büyük bir sıkıntı ve hemen ardından kesif bir kuşku bulutu düştü. Bunun bir tek nedeni vardı; yazı, neredeyse "Google Translate / Çeviri" diliyle kaleme alınmıştı. Yazının samandan bile daha kötü bir tadı vardı ve bu kötü tat insanları değil, eşekleri ilgilendirirdi. Başak Sakızlıoğlu'nun kaleme aldığı bu yazının(?!), hiçbir yazınsal değeri yoktu ve tamamıyla yalakalık yapmak üzerine kurgulanmıştı(?!)

Başak Sakızlıoğlu'nun imzasını taşıyan ve kendisinin olduğunu iddia ettiği bu yazı, kesinlikle kendisine ait olamazdı. Zâten, bu kadar yalakalık kokan bir yazı yazmak için, yazar olamayacak kadar düşkün ve yazar olamayacak kadar zavallı bir insan olmak gerekirdi.

Neyse...

Başak Sakızlıoğlu'nun yazısını(?!) defalarca okumama karşın, bunun bir yazı değil, bir tür yalakalık yapmak üzerine kurgulanmış(?!) bir "alın yazısı" olduğunu duyumsadım, sezdim...

Ama, sadece duyumsadım, sadece sezdim. Çünkü, bu yazıyı, bir yazı olarak okuyabilmek için, en azından Mimesisçe/Amerikanca kurslarına gitmek ve bu kursa koşut olarak, bir "öznesiz tümce kurabilme yeteneklerini geliştirme merkezi"ne devam etmek gerekirdi. Benim, böyle bir niyetim olmadığı için, duyumsamalarıma, sezgilerime güvenerek, bu yazının bir yalakalık döktürmesi olduğunu dile getiren bir yazı yazmak için bilgisayarımın karşısına kuruldum. Ve, "karşı yazı" olarak bir çalışmaya başladım.

Ancak...

Kaleme aldığım yazı ilerledikçe, daha yazıyı yazmaya başlamadan saptadığım şu başlık yazıya sığmamaya başladı:

"Yeni Tiyatro Dergisi yazarlarından Başak Sakızlıoğlu, LİNÇÇİ Genco Erkal'ı göklere çıkarıp melekleştirmek için kaleme aldığı yazıda yanlışlar yapıyor!"

Tabii, duyumsamalarımın, sezgilerimin ötesine geçebilme gücüne sahip olduktan sonra yazımın başlığını atsaydım yada daha önce atmış olduğum başlığı değiştirme "ilkesizliğinde" bulunsaydım, sanırım şöyle bir başlık atabilirdim:

"LİNÇÇİ Prof. Dr. Özdemir Nutku'nun yetiştirmesi, onun Türkiye tiyatrosuna kakalaması olan Başak Sakızlıoğlu, tabii ki çalıntı yazılara kendi imzasıyla sahip çıkıp entelektüel hırsızlık yapacak!"

Başak Sakızlıoğlu'nun entelektüel hırsızlık yaptığı, başkalarının fikir eserlerine kendininmiş gibi sahip çıkarken, o fikirlerin kaynağını bile gösterme inceliğinde/insanlığında bulunmadığı yazısını(?!) okudukça tüylerim diken diken, sinirlerim lime lime, beynim paramparça, yüreğim delik deşik olmuştu. Nasıl oluyordu da, benim, halkımın, tüyü bitmemiş yetimin verdiği vergilerle beslenen üniversiteler, böyle hırsız yazarlar yetiştiriyor diye şaşmamak elde değil.

Ben, Başak Sakızlıoğlu'nun fikir hırsızlığını gündeme getirirken, kırıcı olmamaya büyük özen gösterdim ve onun hırsızlığına emin olmama karşın, bir özeleştiri yapma kapısını aralık tutabilme düşüncesiyle, sürekli olarak "(ç)alıntı" sözcüğünü kullandım. Oysa, bal gibi, "çalıntı" diyebilme hakkına sahiptim.

Ancak, bu cici kızımız, bir özeleştiri vermek yerine, ağzına susturucu takmayı ve/ya ağzına LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı'nın ağzını diktirmeyi yeğledi. LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı, filin bütün ögelerini belirttikten sonra, bir de üstüne üstlük "karada yaşayan en büyük hayvan" demesine karşın, bir türlü "fil" adını belirtmediği için, "Ama ben fil dememiştim ki!" kurnazlığıyla hareket edip, Başak Sakızlıoğlu'nun iç organlarının filmini bile yayınladıktan sonra, "Ama ben Başak Sakızlıoğlu demiyorum ki!" deme kurnazlığına ve alçaklığına yöneldi.

(Bakınız: "Eğer Türkiye tiyatrosu bu hızla çürümeyi sürdürürse, Lemi Bilgin'le Ayşenil Şamlıoğlu'nun beslediği Mustafa'nın onursuzluğu, insanlık onurunu yenecek!")

Benim, Başak Sakızlıoğlu tarafından çalınarak Yeni Tiyatro Dergisi'ne ihraç edilen yazıyı onlarca kez okumam ve bu yazı hakkında günlerce kafa yorup saatlerce klavyede parmak oynatmam sonucunda, Yeni Tiyatro Dergisi'nden çok ciddi bir özeleştiri bekliyordum. Ancak, değil "çok ciddi bir özeleştiri", şöyle bir geçiştirmeyle karşı karşıya kaldım:

"ZORUNLU BİR AÇIKLAMA

Kasım 2010 tarihli 23. sayımızda 'Marx'ın Dönüşü' adıyla bir yazı yayınladık. Hilmi Bulunmaz, sitesinde bu 'yazı'nın 'alıntılarla' oluşturulduğunu belirten ve 'kaynakça' verilmemesini dile getiren bir 'eleştiri' yazdı. Doğal olarak 'yazı'yı yazan kişiden 'bir açıklama' isteyerek 'ilkelerimizden' konuyla ilgili olanlarını anımsattım ve bunu da Bulunmaz'la paylaştım; çünkü yazarımızın söyleyecekleri olabilirdi, olmalıydı. Ancak O'nun yerine 'açıkla(yama)ma' bize karşı 'rakip dergi' psikozundan kurtulamayan Tiyatro... Tiyatro'dan geldi. 'İlkesizliğin' baştacı edildiği bu açıklamada, 'ilkeli' davrandığımız için 'yazı' bile denilemeyecek bir 'üslupsuzla' bize saldırılmasını okurların 'bilincine' havale ediyorum; en 'doğru' yargıyı okurlar vereceklerdir. Bizi bu 'üslupsuzluğa' çekmek isteyenlere ayıracak zamanımız yok. O 'üslupsuzluğu' sahiplenenleri de düşünmeye ve 'vicdanlarını' yoklamaya davet ediyorum.

'Yoklama' sadece okullarda öğrencilere yapılan bir 'işlem' değildir."

Şimdi gelelim, bu yazıyı deşifre ederek, okunur hâle getirmeye...

Tüm hatâlarına, tüm yanlışlarına, tüm hırsızlığın ayırdına varamamasına karşın, Yeni Tiyatro Dergisi, hâlâ Türkiye tiyatrosunun "en saygın ve en yaygın" dergisi olma sıfatını koruyan bir dergi. Böyle olmasına karşın, "öznesiz tümce" kullanmayı alışkanlık hâline getirmiş Türkiye Cumhuriyeti Misak-ı millî sınırları içerisinde yayınlandığı ve bu sınırlar içerisinde okunduğu, bu sınırlar içerisinde "adam yerine konduğu" için, bu sınırlar içerisinde yaşamasına karşın, bu sınırları asla yeterli bulmayan sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz tarafından sürekli olarak eleştirilmeyi hak ediyor.

***

Erbil Göktaş diyor ki:

"Kasım 2010 tarihli 23. sayımızda 'Marx'ın Dönüşü' adıyla bir yazı yayınladık."

Erbil Göktaş'ı değerlendirelim:

Peki, bu yazının yazarı kim?

Erbil Göktaş diyor ki:

"Hilmi Bulunmaz, sitesinde bu 'yazı'nın 'alıntılarla' oluşturulduğunu belirten ve 'kaynakça' verilmemesini dile getiren bir 'eleştiri' yazdı."

Erbil Göktaş'ı değerlendirelim:

Hilmi Bulunmaz'ın sitesinin bir adı, bir adresi yok mu? Var! Erbil Göktaş, sanırım Oblomov'luktan, yorgunluktan, uykusuzluktan bu sitenin adını, adresini vermeyi düşünememiş. Biz, Hilmi Bulunmaz'ın siteninin adını ("TÜRKİYE'NİN TEK SOSYALİST TİYATRO SİTESİ: OYUN") ve adresini (www.tiyatroyun.blogspot.com) verelim. Hilmi Bulunmaz'ın sitesinin adını ve adresini hiçbir yerde bulamazsanız, noterlere, savcılara ve yargıçlara sorabilirsiniz.

Ben, Başak Sakızlıoğlu'nun hırsızlığını dile getirdiğim yazımda, tam olarak saymadım ama, sanırım en az on kez "(ç)alıntı" sözcüğünü kullanmama karşın, Erbil Göktaş, "alıntı" sözcüğünü kullanmayı daha uygun görüyor ve böylelikle, benim yazımdan haberi olmayan okurları dezenforme etmiş oluyor.

Erbil Göktaş diyor ki:

"Doğal olarak 'yazı'yı yazan kişiden 'bir açıklama' isteyerek 'ilkelerimizden' konuyla ilgili olanlarını anımsattım ve bunu da Bulunmaz'la paylaştım; çünkü yazarımızın söyleyecekleri olabilirdi, olmalıydı."

Erbil Göktaş'ı değerlendirelim:

"'Yazıyı' yazan kişi" kim? Neden öznesiz tümce kuruyorsun Erbil? Sen de mi Erbil?! Ayrıca, Başak Sakızlıoğlu, bir yazar değil; bir hırsız! Başak Sakızlıoğlu, sadece ve sadece, henüz "yavuz" mertebesine ulaşamadığı için, ev sahibini bastırabilme yeteneği gelişmediğinden, tescilli yalancı, iftiracı, LİNÇÇİ ve ricacı Mustafa Şükrü Demirkanlı'yı "kiralamış" ev sahibini bastırması için!!!

Erbil Göktaş diyor ki:

"Ancak O'nun yerine 'açıkla(yama)ma' bize karşı 'rakip dergi' psikozundan kurtulamayan Tiyatro... Tiyatro'dan geldi."

Erbil Göktaş'ı değerlendirelim:

Erbil, lütfen, "açıkça, mertçe, Türkçe" harflerden oluşan sözcüklerin biraraya gelmesini sağla ve öyle tümce kur. Benim terminolojimle konuşmak zorunda değilsin, benim söylediğim gibi "iftiracı, LİNÇÇİ ve ricacı Tiyatro... Tiyatro... Dergisi'nin LİNÇÇİ yöneticisi Mustafa Şükrü Demirkanlı" demek zorunda değilsin, ama o yazıyı, senin deyiminle o "açıkla(yama)ma"LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı kaleme aldı. Faili belli (LİNÇÇİ Mustafa Şükrü Demirkanlı) bir "suç"u, nasıl olur da faili müşterek (LİNÇÇİ Tiyatro... Tiyatro... Dergisi) hâline dönüştürüp, böylece "suç"u yayarak hafifletebilirsin?!!!

Erbil Göktaş diyor ki:

"'İlkesizliğin' baştacı edildiği bu açıklamada, 'ilkeli' davrandığımız için, 'yazı' bile denilemeyecek bir 'üslupsuzla' bize saldırılmasını okurların 'bilincine' havale ediyorum; en 'doğru' yargıyı okurlar vereceklerdir."

Erbil Göktaş'ı değerlendirelim:

Ya, Erbil, bırak bu kibar "ayakları"! Ne ilkesizliği, bu derginin varlığı bile Türkiye tiyatrosuna küfürdür. Lütfen, "Işık... Biraz daha ışık!" Sen, size saldırılmasını okurların "bilincine" havale edeceğine, istersen Allah'a havale et, işini daha garantiye almış olursun(?!)

Erbil Göktaş diyor ki:

"Bizi bu 'üslupsuzluğa' çekmek isteyenlere ayıracak zamanımız yok."

Erbil Göktaş'ı değerlendirelim:

Benim ayıracak zamanım var; bizim ayıracak zamanımız var!

Erbil Göktaş diyor ki:

"O 'üslupsuzluğu sahiplenenleri de düşünmeye ve vicdanlarını yoklamaya davet ediyorum."

Erbil Göktaş'ı değerlendirelim:

Yine özsüz tümce! Yine özensiz tümce!! Yine öznesiz tümce!!!

"O 'üslupsuzluğu' sahiplenenler" kimler? LİNÇÇİ Prof. Dr. Özdemir Nutku mu? LİNÇÇİ Prof. Dr. Hülya Nutku mu? LİNÇÇİ Prof. Dr. Nurhan Tekerek mi? LİNÇÇİ Prof. Dr. Hasan Erkek mi? LİNÇÇİ Prof. Dr. Hasan Anamur mu? LİNÇÇİ Prof. Dr. Yusuf Eradam mı? Kim, kim, kim, kimleeer??? "O 'üslupsuzluğu' sahiplenenler", nasıl olacak da düşünebilecekler? "O 'üslupsuzluğu' sahiplenenler", nasıl olacak da vicdanlarını yoklayacaklar?

Erbil Göktaş diyor ki:

"'Yoklama' sadece okullarda öğrencilere yapılan bir 'işlem' değildir."

Erbil Göktaş'ı değerlendirelim:

Okullardaki öğrenciler, henüz yalan söyleme alışkanlıkları edinmedikleri yada yeni yeni yalan söylemeye başladıkları için, okullardaki öğrenciler, henüz LİNÇ KAMPANYASI düzenleme alışkanlıkları edinmedikleri yada yeni yeni LİNÇ KAMPANYASI düzenlemeye başladıkları için, okullardaki "yoklama"nın belki bir işlevi olabilir. Ancak, yukarıda adlarını verdiğimiz pek muhterem(?!) profesörler ve onlarla birlikte LİNÇ KAMPANYASI düzenleyen tam 1100(?!) kişide düşünebilme yeteneği, vicdanî duyarlılık olsaydı, Türkiye tiyatrosu bu kadar büyük bir hızla uçuruma yuvarlanmazdı!