TTB Üzerine Bir Değerlendirme
Ömer F. Kurhan
4 Aralık 2010
Kurban Bayramı öncesinde Mimesis’de yayınlanan yazımda, Türkiye’de hak ve özgürlükler temelinde örgütlü tiyatroyu var etmek için yeterli aktif öznenin ortaya çıkamadığını vurgulamış ve bu alanda genç kuşak tiyatrocuların üzerine düşen sorumluluğun / yükün belki de gereğinden fazla arttığından söz etmiştim.
Bu konuya belli bir açıklık getirmek için geçen sezon örgütlü tiyatro süreci bağlamında tecrübe ettiğimiz Türkiye Tiyatrolar Birliği (TTB) deneyimden söz etmek istiyorum. Çünkü TTB hakkında tarihe düşülmesi gereken notlar oldukça eksik. Tek başına açıklayıcı olmaktan ve saydamlıktan uzak, hatta yer yer yanıltıcı etkiler de üretebilecek bildiri-belgelere bel bağlamak yanlış olacaktır. Kaldı ki birkaç yıl önce TTB’yi inşa etmek için yola çıkan topluluklardan geriye kalanların arşiv oluşturmamak gibi bir alışkanlıkları olduğunu, hatta bu tarihi belgesel ciddiyetten uzak tuttuklarını fark etmiş ve internet ortamına saçılmış bazı belgeleri toparlayıp açtığımız TTB arşiv bloguna koymak için özel olarak uğraşmıştım.
Önemli sayılabilecek ve kamuoyunun gündemine taşımaya değer olguları özetleyen açıklamalara ihtiyaç var. Aksi takdirde, örneğin en son Kurban Bayramı öncesinde, Bursa – Mustafakemalpaşa Belediyesi’nin tiyatrosunu inşa etmek için uğraşan Seçkin Kaymaz’ın görevinden istifası gibi olaylar karşısında üretilen tepkilerin anlaşılması epeyce zora girecektir.
Bir yıl önce, Seçkin Kaymaz’ın kurucu sorumluluk almış olduğu Mustafakemalpaşa Belediye Tiyatrosu’nun durumunu (AKP’li belediye yönetimiyle yaşanan anlaşmazlığı) görüşmeye gittiğimizde, örneğin tiyatro ekibinin çeşitli festival etkinliklerine gönderilmemesinin gerekçesi olarak araç vs. eksikliği gösterilmişti. Fakat belediye başkanı ile sohbet biraz ilerlediğinde, oyun repertuarına dönük anti-demokratik kaygılardan, özelde Seçkin Kaymaz’ın siyasi ve hatta davranışsal eğilimlerinin doğurduğu rahatsızlığa birçok faktörün devrede olduğu hemen ortaya çıkmıştı.
Öte yandan, “misafir” tiyatroculara biçimsel de olsa saygı gösterildi ve sanat düşmanlığı üzerinden bir siyaset güdülmediği / güdülmeyeceği, hatta katkıya açık olunduğu mesajları verildi. Buradan çıkan sonuç belli: Eğer tiyatrocular kamuoyu baskısı örgütleme kapasitesine sahipse ya da en azından öyle bir izlenim uyandırıyorlarsa, belediyelerin de tiyatro politikaları üzerinde de söz sahibi haline gelebiliyorlar. Aksi takdirde “bildiğini okuma” siyaseti devreye giriyor -ki Seçkin Kaymaz’ın belediyedeki görevinden istifası muhtemelen bir bıkıp usanmanın, “bu işten bir şey çıkmaz” düşüncesinin bir sonucu.
Türkiye Tiyatrolar Birliği’nin başka birçok konuda olduğu gibi bu konuda da kamuoyu oluşturamadığını, hatta sorunu takip etmeyi bile bıraktığını, örneğin Mustafakemalpaşa’da yerel tiyatronun canlanmasını da sağlayacak bir ilçe festivalinin örgütlenmesi için sorumluluk alabileceğini belirtmesine rağmen, bu konuda pratik bir adım atamadığını belirtmek lazım. Oysa o dönemde, yeniden yapılanma ve çoğalma aşamasına geçmeye hazırlanan TTB adına sözcülük yapan Zafer Gecegörür, Mustafakemalpaşa’da ilçe festivalini birlikte düzenleyelim önerisi yaptığında, kuşkusuz Bartın’daki deneyiminden hareket ediyordu.
Örneğin yerel belediyelerin tiyatroyu turistik tanıtım amacıyla değerlendirmeye özendirme yaklaşımı gerçekten de sonuç alabilir gibi görünüyor. Fakat nihayetinde yerel belediyelerin “bağımlı tiyatro” ya da tiyatrolarında da “benim adamım olsun” talepleriyle baş etmek kolay değil. Dahası: Özerk tiyatro düşüncesini ve kapitalist standartlar açısından verimli görünmeyen teatral altyapı yatırımını savunmak hiç kolay değil.
TTB adına bu örgütsel başarısızlığın aylara yayılan bir tarihi var. Geçen sezon başında start verilen, İstanbul ve Ankara’da iki büyük toplantıya sahne olan örgütlü tiyatro sürecinin taşıyıcısı / öncüsü olma taahhüdü var, ama nihayetinde bireysel bazı çabaların dışında bu misyonun altında ezilmek gibi bir durum var. Sonuçta Mustafakemalpaşa’da yaşanan istifa olayı karşısında, ortaya buram buram “sol” hamaset kokan ve belgesel olarak yanıltıcı bir bildiri çıkması bir rastlantı değil. Doğrusu bu bildiriyi İstanbul’da yakından bildiğim / tanıdığım, yaz döneminde temsilciler mekanizmasını oturtmak için uğraşan, TTB’ye tek tek kişileri aşan ilkesel bir işleyiş çerçevesi kazandırmak için kafa patlatan toplulukların onaylamalarına şaşırmıştım. Fakat sonradan duydum ki bildiri fiili durum yaratılarak İzmir Yenikapı Tiyatrosu’ndan Orçun Masatçı tarafından, topluluk temsilcilerinin bilgisi dışında dolaşıma sokulmuş.
Şaşırmamak lazım: Bu jest, tiyatro alanında demokrasi özürlü yüksek siyaset arayışlarının absürt dışavurumlarından birisi. Ne ilki ne de sonuncu olmaya aday. TTB’yi “koy sepete” mantığıyla topluluklarla doldurup neredeyse bir sezon bile geçmeden içini boşaltan akıl / fikir tutulmasını tiyatro siyaseti diye yutturma alışkanlığını aşmak, ancak ilkeli bir duruşla mümkün. Örgütsel ilişkileri ahbap-çavuş ilişkilerine indirgeyip Türkiye Tiyatrolar Birliği’nin çeşitli örgütsel deneyimlerden devraldığı “yerelden bölgeye, bölgeden genele (ülkeye)” ilkesini açıkça tersyüz eden anlayışsızlık, geçtiğimiz sezon TTB etrafında örgütlü tiyatro sürecinin ruhuna uygun olarak zorladığı birleşmelerin, buluşmaların yerine kişisel-keyfi “örgüt” mecrasını yerleştirmeyi zorluyor –ki bu da tiyatromuzun olağan absürt bir görünümünü yeniden üretmekten ibaret.
Bu absürtlüğün mimarlarının (açıkça isim verecek olursam, Bartın’dan Zafer Gecegörür, İzmir’den Orçun Masatçı ve İstanbul’dan ama İstanbul’daki TTB’li topluluklara yabancılaşmış Orhan Aydın’ın) yerinden yönetim yerine “… merkez bilir” anlayışını ikame etme amacındaki hayali TTB MK (Merkez Komite) kurgularını ısıtmaları, bazı sohbetlerde vurguladığım gibi gündem saptırma ve oyalanmadır. Dolayısıyla bu gündemin peşine takılmak sadece vakit kaybıdır. Ciddi örgütsel arayışı olanların ahbap-çavuş “örgütleri” ile işi olmaz.
Bugün tiyatromuz temelde iki türden örgüte ihtiyaç duyuyor. Birincisi yasal meslek örgütleri ve bunların oluşturacağı asgari bir buluşma platformudur. Tiyatroyu mesleki geçim kaygılarının dışında kodlayan amatör tiyatrocuların da benzer, ama nihayetinde kendi özgünlüklerinden hareket eden yasal kurumlara ihtiyacı var. İkincisi, bu yapılarla iletişimi ihmal etmeyen, hatta kurucu konumlar alan, ama kendini kurulu düzenin yasallığıyla sınırlamayan yerel girişimlerin dokuyacağı alternatif ağdır. Özellikle amatör tiyatroların etkili bir dinamik haline gelmesi ve amatör / profesyonel ayrımının aşılmasının zorlanması, ikinci türden örgütlerin dayanaklarını güçlendirmesi ile ilgili bir mesele.
Geçmişte Amatör Tiyatrolar Çevresi ve ondan ayrışarak kurulan İstanbul Alternatif Tiyatrolar Platformu’nun bu ikinci örgütsel kulvarda yarattığı ve on yıllara yayılan önemli bir deneyim birikimi var. Zaten bu nedenle, örgütlü tiyatro sürecinin tıkanmasının ardından TTB’de yaşananlar çiğliğe varan bir “deja vu” hissiyatı uyandırıyor. Birkaç yıl önce, çeşitli bölgelerden bazı toplulukların çağrısıyla kuruluşu ilan edilen TTB’nin ülke düzeyinde yayılması beklenen yerel dayanaklarının güçlenmesi bir yana, çok geçmeden (bir yıl içinde) çözüldüğünü biliyoruz. Geçen yıl startı verilen örgütlü tiyatro süreci, TTB’nin yereli çıkış noktası yapan anlayışına kuvvet kazandırmak için de bir şanstı, fakat sadece İstanbul’dan zaten örgütlü tiyatroda ısrar eden ve deneyim sahibi birkaç topluluk elini taşın altına koydu. Tiyatro alanında yaşanan örgütsel çoraklığın aşılması konusunda ilan edilen atılımın yarım sezon içinde ömrünü tamamlaması ise, doğal olarak toplulukların TTB bünyesinde toparlanma çabasının gidişatını da belirledi.
Nihayetinde, İstanbul’dan birkaç topluluğun örgütsel ciddiyet oluşturma (örneğin toplulukların temsiliyetlerini oturtmaları ve ilkesel açıklığın oluşmasına hizmet edecek bir işleyiş çerçevesinin formüle edilmesi) konusunda aldığı birkaç karar dışında, ister “benmerkezci” ister “grup merkezci” isterse “ahbap-çavuş” sıfatlarını kullanalım, TTB örgütsel ciddiyetsizliğin “örgütlendiği” bir karaktersizliği yeniden yaşamaya başladı.
Bu durumun en bariz göstergelerinden birisi, TTB’nin var olmayan Marmara bölge örgütlenmesinin temsilciliğine Orhan Aydın’ın “atanması”. Atama işlemini yapanlar da “yerelden …” diye başlayan ilkeyi açıkça çiğneyen ve yukarda sözünü ettiğim “Merkez Komite”.
Aynı anlayış, aylar önce, TTB İstanbul örgütlenmesinin Türkiye Tiyatrolar Buluşması’na dönük bildirisinin okunmasını da engellemiş –ki bu durumu İstanbul’daki topluluklar haftalar sonra öğrenmiş. Çünkü bildiriyi okunması engellenen Mehmet Esatoğlu örgütsel bir kriz çıkartır ve TTB’nin bütünlüğü bozulur endişesiyle sorunu uzun süre dillendirmemiş. Tiyatronun özerklik ve demokrasi taleplerine pek uygun düştüğü söylenemeyecek bu engelleme jestinin sonucunda, TTB’nin İstanbul ayağını kurmaya aday toplulukların “… merkez bilir”ci Bartın ve İzmir’deki topluluklarla ilişkilerini askıya alması kararının verilmesi aslında oldukça yumuşak bir yaklaşım. Hâlâ TTB cephesinden örgütlü tiyatro sürecini yaşatma kaygısını canlı tutma eğilimine işaret ediyor. Fakat görebildiğim kadarıyla bu kaygının sonucu manipülasyonların, patavatsızlıkların kronikleşmesi olmuş.
Niçin ısrarla örgütlü tiyatro adına genç kuşaklara düşen sorumluluğun arttığını vurguluyorum? Sanıyorum sorunun yanıtı bu olgudan da hareketle kolayca anlaşılabilir. Daha önce bu tip eğilimlerle dalga geçmek için “TTB miyiz, TTP mi? Karar verelim” diyordum. TTP’nin “P”sinden kasıt “Parti”. Bu “parti” de özgürlükçü-demokratik argümanlara sahipmiş gibi bir görüntü çizen, ama otoriterci güdülerini kontrol altına alamayıp bir dizi iktidarcı patavatsızlık sergileyen anlayışın tiyatro ortamındaki yansıması. Ayağa dolanmaktan ve gündem saptırmaktan başka bir işlevi yok.
Bu yazıyı uzatma pahasına ayağa dolanma ve gündem saptırma meselesine biraz daha açıklık getirmeye çalışayım. Örneğin her yıl düzenlenen Uluslararası Ankara Tiyatro Festivali’ne TTB’nin katılımı nasıl olacak sorusunun yanıtı ilkesel temayüller çerçevesinde aslında gayet nettir: Öncelikle, tiyatronun sanatsal bir disiplin olduğu gerçeğinden hareketle, TTB’nin örgütsel olarak bilgi paylaşımı bağlamında neler yapabileceğinin ele alması gerekir. İkincisi, nasıl bir örgütsel modele sahip olduğunu, neyi amaçladığını iyi anlatacak bir araştırma, söyleme dökme çabası içinde olması gerekir. Üçüncüsü, örgütler arası buluşmaları teşvik edecek bir çaba içinde olması gerekir. Benim gibi uzaktan da olsa, neler döndüğünü anlamaya çalışan birisi ise hemen şunu fark edecektir: Hiçbir örgütsel ciddiyeti olmayan merkezden atamalar, oldubittilerle bildiriler yayınlamalar gibi sürpriz (mi?) olaylar karşısında şaşkınlıklar yaşanmakta. Ankara Festivali’ne TTB’nin katılımı aydınlanma ölçüleri bakımından seviyesizlik içeren, örgütsel ölçüler bakımından söylem sahteciliğine varan bir çerçeve edinmekte.
Bu tip çürütücü olguları bertaraf etmek aslında çok kolay; ilkesel pozisyon almak ve ısrarlı olmak yeterli –ki asıl tartışma konusunun bu olduğuna inanıyorum. TTB’nin şu anda iyi kötü topluluklar arası iletişimi ve örgütlenmeyi var edebilen tek yerel dayanağı İstanbul’da. TTB MK kurgusu, aslında yerel dayanakları inşa etme, çeşitleme ve güçlendirme konusunda yaşanan yapısal bir zaafın, hatta intiharın itirafı. Bu nedenle yerelden genele değil, genelden yerele gibi bir ilkesel ters yüz etme işlemine ihtiyaç duyuluyor.
Bu kurgunun etik dışı niteliğinin yanı sıra, reel politik olarak absürtlüğü de sırıtıyor. Hiçbir kişilikli topluluk iradesini başka bir topluluğa teslim etmez. Tiyatroda takım çalışması esastır. Kurduğunuz takım sezonluk da olsa durum budur. Bunun politik düzeyde ifadesi toplulukların tiyatro örgütlenmelerine uzak durmaları ise, bunun iki nedeni olabilir. Ya faşizm korkusuna yenik düşmüş bir a-politikanın temsilcisidirler ya da örgütlü tiyatro arayışını içselleştirme, topluluk işleyişinin olmazsa olmazlarından birisi haline getirme konusunda düzenli bir sıkıntıyı yaşamaktadırlar –ki hali hazırda birincisi başta olmak üzere bu iki eğilimin öne çıktığını düşünüyorum.
Tiyatro alanında yüksek siyasetçilik oynayan ve MK kurgularına sürüklenenler, tiyatro takımlarını manipüle edebileceklerini düşünmek gibi siyaseten oldukça naif bir yanılgı içindeler. Bazılarının güncel olarak bu manipülasyon çabasını, sol etiket taşıdığı için sistem karşıtı, ama otoriterci parti-tiyatrosu ya da siyasi örgüt-tiyatrosu olarak değerlendirmesi de yanlış olacaktır. Durum oldukça farklı; radikal söylemlerin ardındaki pratikler ve ilişki ağları aslında oldukça sistemik bir çerçeveye sahip. Yazıyı daha fazla uzatmamak adına bu konuya ayrıntılı girmeyeceğim. Bir örnek verecek olursam, İzmir Yenikapı Tiyatrosu’nun yerel belediyelerle işbirliği içinde düzenlediği Türkiye Tiyatro Buluşması’na destek olması için büyük sermaye çevrelerinden yardım almaya çalışması ve bunu afişe etmesi, örneğin topluluğun “radikal sol sokak tiyatrosu” imgesiyle tamamen çelişiyor. Yine, Buluşma’ya giydirilen bu elbise, İstanbul’da TTB’yi var etme çabası içindeki toplulukların sermayeden bağımsız ve kamusal olanakların toplum tabanına yayılmasını savunan “İstanbul Amatör Tiyatro Günleri” konseptiyle de çelişiyor. Burada sorun TTB’de farklı şenlik anlayışlarının olması değil. Belediyelerden sermaye çevrelerine ilişkinin nasıl düzenlenebileceği, asgari bir müşterekin ya da birbirini dışlamanın konusu olamaz. Bunlar tiyatro platformları için ilkesel olarak bağlayıcı olması zor, epeyce tartışmalı konulardır. Burada sorun, oldukça sistemik ilişki ağları üzerine kurulan sahte söylemlerin meşrulaştırılması ve gerçekmiş gibi sunumun yapılması.
Örgütlü tiyatroya ilişkin olarak, yasal düzeyde olsun, kendisini yasallıkla sınırlamayan paylaşım ve dayanışma ağları örmek adına olsun, hayati bir ihtiyaç varlığını sürdürüyor. Bu ihtiyacın karşılanması ciddi örgütçülerin ortaya çıkmasına bağlı. Ayağa dolanmaktan ve çürütücü etkiler üretmenin ötesine geçemeyen “sol” hamasetin ya da “postmodern solculuğun” absürtlüklerine, şov yapma takıntılarına takılmayıp gerçekten önümüzü görebileceğimiz meselelere odaklanmamız gerekiyor.
Aralık ayında TTB’nin İstanbul yerelini örgütlemek için emek vermiş topluluklar “Antigone” üzerine bir dizi ortak etkinlik örgütlemeyi planlıyor. Meselenin aydınlanma ayağı adına oldukça önemli bir girişim. Birileri kendi kendilerine ve kendilerine, olmayan bölge temsilcilikleri gibi çeşitli payeler dağıtma oyunu oynar ve örgütlü tiyatro sürecinin kendine çeki düzen verme vaadini boşa çıkarırken, başka birilerinin tiyatro adına gerçekliğe yapıcı bir şeyler katma uğraşı içinde olması umut veriyor.
(Kaynak: Mimesis)
***
Ayrıca bakınız:
LİNÇÇİ Ertuğrul Timur, öznesiz tümce kuruyor!
Yalan makinesi ve küfürbaz Mustafa Demirkanlı'nın sözde küfre karşı kampanyasına alet olanların imzaladıkları metni ve alet olanları teşhir ediyoruz!
Linç imzacıları listesi
LİNÇÇİLER, büyük bir hızla bölünüp şimşek hızıyla amipleşiyorlar!