Nâzım Hikmet, "Piraye İçin Yazılmış: Saat 21-22 Şiirleri"nin 6 Aralık 1945 tarihli bölümünde demiş ki:
Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
..............meyve çağında ağacın,
..............serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
................................— çürüyen diş, dökülen et —,
.......................bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
.....................................bu güzelim memlekette hürriyet...
(Kaynak: siir.gen.tr)
***
Türkiye tiyatrosunun ceset hâline gelmesine neden olan çürüme, küflenme ve hızla, hem de şimşek hızıyla amipleşme, her geçen gün kendini biraz daha dayatıyor.
Sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'la gerçekçi tiyatro yazarı Coşkun Büktel'in sanatsal ifade olanaklarını imha etmek için bir araya gelip LİNÇ KAMPANYASI düzenleyen 1100 alçak, Hilmi Bulunmaz ve Coşkun Büktel'in gösterdikleri militanca direnç sonrası, büyük bir hızla bölünüp şimşek hızıyla amipleşiyorlar.
Hiçbir zaman için demokrasi kültürünü geliştirebilecek genel geçer, gerçek, nesnel, somut bir birliktelik sağlayamayan LİNÇÇİLER, özel, sâhte, öznel, soyut dünyalarının buyrukladığı küçükburjuva ruhlarıyla besledikleri ve sıkıntı olarak büyütüp yıkıntı olarak damıttıkları yanılsamaları parfüm şişelerinde biriktirmenin dayanılmaz hafifliğinden yola çıkarak, sentetik ayrılık türküleri söylüyorlar!
Tepeden tırnağa kokuşmuş bir düzenek ve işleyiş içerisinde bulunan, Türkiye tiyatrosunun devrimcileşmesi için değil, boktan püsürden oluşmuş ikincil toplumsal çelişkileri, birincil toplumsal çelişkiymiş gibi makyaj yaparak tiyatro kamuoyunun burnunun dibine kadar sokan ve ezici çoğunluğu "Amerikan Emperyalizmi'nin Bilimsel İzdüşümü The Boğaziçi University (Üniversitesi) Gölgesinde Yetişenler" (AEBİBUÜGY) fraksiyonu içerisinden fışkırmış aşağıdaki imza sahipleri, etik, etnik, estetik konuları bile bulanık suda ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek için çabalayarak, sınıfsal mücadelenin üzerine sivil toplum külü serpiyorlar.
"Açık Toplum" büyüsüyle efsunlanmış aşağıdaki imza sahipleri, "açıkça, mertçe, Türkçe" konuşacaklarına, her zaman yaptıkları gibi, kuş dilinden bile daha anlaşılmaz bir dil olan Mimesisçe konuşmayı yeğliyorlar. Aşağıda imzası bulunanlar, böylelikle, ne dediklerini hiç kimseye anlatamadıkları gibi, ağızlarından çıkanı kendi kulakları da duymuyor!!
Çünkü, onların bir şey anlatmak gibi bir amaçları, erekleri, fıtratları, görevleri, hilkatları, huyları, istekleri, karakterleri, misyonları, niyetleri, yaradılışları yok!!!
Tren çoktan kaçmış olsa da, umarız, LİNÇ KAMPANYASI için özür dileyecek kişi, kuruluş ve kurumlar ortaya çıkarlar ve (bizim hiç ihtiyacımız olmasa da) kendi gelecekleri için bir yol haritası çizme gereksinimi duyarlar!!!...
Ha, sahi, "sözde birlik, özde LİNÇÇİ" Türkiye Tiyatrolar Birliği'nde bir araya gelme, birleşme sonucu kim ne kazandı?
Sahi, "The Boğaziçi University (Üniversitesi) Gölgesinde Yetişenler", bu birleşme olmasaydı, Kültür Bakanlığı çanağı yalayabilirler miydi?
Kimin, ne kazandığını anlayabilmek için, lütfen, tıklayınız:
"Shakespeare'siz Herifler" aşireti içerisinde kendilerine deniz manzaralı bir tiyatro kabesi kuranlar, LİNÇ KAMPANYASI karşılığında çanak yalıyorlar!
***
İstanbullu Gruplar TTB’den Ayrılık Deklarasyonu Yayınladı
Türkiye Tiyatro Kamuoyuna Duyurulur;
Hatırlanacağı gibi tiyatro dünyası 2009 yılında Urla’da düzenlenen bir buluşmanın ardından ciddi biçimde hareketlenmiş ve Türkiye’de tiyatronun örgütlenmesi yolunda ciddi umutların uyanmasına yol açacak önemli bazı adımlar atılmıştı. Bahsettiğimiz buluşma Türkiye Tiyatrolar Birliği tarafından düzenlenmiş ve orada yapılan çağrıyla Türkiye uzun yıllardır görmediği iki büyük tiyatro kurultayının örgütlenişine tanıklık etmişti. Bu iki kurultayda Türkiye’de tiyatronun örgütsüz biçimde sürdürülmesinden memnun olmayan örgüt, grup ve bireyler bir araya gelerek örgütlülük yolunda büyük bir beyin jimnastiği yapma fırsatını elde etmişlerdi. Bu büyük girişimin sonunda TTGBG (Türkiye Tiyatroları Güç Birliği Girişimi) adıyla Türkiye’deki tüm tiyatro örgütlerini aynı çatı altında birleştirmeyi ve koordine etmeyi amaçlayan bir çatı örgütü tasarımı ortaya atılmıştı. O ana kadar bir kartopu misali, gerçekleşen katılımlarla hızla büyüyen bu “örgütlü tiyatro” talebi, Ankara’da düzenlenen ikinci kurultayda ulaşması gereken hedeflerden birisine ulaşmış gibi görünmekteydi. Yapılması gereken şey aşağı yukarı belli olmuştu. Artık tek sorun bunu gerçekleştirecek öznelerin ortaya çıkmasıyla ilgiliydi.
Yine hatırlanacağı gibi süreç bu noktada dondu. O ana kadar belli bir özveri gösteren ve örgütlülüğün gerekliliğine inanmış görünen birçok örgüt ya da birey bu dev girişimin aktif öznesi olması gündeme geldiğinde kendisinden beklenen atılımı sergilemekte zorlandı. Birçoğu tabansız birer “tabela örgütü”ne dönüşmüş olan tiyatro örgütleri sarsılıp kendine gelme, ciddi bir vizyonsuzluk yaşayan diğerleri de toparlanma yolunda ciddi adımlar atmakta zorlandılar. Bu konuda en önemli hamleyi yine sürecin çağırıcılığını üslenmiş olan TTB attı. Ankara’daki tiyatro kurultayının ardından örgütlü tiyatronun güçlü bir öznesi olmaya aday olan diğer bazı örgütlenmeler TTB’ye katılarak üstlerine düşeni yapmakta tereddüt etmediler. İATP-G, ATÇ’den Simurg ve Kürt Tiyatroları Platformu’nda Destar TTB’nin bir süredir kurulması gündemde olan Marmara örgütlenmesini hayata geçirmek amacıyla örgüte katıldıklarını açıkladılar. Ancak henüz bu örgütlenmenin hayata geçirilmesi mümkün olmadığından ve bu belli bir zaman isteyeceğinden söz konusu yapılar “TTB İstanbul” adını kullanarak hareket etmeyi uygun buldular.
Bu yeni katılımlarla birlikte büyüyen ve farklı bir örgüt olma özelliği kazanan TTB yeni yılla birlikte kendi iç organizasyonunu yeniden kurmak gibi esaslı bir sorumlulukla yüz yüze kalmış oldu. Bu esnada hem örgütlü bir tiyatro ortamı kurmaya dönük girişim, hem de hesaplaşılmayı bekleyen onlarca sorun da TTB’nin kapısı önünde beklemekteydi. Diğer örgütlerin aşamalı olarak süreçten çekildiği ve her şeyin başlangıçtaki sessizliğine gömülmeye başladığı 2010 yılının ilk aylarında, yeni TTB farklı bir karar alma mekanizmasını da devreye sokmayı deneyerek Türkiye tiyatrosunun kimi sorunlarına doğrudan el atmayı denedi: “Tiyatroma Dokunma” başlıklı bir imza kampanyası yürütüldü, Anadolu’da belediyelere bağlı tiyatroların sorunlarının tipik bir örneği olarak Afyon Belediye Tiyatrosu ile ilgili sorunu daha iyi anlamak ve kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla bir Afyon ziyareti gerçekleştirildi; Vakit Gazetesi tarafından hedef gösterilen “Yala Ama Yutma” adlı oyuna yönelik bir destek planı oluşturulmaya çalışıldı; “Laz Marks” oyununa dönük yasal baskılar nedeniyle topluluğa destek sağlandı. Ancak tüm bu girişimler sırasında henüz kendi iç işleyişine belli bir düzen getirememiş, kendi iç hukukunu inşa edememiş olan yeni TTB, TTGBG projesinin tasarlayıcısı olan diğer tiyatro örgütlerinden de hiçbir destek alamadı. Ve sonuçta gerek Türkiye tiyatrosunun bitmez tükenmez sorunlarına ilgi örgütlemekte zorlanmaya başlaması, gerekse kendi iç organizasyonunu bir türlü istenen olgunluğa ulaştıramaması nedeniyle bu yükü taşımakta zorlanmaya başladı. Sonuçta örgüt içerisinde 2010 yılı yaz aylarından itibaren çeşitli sorunlar baş göstermeye başladı.
TTB’nin Marmara örgütlenmesini oluşturmaya aday İstanbullu topluluklar Temmuz ayı içerisinde TTB’nin işleyişinde yaşanan çeşitli problemlerin nedenleri ve olası çözüm yolları üzerine bir tartışma başlattılar. Bu tartışmanın sonuçlarını Seferihisar’da düzenlenecek TTB buluşmasında diğer TTB gruplarının gündemine sokmak amacıyla bir mektup kaleme aldılar ve bunu bir temsilci aracılığıyla buluşmaya gönderdiler. Bu mektupta aşağı yukarı şu talep ve girişimler gündeme getirilmekteydi: TTB kendi aktivistlerini hızla harekete geçirerek beli bir yoğunluk ve yorgunluk yaşayan yürütücülerini desteklemenin yollarını aramalıydı; sürüncemede bırakılan kurumsal işleyiş ilkelerinin tespiti işine öncelik verilmeli ve iç organizasyon geliştirilmeliydi; işleyişin daha demokratik olabilmesinin yolları araştırılmalı ve üye toplulukların süreçlere katılımı teşvik edilmeliydi; hepsinden önemlisi TTB sadece bir tepki örgütü olmamalı, geride bırakılan dönemde düzenlenen çeşitli festival ve şenliklerle organizasyonel gücünü ortaya koyabilmiş olan üye topluluklar tiyatro alanında çeşitli kuramsal ve pratik tartışmaların da öncülüğünü üstlenmeliydi.
Bu görüşlerin gündeme gelmesinin TTB içerisinde yapıcı bir dinamizmi harekete geçireceği umulmuştu ama beklenen olmadı. Tam tersine Seferihisar buluşmasına katılan temsilcinin söz hakkı gasp edildi ve İstanbul gruplarının gönderdiği mektubu sadece birkaç kişiye ulaştırmasına izin verildi. İstanbul grupları bu çok anlam veremedikleri anti-demokratik tavrı yorumlamaya çalışırken ilişkileri zedeleyen bir başka jest gerçekleşti: İstanbul grupları kendi deneyimlerinden yola çıkarak oluşturdukları bir yazılı ilkeler listesini diğer gruplarla paylaşınca tarif edilmesi zor bir muhafazakarlıkla karşılaştılar. TTB’nin kurucusu olan kimi grupların temsilcileri bu türden yazılı ilkeler kaleme alınmasına şiddetle karşı çıktılar, hatta bu girişimi TTB İstanbul gruplarının özerklik talebi olarak gördüklerini belirttiler. Halbuki İstanbul grupları için durum netti: Merkezi bir karar alma mekanizmasına sahip olmayan ve yerel örgütlenmeleri koordine etmek ve eylem birliğini sağlamak amacı taşıyan TTB gibi örgütte yerel inisiyatifler zaten özerkti, dolayısıyla böyle bir talepte bulunmaları abesle iştigal olurdu. Amaç zaten eşyanın tabiatı gereği var olması gereken özerkliği talep etmek değil, işleyişi daha ilkeli bir hale getirmekti.
Süreç hızla yokuş aşağı giderken TTB grupları arasında baş gösteren bir başka sorun gruplar arasındaki doku uyuşmazlığının bünyeye zarar vermeye başladığını açıkça göstermiş oldu: Ekim ayında açıklanan Ankara 15. Uluslararası Tiyatro Festivali programını öğrenen İstanbul grupları, festival kapsamında TTB ile ilgili bir programın düzenlenmekte olduğunu ve Marmara Bölgesi temsilcisi sıfatıyla kendileri adına konuşacak kişinin de iradeleri dışına belirlenmiş olduğunu gördüler. Yukarıda özetlenen tartışmalar sürerken bu türden bir jestin sergilenmesi grupların TTB yapılanmasının değiştirilebileceği ve daha demokratik ve katılımcı bir nitelik kazanabileceği yolundaki umutlarının sönmesine yol açtı. Bu durumu değerlendiren İstanbul grupları gerçekte ilk anda örgütten ayrılmayı planlamış olsalar da bir sağduyu örneği göstererek aceleci davranmamayı ve gelişmeleri bir süre daha örgütün bünyesinde kalarak yürütmeyi tercih ettiler. Ve ilişkilerini bir süre için askıya aldıklarını ve gelişmeleri gözlemlemekle yetineceklerini TTB’nin diğer gruplarına ilettiler. Bu dönemde yaşanan sorunlara ilişkin kamusal bir açıklama yapılmamasına, ilişkileri daha da gerginleştirmemek amacıyla özen gösterilmiştir.
Ama tüm bu girişimler çok olumlu sonuçlar doğurmadı. Önce ilişkileri askıya alma kararını şiddetle eleştiren diğer bazı gruplar İstanbul gruplarını örgütten derhal ayrılmaya davet eden bir yazı kaleme aldılar. Bu talep yerine getirilmeyince İstanbul gruplarının ilişkileri askıya alma kararını protesto edercesine süreçlerin dışında tutulmasına çalıştılar. Örneğin TTB adıyla düzenlenen ve niteliği tartışmalı kimi organizasyonlarla ilgili haberleri İstanbul grupları basından ya da internet üzerinden öğrendiler. Ya da TTB adıyla yapılan kimi kamusal açıklamaları örgütte yer almayan tiyatro insanlarıyla aynı anda okudular. Tüm bu sürece rağmen organizasyonu İstanbul gruplarının bilgisi dışında gerçekleştirilen ve Ankara festivali programına dahil edilen 4 Aralık tarihli TTB genel kuruluna katılmayı ve geleceğe ilişkin kararlarını o toplantının ardından almayı planlayan bazı İstanbul grupları bu hafta içerisinde yeni bir hak ihlali girişimi ile karşılaşınca bu konudaki çabalarının anlamsız olduğunu düşünmeye başlamış durumdadırlar. Ankara’da TTB genel kurulu öncesinde gerçekleştirilecek ve tüm tiyatro kamuoyunun geniş katılımıyla düzenlenmesi planlanan TTB’yi tanıtma etkinliğinde söz alarak yaşanan sorunlar hakkında katılımcıları bilgilendirmek ve söz konusu etkinlikte TTB-İstanbul grupları olarak temsil edilmediğimizi bildirmek yönündeki talebimiz, şu an için toplantının organizatörleri olarak görünen bir grup tarafından hoş olmayan bir üslupla karşılanmıştır. Bu durum Ankara’da gerçekleşecek söz konusu etkinlikte sağlıklı bir tartışma ortamının örgütlenmesinin olanaksız olduğunu düşünmemize yol açmaktadır. Dolayısıyla, biz aşağıda imzası bulunan topluluklar, tiyatronun daha örgütlü bir sanat olması için verilen mücadeleye pozitif katkı sağlamaktan hızla uzaklaşan bu örgütlenmede yer almanın artık zaman ve enerji kaybına yol açmaktan başka bir sonuç vermeyeceğini düşünüyor ve örgütlülük yolundaki mücadelemizi farklı biçimlerde sürdürmek amacıyla TTB’den ayrıldığımızı bildiriyoruz.
(3 Aralık 2010)
Atölye
Boğaziçi Üniversitesi Folklor Kulübü
Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları
Deneysel Sahne
İstanbul Üniversitesi Drama
İTÜ Taşkışla Sahnesi
Tiyatro Boğaziçi
NOT: TTB İstanbul gruplarından Tiyatro Simurg konuyla ilgili tavrını Ankara’daki toplantıya katıldıktan sonra netleştirecektir. Destart ise konuyla ilgili farklı bir bildiri yayınlanacağını belirtmiştir.
(Kaynak: Mimesis)