3 Aralık 2010 Cuma

Anadolu'dan akın akın akıp gelen yoksul köylüler taşında toprağında altın aradıkları İstanbul'a teslim ettikleri çocuklarını ansızın yitirebiliyorlar!

Yazı ve fotoğraf
Hilmi Bulunmaz
3 Aralık 2010



Her sabah olduğu gibi, bu sabah da, çok erken saatlerde, köpeklerim Tarçın'la Toprak'ın hava almalarını sağlamak için, kendimi Sultanahmet Parkı'na attım. Köpeklerim, sokak köpekleriyle gezinip toplumsallaşırlarken, her sabah yaptığım gibi, paltomun sağ cebinden hiç eksik etmediğim kitabımı okumak için açtığımda, yanımda küçük bir gölge belirdi. Kafamı ağır ağır kaldırıp baktığımda, burnumun dibine dek girivermiş bir çocukla karşılaştım.

- Amca, bu köpeklerin ismi ne?

- Şu Tarçın, şu da Toprak...

- Tarçın diye, Toprak diye köpek ismi olur mu hiç?

- Köpeklere, sahipleri hangi adı takarlarsa, köpeklerin adı o olur.

- Yok yok, öyle değil! Şu "goldın" mı?

- Haaa, anladım! Evet, doğru "goldın"...

Benim, çocuğun dediğini birdenbire kabul etmemin nedeni, sağ avucunda gizlediği tinerli bezin kokusunun burnuma dek gelmesiydi. O âna dek, çocuğun dünyasını nasıl zenginleştiririm diye kafa yorup, bu sabahlık istihakımı henüz okumaya başlayamadığım "Diriliş" romanının mahzun ve masum sayfalarını aklımın ucundan bile geçirmemişken, burnumun direğini sızlatan tinerin uyarıcı etkisiyle, bu sabahlık da olsa, öksüz kalan Lev Tolstoy'un romanını yeniden düşünmeye başlamakla birlikte, içimdeki insanlık kıpırtısı, hızla, hem de şimşek hızıyla görünmez bir buz dağının en derin yerine dek iltica etmeye yelteniyordu!

- Sen, tinerci misin?

- Evet...

- Neden?

- Boşver be amca! Kaderimiz neyse o olur!! Allah ne yazdıysa, başımıza o gelir!!!

- İyi ama...

- Ne yani, sen kaderine razı değil misin?

- Yani...

- Yanisi yok amca, bizim kaderimiz bu! Kaderimiz neyse onu yaşarız!

- Senin adın ne?

Çocuk, uzun uzun düşünüp derinlere daldıktan sonra, hayatında ilk kez karşılaştığı bir şey görmüş insanların şaşkınlığıyla, ağzına hiç oturmamış bir sözcük fırlattı...

- Masum...

- Adın Masum mu?

- E, evet Masum...

- Bu adı kim koydu sana?

- Ben!

- Neden?

- Çünkü, ben masumum...

- Nerelisin?

Yine uzun uzun düşündü ve aklının gayya kuyusundan bir sözcük çıkarıp suratıma fırlattı...

- Mardin...

Ve... Yanımdan hızla uzaklaşıp köpek yoldaşlarının yanına sökün eden Tarçın'la Toprak'ın peşine düştü...

Ben, "Diriliş" romanının sayfaları arasında gezinmeye başladığımda, bir ara kafamı güneşe doğru kaldırma ihtiyacı hissettim.

Ancak...

Kesif bir sessizlik içerisine gömülmüş olduğumu duyumsayıp etrafıma baktım ve daha önce çimenlerin üzerinde uyuyan iki çocuğun yanına henüz kıvrılmış Masum'un horul horul uyuduğunu gördüm. İlkel bir refleksle çocukların üzerine yorgan örtmek istedim!

Ancak...

"Hava toprak gibi ağır"dı...

Ve çocuklar, "toprakta karınca, suda balık, havada kuş kadar çoktu"lar...

***

Not: Yukarıdaki yazıda yatık ve tırnak işareti (") içerisinde kullanılan dizeler, Nâzım Hikmet'in "Kerem Gibi" ve "Kuvâyi Milliye" şiirlerinden alınmıştır...