23 Kasım 2010 Salı

DOBRA DOBRA SÖYLEŞİ’YE KATKI

Yücel Erten

Metin Tiyatro Tiyatro Dergisi Aralık 2004 sayısından alınmıştır - Fotoğraflar Tiyatrom.com İzmit eylemi arşivinden

Mustafa Demirkanlı’nın İzmit (Şimdi artık Kocaeli) Şehir Tiyatrosu’nun Genel Sanat Yönetmeni Ragıp Savaş ile yaptığı söyleşiye aynı yöntemle yanıt verme önerisini geri çevirdim. Dobra dobra söyleşi şansımı, Ragıp Savaş’ın dedikodu ve iftiralarla dolu televole yaygaralarına harcamak istemedim çünkü.

Hangi düzlemdeyiz?

Öncelikle Ragıp Savaş’ın düşünme biçimi ve düzeyi hakkında bir fikir edinmekte yarar var. (Düşünerek konuştuğunu varsayıyorum. Değilse haber versin de akıntıya kürek çekmeyelim!) Bunun için size söyleşiden 3 inci seçtim. Bakın, kararı siz verin.

Bir: Demirkanlı, Savaş’a “demokrat” olmadığını söylüyor. Yanıt şöyle: “Olur mu öyle şey, ben demokrat bir aileden geliyorum ve ailemin tüm fertleri CHP’lidir.” Nasıl yani? Demokratlığınız için ailenizin yedi göbek parti aidiyetini kanıt olarak sunuyorsanız, sizinle ve anlayışınızla işimiz var demektir. Savaş bunu başka yerlerde de tekrarladı. Böyle bir referans gösterme biçimi var mı? Hitler’in babası ile dedesi de boş vakitlerinde yahudi kesmiyorlardı herhalde?

İkincisi, o 7 sayfalık söyleşinin 6. Sayfasında. Yani Demirkanlı’nın doğruları anlatabilmek için verdiği olağanüstü çabanın, demokrat ve sanatçı duruşuna ilişkin derslerinin sonunda: “Sizin söylediklerinizi çok iyi anlıyorum ve katılıyorum da, ama Türkiye bu işler için hazır değil, buna inanıyorum.” Bu artist arkadaş, Vatan gazetesinin eki “Kırmızı”da “orta sayfa güzeli” pozları vererek yaptığı bir röportajında, Türkiye için cesur sayılabilecek bazı ifadeler kullanmıştı. İyi de şimdi konu bir yerel yönetim tiyatrosu olunca, neden tutum değiştiriyor, ya da anlayışı değişiyor? Türkiye’nin nelere hazır olup olmadığına, (daha doğrusu Türk Tiyatrosunun, çünkü burada konumuz belediyeler falan değil, doğrudan Türk Tiyatrosudur) karar verebilme cesaretini göstermek için yeterli dayanakları var mı, ayrıca göreceğiz.

Ve üçüncüsü de, derginin haklı olarak söyleşinin manşetine taşıdığı doruk nokta: Demirkanlı soruyor: “Siyasi iradenin sanat üzerindeki denetim ve yönetim haklarının sınırlanması gerekmiyor mu?” Yanıt göz yaşartıcı: “Şimdi doğru söylüyorsunuz da, Türkiye buna hazır mı? Bence değil.” Okuyunca ben utandım doğrusu.

Ben de bunlara bakarak şu saptamayı yapıyorum: Dünya görüşü, ufku, birikimi ve bilgisi bakımından Ragıp Savaş, ciddiye alınıp da tartışmaya girilecek birisi değildir. Ama kamuoyuna saygım nedeniyle sözkonusu söyleşiye ilişkin görüşlerimi belirtmeden geçemeyeceğim. Belki biraz da Türk Tiyatrosu’nun geleceğine ilişkin yeniden yapılandırma çalışmalarına duyduğum bağlılık nedeniyle…

Hile ve hülle

Burada konunun özünde duran olayın bir özetini yapmak zorundayım. 28 Mart seçimlerinden sonra İzmit’te belediye yönetimine gelen anlayışın tiyatro için iyi niyetler beslemediği kısa sürede anlaşıldı. Ben 28 Haziran tarihinde Başkan’a bir yazı yazarak, yeni belediye yönetiminin tiyatroda bir kuşatmayı andıran hareketleri olduğunu, burada düzelme olmazsa istifa etmek zorunda kalacağımı belirttim. Başkan benimle görüşmek nezaketini göstermedi. Demek Belediye zaten pusuda bekliyormuş ki, iki gün sonra bir başkan yardımcısı, yerime bir atama yapacaklarını ve işi hemen o gün bitirmek istediklerini söyledi. Ben de buna bir itirazım olmadığını, ancak o işin başkanın bir ıslık çalmasıyla olmayacağını, yönetmeliğe uygun gerçekleşmesi gerektiğini belirttim. Adayların yönetim Kurulunca belirlenmesinden hemen sonra da istifa edeceğimi söyledim. Bunu ayrıca 2 Temmuzda kurum çalışanlarına yolladığım veda mesajında şöylece duyurdum: “Yönetmelik gereğince Yönetim Kurulumuzun, 21 Temmuz tarihinde yapacağı ve başvurular arasından belirleyeceği üç adayı Büyükşehir Belediye Başkanı’na önereceği toplantıdan sonra, ben de istifamı sunacağım.” Buna rağmen belediye yöneticileri bu tarihi beklemediler. 9 Temmuzda görevimin sona erdiğini bildiren bir yazı aldım. Yönetim Kurulu, ben görevden alınmış olduğum için katılamayacağımdan; önceden belirlemiş olduğu tarihte, yani 21 Temmuzda yönetmeliğimiz uyarınca, en kıdemli sanatçı üyemizin başkanlığında toplandı. Yine yönetmeliğimize uygun olarak başvurular arasından 3 aday belirleyip Başkan’a sundu. Başkana sunulan adaylar arasında Ragıp Savaş yoktu.

Buraya kadar normal işleyen süreç, bundan sonra hile ve hülle ile bozuldu. Çünkü sonra yönetmelik hükümleri çiğnenerek Ragıp Savaş Genel Sanat Yönetmeni atandı. İşte olayların özeti budur.

Ne ki Ragıp Savaş şöyle diyor: “Yanlış biliyorsunuz. Yücel Bey Belediye Başkanı’na bir mektup yazıyor, bu şartlar altında sizinle çalışamayacağım diyor ve başkan da o zaman istifanızı rica ediyorum diyor. Ama nedense Yücel Bey istifa etmesi gerekirken kararından vazgeçiyor ve bu yüzden de görevinden alınıyor. Yani kalmak için bence çok ısrarcı oldu ve hâlâ da oluyor, nedense.” İzmit Şehir Tiyatrosu’nda görevimin devamı için hiç bir niyetim, hiç bir girişimim, hiç bir hareketim, hiç bir açıklamam olmamıştır. Tersini bilen, gören, duyan varsa; çıksın söylesin, kanıtlasın, hodri meydan! Ama çıkmazsa, Ragıp Savaş kendini paranoyak olarak ilan edecek mi? Kişisel iftiralara ayrıca döneceğim. Önce bu tür çarpık söylemlerle yola çıkan birisi, nerelere kadar gidiyor, onu bir görelim.

Padişahım çok yaşa

Görüldüğü gibi, kavganın ekseninde bir yönetmelik maddesi durur. Yönetmeliğe göre, tiyatronun Genel Sanat Yönetmeni belirleneceği zaman, Yönetim Kurulu, başvurular arasından 3 aday belirleyerek Belediye Başkanına sunar. Başkan da bunlar arasından tercihini kullanıp atamayı gerçekleştirir.

Siyasilerin her zaman tiyatro konusundaki birikimlerinin yeterli olmayabileceği, hatta danışmanlarının da yeterli olmayabileceği açıktır. Bu madde, liyakat konusunun siyasiler tarafından bilerek ya da bilmeyerek gözardı edilebileceği olasılığı gözönüne alınarak konulmuştur. Tiyatronun Genel Sanat Yönetmeni konusunda, yine tiyatronun yönetim organı olan Yönetim Kuruluna ayıklama, seçme ve önerme şeklinde sınırlı bir hak tanır. Tiyatronun öz erkine saygı duyulması bakımından önemlidir ve bildiğim kadarıyla da Türkiye' de ilktir.

Ama AKP’li yerel yöneticiler ve bütün uyarılara rağmen onlara bilerek ve isteyerek alet olan Ragıp Savaş, göz göre göre, gözdağı vere vere, timsah gözyaşları döke döke yürürlükteki bir yönetmeliği çiğnemişlerdir. Savaş şimdi bu günahını ibretlik laflarla tevil etme yolunu aramaktadır. Bakın yaşanan bu süreci ve bir ödenekli tiyatroyu nasıl algılıyor:

“Tiyatro, belediyeye bağlı kurumlardan bir tanesi. Yani İSKİ, İGDAŞ vs. gibi ama tabii ki bir sanat kurumu. Belediye Başkanı da bu kurumda hiç mi söz hakkına sahip olmayacak? Siz bence tamamen imkansız ve olanak dışı fikirlere sahipsiniz. Bence Türkiye’de yaşıyoruz ve Türkiye’ye göre konuşalım. Belediye Başkanı, seçilmiştir ve tabii ki atama hakkına sahibim diyebilir, hakkıdır.” Keşke bu arkadaşa sözünü ettiği kurumlardan birinde bir genel müdür yardımcılığı filan ayarlasalardı! Güzel güzel Türkiye’ye göre geyikler yapar, mesut maaşlı memur olarak Türkiye’de yaşardı. Böyle “imkansız ve olanakdışı fikirler”le kafasını karıştırmamış olurduk. Hayır, ona da yazık yani!

Tabii ki belediye başkanı gerektiğinden fazla söz hakkına sahip olmayacak! Belediye başkanı seçildi diye, padişah seçilmedi ya! Kamu görevine seçildi. İşini yapacak. Kuralına göre tercihini kullanıp belli bir süre için sanat yönetmeni atayacak; sonra da tiyatronun hiç bir işine karışmayacak! Herkes kendi işini yapacak! 20 yıldır bu türküyü söylüyoruz, hiç mi duymadınız? Özerklik diye bir dizi var, hiç mi görmediniz?…

Şu da Yönetim Kurulu’nun 3 aday belirleyip başkana önermesine ilişkin madde hakkında: “Tiyatro adına kazanılmış hak! Bence size göre bu böyle. Tiyatro adına haklar böyle padişahlık usulü yönetmeliklerle olmaz maalesef. Niye başkaları çok mu bilgisizdi de bu maddeyi daha önce düşünememişler tiyatro adına kazanılmış hak olarak? Kusura bakmayın, sizin engin bilginizden, olgun demokrat düşüncenizden ve özgürlük aşkınızdan haberimiz yoktu da; yanılıp tiyatronun esenliği ve özgürlüğü adına bir adım atmışız. Oysa tiyatro adına haklar böyle yönetmeliklerle olmaz tabii. Seçildi diye kendisini muhtemelen padişah sanan siyasilerin karşısında elpençe divan durarak, el etek öperek, maşa olarak kazanılır böyle haklar! "Yani kimse kimseyle el ele verip de birşeyleri yok etmemiştir. Bana göre bu yönetmelik maddeleri bir kazanım değil ki yok edilsin.” Kim demiş yok ettiniz diye? Sadece yeni bir yönetmelikle geri aldınız. Aslında ne iyi ettiniz de geri aldınız. İsabet buyurdunuz. Hatta ben diyorum ki hazır böyle yeniçeriler gibi naralar atarak yola çıkmışken, acaba bir sille-i osmanî ile bazı temel demokratik hakları falan da mı geri alsak? Kızmayın canım, hani bu da fikir yani…

Ragıp Savaş’ın sanatçı olarak duruşuna, daha doğrusu duramayışına bakınca, şu lafı da bir ara kazara ağzından kaçırmış olsa gerek diye düşünüyorum: “Ödenekli tiyatrolardır ve bu kurumlar biraz da olsa özerk bir yapıya sahiptir.” Aman üstad, kerem eylediniz, isabet ve ihsan buyurdunuz. Yalnız o ihsan ettiğiniz özerklik, sizin anladığınız kadarcıksa; gölge etmeyin başka ihsan istemez!

Yukarıdaki ifadelerin vahim çelişkisini, sanat kurumlarının özerkliği ya da iktidarla ilişkisi üzerine pek fazla düşünmemiş, kafa yormamış, düşünce üretmemiş olmasına bağlayıp, ilerleyelim.

Yalan ömrü uzatırmış

Ragıp Savaş az insanda rastlanabilir bir ağız kalabalıklığı ile gerçekleri çarpıtıyor. Her şeyi işine geldiği gibi yorumluyor. Örneğin: “Belediye Başkanı ya da benim tarafımdan çiğnenen bir yönetmelik söz konusu değil.” E kim çiğnedi bunu yahu?

“Yücel Erten görevinden alındıktan sonra zaten o kurumun yönetim kurulu otomatik olarak lağvolur.”Yönetim Kurulu Ragıp Savaş’ın keyif ve kebap durumlarına göre lağvolmaz. Ne hukuken ne de idari gelenekler içinde böyle bir uygulama yok. Anayasa Mahkemesi Başkanı gidince, mahkeme üyelikleri düşüyor mu? Ya da rektörün süresi dolunca mütevelli heyet istifa mı ediyor?

“Vekaleten görev yapan Yücel Erten görevden alındıktan sonra üç ismi içeren yönetim kurulu yapılmıştır. Lağvedilen bir yönetim kurulu nasıl karar alabilir ki?” Lağvedilmemiş, yönetmeliğe uygun şekilde toplantısını yapmış, kararını Başkana sunmuştur. Belediye Meclisindeki Kültür İşleri Komisyonunun başkanı olan Yönetim Kurulu Üyesi de bu toplantıda bulunmuş, diğer üyelerle ihtisas ve liyakat konusunda tartışmıştır. Yönetim Kurulu lağvedilmiş ise, başkan vekilliği de yapan bu üyenin o toplantıda ne işi vardır? Hem zaten Yönetim Kurulu 9 Temmuz itibariyle lağvolmuş ise, Ragıp Savaş neden tam 7 hafta sonra, 1 Eylül tarihinde yönetim kurulu üyelerine “üyeliğiniz görülen lüzum üzerine düşürülmüştür” diye yazmak gereğini duysun? Yönetim Kurulu üyeleri neden el altından istifaya zorlansın? Görülüyor ki uydurmaların haddi hesabı yok.

Ama Ragıp Savaş karakuşî hükümlerinde ısrarlı: “O yönetim kurulu toplantısını yapıp üç ismi açıkladığında ben zaten resmi olarak atanmış ve görevdeydim.” Demirkanlı müdahele ediyor: “Doğru söylemiyorsunuz? Dört aday vardı biri de sizdiniz.” Yanıt şöyle: “Hayır, ben o tarihte vekaleten atanmıştım. Yani yapılan yönetim kurulu geçerli değildi. Çünkü yeni yönetim kurulu oluşacaktı.” Oluşacaktı ne demek? Yeni Genel Sanat Yönetmeni görevine başlayıp, yeni üyeleri belirlemedikçe, eski Yönetim Kurulu sürer. Atanmış idiyseniz, aday olarak özgeçmişiniz Yönetim Kurulu’na neden sunuldu? Atanmış idiyseniz, yeni Yönetim Kurulu’nu oluşturmak için neden 7 hafta beklediniz? Atanmış idiyseniz, 7 hafta boyunca bunu iki satırlık bir yazı ile çalışanlara duyurmak aklınıza gelmedi mi? Yoksa o şekilde atanmayı gözünüz yememişti de; cebren ve hile ile yönetim kurulundan sizin için karar çıkmasını sağlamaya mı çalışıyordunuz? Çocuk mu kandırıyoruz, kukalı saklambaç mı oynuyoruz?

Bir laf kalabalığıdır gidiyor: “Genel Sanat Yönetmeni görevden alındığı zaman tiyatronun Yönetim Kurulu da düşer, kendi kendine fesh olur. (…) Göreve atandığım yedinci aydan itibaren benim görevim resmileşti. Bu tarihten itibaren yapılan Yönetim Kurulları’nın hiçbir hükmü ve yaptırımı yoktur.” En kıdemli sanatçı üye olan Arzu Bigat Baril’in başkanlığında yapılan toplantı geçerlidir, resmidir. “O toplantılar, kendi arkadaşlarını toplayarak kendi kendilerine yaptıkları Yönetim Kurulları’dır.” Kim kimin arkadaşını toplayıp Yönetim Kurulu yapıyor? Firuze mi bu? “Hiçbir geçerliliği yok. Yönetim Kurulu fesh edilmiş durumdaydı.” İyi de o 7 haftayı hangi cebimize sığdıracağız şimdi biz? Neden ilk toplantısına gidip toplantının yasal olmadığını belirtmediniz? Yasal olmayan toplantıda belediyeden gelen üye neden bulundu? Karar defteri neden yazıldı? Bakkal defteri mi bu?… Yönetim Kurulu fesholmuş olsa fesholmuş olurdu. Olmadığına göre, şimdi Ragıp Savaş’ın kafasına fes oldu!

Yürüyüş

Konu yalnızca sanatçı duruşu değildir. Bana sorarsanız, bir de sanatçı yürüyüşü vardır. Şimdi bakalım, Ragıp Savaş bu Pirus zaferine ulaşırken, nasıl yürümekte ya da nasıl koşmaktadır. Şu sözlerde biraz esrik bir hal yok mu: “Burada herhangi bir keyfilik ve hukuka saygısızlık yok ki. Tam tersi benden önce hiçbir kurumda emsali ve uygulanmışlığı olmayan bir yönetmeliği ilk haline döndürerek yapılan keyfi davranışı düzelterek hukuka saygılı hale getiriyoruz.” O göreve nasıl, hangi yöntemle gelmiş olursanız olun, böyle başına-gözüne konuşarak yasal dayanakları karalayamazsınız. Siyasilerle el ele verip değiştirebilirsiniz ama, karalayamazsınız! Demokratikleşme mücadelesi bu tür belgelerin referans alınması ile ilerler. Hatırlayın, birileri 61 Anayasasını aşırı demokratik bularak, özgürlüklerin üzerine tül örtmüştü. O gün bu gündür, 61 Anayasası bu ülkede demokrasi mücadelesi için bir referans olarak kaldı. Yeniden o noktaya gelebilmek için mücadele verildi.

Aslında, demokrasi gelenekleri oturmamış ülkelerde, bireylerin hatta sanatçıların, demokrasiyi, özerkliği, hele sanatsal özerkliği bir bakışta tanıyamamaları; ne yazık ki alışık olduğumuz bir durum. Ragıp Savaş da 1966’da doğduğuna göre, Netekim Paşa’nın nutuklarını dinleyerek büyüyen şanssız kuşaktan oluyor. Dolayısıyla Mart çocuğu, Eylül delikanlısı olduğu anlaşılıyor. Bu konularda bir fikri olmamasını normal karşılamak gerekir. Şimdi kucak kucağa olduğu siyasiler tarafından kapının önüne konduğu gün anlar belki.

Ayrıca şu “emsali ve uygulanmışlığı olmayan” ne demek? Kusura bakmayın ama, biz o yönetmeliği iki yıl çatır çatır uyguladık, sizinhaberiniz olmamış. Üstelik bir yönetmeliğin daha önce uygulanmamış olması, uygulanamayacağı ya da yanlış olduğu anlamına gelmez.

Savaş şecaat arzederken sirkatini söylüyor: “Yönetmeliğimiz meclis kararı ile değişti. Türkiyenin en eski sanat kurumu İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın yönetmeliğini örnek aldık. Kendimiz yönetmelik yapmadık.” Burada “biz” dediği kim acaba? Kurum çalışanları mı, belediyebeylerle belediyebayanlar mı? Neyse ki bir teselli noktamız var: Kendimiz yapmadık, İstanbul'dan kopya çektik diyor. Türkiye’nin en eski sanat kurumundan. Aferin vallaha! Yönetmelik dediğin yıllandıkça değer kazanır çünkü. Tüh, bak biz bunu akıl edememişiz işte!

Yalnız, eskinin değerini bilen bu genç arkadaş biraz fazla kraldan fazla kralcı: “Şimdi savunduğunuz bu eski yönetmelikte yönetim kuruluna bakın 9 kişi, 6’sı tiyatrodan, 3’ü belediyeden. Bu nasıl bir durum. Siz olsanız bunu kabul eder misiniz? İşte bunlar idari boyutlarda problemlere yol açıyor maalesef.” Yandı gülüm keten helva! Bu noktada, İzmit’te yerel yönetime hakim olan siyasilerin, “Kırmızı”da beyan ettiği asrî görüşlere rağmen, neden Ragıp Savaş’ı böyle sahiplendiklerini anlıyoruz. Belediye çoğunluk oluşturarak baskı kurmak istiyor. İyi amabelediyeyi yönetmeyecek ki bunlar, tiyatroyu yönetecekler! Oldu olacak, 9’u birden belediyeden olsun. Onlar söylesin, Ragıp Savaş ve benzerleri yapsın. O zaman problem olmaz belki! Ama Demirkanlı yakasını bırakmıyor: “Neden problem olsun ki? Bir yerel yönetimin görevi belirli bir bütçeyi aktarmak ve onun nasıl kullanıldığını denetlemektir. Bu denetim mekanizmaları da her düzeyde mevcut. Gerisi tiyatrocuların işi olmamalı mı?”

Savaş’ın yanıtı çok basit. Halının altına süpürmece: “Tabii ki olmalı sanatsal kısımlar zaten bize ait.” İyi de, sanatsal kısımlarda iştah açıcılardan neler var acaba? Repertuvarımızı, personel politikamızı özgürce belirleme ve bütçemizi engelsiz kullanma hakkımız var mı? Varsa niye çoğunluk belediyeye geçiyor? “Bu yönetmelik başka hiçbir kurumda yok, uygulanmışlığı da yok.” Yeri gelmişken belirtelim: İzmit Şehir Tiyatrosu yönetmeliğinin çalışmaları, tüm kurum mensuplarının katkı ve önerilerine açık biçimde yürütülmüş; Yönetim Kurulu'nun tam mutabakatı ile biçimlenmiş, Belediye Meclisinde kabul edilmiş, Sayıştay tarafından da onaylanmıştır. Bunun neresi keyfi?

“Ben çağrıldığım zaman bu üç aday arasında olursam görevi kabul ederim, etmem gibi bir pazarlık yapmadım.” Bu ifadenin yanıtını, İzmit güncesinden ödünç alıyorum: “14 Temmuz Çarşamba. İzmit Şehir Tiyatrosu Yönetim Kurulu Üyesi Sanatçı Arzu Bigat Baril ve Sanatçı Funda İlhan İstanbul’da Ragıp Savaş ile görüştüler. Ragıp Savaş ‘Yönetim Kurulu’nun önereceği üç adaydan birisi olmazsam, kesinlikle bu meseleyi noktalayacağım ve sizin yanınızda olacağım’ dedi.” Arzu Bigat Baril ve Funda İlhan yalan mı söylüyorlar? Ben şimdiye kadar yalan söylediklerine tanık değilim. Şimdi neden sürekli oryantal yapan Ragıp Savaş’a inanacağım? Yoksa Savaş onlara öyle dedi de Belediye görevlilerine başka mı? Akım mı diyor, kakım mı, anlayalım!

Kurtla kuzu

Hani kurt kuzuya, derenin alt tarafından su içtiği halde “suyumu kirletiyorsun” demiş ya. Ragıp Savaş’ın bana yönelik ucuz saldırıları, bunu hatırlatıyor. Bir göz atalım:“Neden siyasi irade sanata, kuruma ve sanatçıya zarar vermeden siz onların boğazına sarılıyorsunuz anlamıyorum. Bu hamleyi yaparak size dokunmayan bir tarafa zaten antipatik gösteriyorsunuz kendinizi.” Siyasi iradenin boğazına kim sarılmış anlamadım? Kurdun suyunu mu kirlettik acaba?… “Bırakın somut olarak bir mücadele yapılsın ve biz de o zaman haklı olarak, camia olarak yapılanların karşısına çıkalım ve savaşalım.” İzmit Şehir Tiyatrosu Sanatçıları doğru bildikleri düşünceler adına somut olarak bir mücadele verdiler. Siyasilerin teknesinde durarak onları dümen suyunda boğan kahraman da Ragıp Savaş oldu. Tarihe bu böylece kayıt düşüldü… “Siz hiç bir somut diretmeye maruz kalmadan siyasi iradenin sanat üzerindeki denetim ve
yönetim haklarını sınırlamaya giderseniz işte asıl o zaman sıkıntı başlar." Somut diretmeleri ve bir kuşatmaya doğru ilerleyen dayatmaları, 28 Haziran tarihli yazımda sergilemiştim. Her şeyi bildiğini iddia eden Ragıp Savaş onu da okusun! Bir gün kopya çekmek ihtiyacını duyabilir. “Bağlı bulunduğunuz ita amirliğinizle muhakkak ve muhakkak uyum içerisinde çalışmak zorundasınız.” Bu arkadaş bir de Dürrenmatt’ın “Uyarca” adlı oyununu okusa iyi olacak sanırım. Eğer bir kabahat sayılmayacaksa söyleyeyim, ben çevirdim.

“Böyle yönetmelikleri var edip ödenekli tiyatroları daha da zora sokmayı mı istiyorsunuz?” E yuhunuz artık yani!

Çamur at, izi kalsın

Ragıp Savaş çamur atarak konuşmayı pek benimsemiş. Şöyle diyor: “Üç aday meselesinin tiyatroyu koruyucu bir şey olduğunu sanmıyorum. Tam tersine Yücel Bey’in şahsını korumak, kendi işini garantiye almak için uyguladığı bir sistem olarak görüyorum.” Ragıp Savaş fazla yemiş, kâbus görüyor anlaşılan… Üç aday konusu, tiyatro alanında hiç bir birikimi olmayan bir siyasetçinin, tiyatroya tepeden inme ve uygunsuz bir atama yapmaması içindir. Genel Sanat Yönetmenliğine gönüllü olabilecek değerli sanatçıların, siyasiler nezdinde entrikalara yeltenmeden kuruma başvurarak aday olabilmeleri içindir. Adaylar arasında ihtisas ve liyakat bakımından bir ön eleme yapılması yararlı olacağı içindir. Böyle bir değerlendirmeyi yapabilecek en uygun organ, tiyatronun Yönetim Kurulu olacağı içindir. Tiyatronun Yönetim Kurulu’nun belirleyeceği adaylar arasından bir atama yapılırsa, halef ile selef arasında uygun ve uygar bir geçiş sağlanabileceği içindir. Tiyatronun siyasilerin velayet ve vesayetinden kurtarılması, yani ergin ve erkin kılınması içindir. Özetle tiyatronun özgür, özerk ve özgün olabilmesi içindir. Anlatabildim mi?… Ben işimi garantiye alma düşüncesi ile yaşayan birisi olsam, herhalde şu anda 12 yıllık Devlet Tiyatroları Genel Müdürü olurdum.

“O resmi olmayan yönetim kurulunun çıkardığı isimlere bakınca esas hüllecilik orada vardır. Yücel Erten’e yakın üç isim yani Yücel Erten kurumda resmi olarak görev yapmayacak ama uzaktan idare edecek. İşte size hülle!” Cevaben diyorum ki, külliyen yalandır ve de kem söz sahibine (Dikkat! Dizgide bozmayalım lütfen:) aidstir! İşte bu da size gülle!… Ragıp Savaş, bulanık kafası ile yalnızca bana değil; İzmit Şehir Tiyatrosu Yönetim Kurulu’nda bu seçimi yapmış değerli sanatçılara, daha da beteri, bir kurumu yönetmeye layık görülmüş Ayşenil Şamlıoğlu, Mehmet Birkiye ve Ahmet Mümtaz Taylan gibi üç değerli meslekdaşımıza hakaret ediyor. Bu isimlerin her biri sanatında kendini kanıtlamış, benim de saygı duyduğum insanlardır. Neden bana yakın olsunlar? Bir yakınlıkları varsa da, bu neden Ragıp Savaş’ın kafasındaki gibi kirli bir yakınlık olsun? Neden öyle bir ihtiyaç hissetsinler? Hele hele benim uzaktan kumandamı neden kabul etsinler ki? Ragıp Savaş, kendisi AKP yönetiminin maşası oldu diye, herkesi başkasının maşası olur mu sanıyor? Ayıptır yahu! “Ayrıca bu isimlere baktığımda kendimi daha doğru bir isim olarak görüyorum.” Eh iyi, ben de kendisine acil şifalar diliyorum.

“Hukuka aykırı bir şey varsa gider davalarınızı açar ve takip edersiniz. İstifa edersiniz ve hukuki mücadelenizi yaparsınız. Kurumdaki görevinizden alınmışsınız, yerinize birisi atanmış, hukuksuzluk var diye bağırıyorsunuz ama açtığınız bir tane bile dava yok! Komik.” Ragıp Savaş’ın aklı fazla geliyorsa, böyle saçıp savurmasın, ihtiyacı olacak! Ben ne zaman dava açıp ne zaman açmayacağımı ondan öğrenecek değilim!.. “Sonra dışarıdan manüpilasyonlara devam ediyor hukuksuzluktan bahseden Yücel Bey ve İzmit’teki çavuşlarına emir veriyor generalimiz: Engelleyin, tökezletin, gerekirse perde açtırmayın! Bravo! Bravo! Bravo! Yücel Erten Bravo! Yani siz oradan alındınız ya; yansın, batsın artık o kurum değil mi?” Ha gayret neşeli genç, biraz daha kendinizi doldurursanız, numaranızı saklayarak açtığınız telefondaki gibi konuşmaya başlayabilirsiniz! Ama cevabını da alırsınız, hiç kuşkunuz olmasın! Yücel Erten’in bunları yaptığını iddia edebilmek için Ragıp Savaş diye biri olmak gerekiyor demek ki!

Bir kere İzmit Şehir Tiyatrosu sanatçılarının onurlu mücadelesine özellikle uzak durdum. Çünkü istemediklerini hissettirdiler. Hem mücadelelerinin bir Yücel Erten sorunuymuş gibi algılanmasını istemediler, hem de çevreye uzaktan kumanda ile yönetiliyormuş gibi bir izlenim vermekten kaçındılar. Bunun kendi tiyatrolarını koruma mücadelesi olduğunun altını herkese karşı daha net çizmek istediler. Karşı tarafın her şartta “uzaktan kumanda”ya hükmedeceğini tahmin etmeme rağmen; bu duygularına saygı duydum, uzak durdum. Tek tük toplantılarına katıldıysam da, daha çok dinledim ve bir birey olarak görüşlerimi söyledim. Ancak 2.5 ay sonra, genç sanatçıların, baskı ve tehditler karşısında bir dar boğaza girdikleri yerde onları yalnız bırakmamam gerektiğini düşündüm ve kendileriyle gruplar halinde görüşmeler yaptım. Bu görüşmelerde yerine göre tahliller, yerine göre de şeytanın avukatlığını yaptım. Üstelik bunu böylece nitelendirerek. Başka türlüsü benim ahlakıma sığmaz.

Beni tanıyanlar bilir ki, üretimin engellenmesini, oyunların ya da provaların sabote edilmesini, tiyatro için uygun bir mücadele yöntemi saymam. Üstelik tiyatro aşkı, tiyatro ahlakı, sanatsal üretim ve kurum saygısı, benim için tiyatroda en üst sırada duran değerler olmuştur.

Yönetim Kurulu Üyeleri, hukuksuzluğu gün ışığına çıkarıp tarihe kayıt düşmek isterlerken kendileriyle görüştüm ve elde etmek istedikleri sonuca ulaşabilmeleri için katkıda bulundum. Uygulanan maddi ve manevi baskılar sonucunda, yılgınlık ve safdillik karışımı bir duygu ile belediyenin ve Ragıp Savaş’ın hukuksuzluğunu legalize edecek bir davranış sergilenmesini önlemekte de katkılarım oldu. Bu da çekineceğim, saklayacağım bir konu değil. Ragıp Savaş’ın bu süreci anlayıp anlamayacağı hiç umurumda değil. Çünkü bütün süreci nasıl tanımladığını zaten “çavuş”, “general” gibi sözcüklerden anlıyoruz.

Zalimin zulmü varsa, cahilin cüreti var

Söyleşide bir bölüm var ki, uzunca bir ders tutmamızı gerektiriyor. Önce sorusu yanıtı ile o bölümü hatırlayalım: “RS- İki yılda 11 oyun sergilenmiş. Oyunların çoğu röpriz, yani Yücel Bey’in daha önce de başka yerlerde sahneye koyduğu oyunların nerede ise aynı. Bu 11 oyunun 5 tanesini kendi sahneye koyuyor ve koyduğu oyunlardan da maaşı dışında yönetmenlik parası alıyor! Bu hiçbir ödenekli tiyatroda bu güne kadar olan bir şey değil. MD- Nasıl, Genel Sanat Yönetmeni olarak göreve devam ederken ayrıca reji ücreti mi almış? RS- Evet. MD- Bu bana da biraz tuhaf geldi.”

Doğrusu Demirkanlı’ya bunun tuhaf gelmesine şaşırdım. Kurumda kadrolu olsam, peki tuhaf gelsin. Ama konuk olarak, bir aylık oyuncu maaşına denk bir ücret karşılığında bir görevi yürütüyorsam, ikramiye falan almıyorsam (ortalama alındığı zaman oradaki genç sanatçılardan daha az ücret aldığım anlaşılır), üstüne bir de rejisörlük yapıyorsam, tabii ki reji ücreti alacağım. Bu hiç tuhaf gelmesin. Aksi takdirde rejisörün telifine yan gözle bakmış gibi oluruz. Açıklayayım da herkes anlasın:

Rejisör olarak ücretimi ödeyeceksiniz, çünkü o ayrı bir telif konusudur. Tersini düşünenlere de birlikte şunu söyleyeceğiz: Varsayalım iyi bir yönetmen, Genel Sanat Yönetmeni olarak oyunlar sahneliyor ve bunun için ek bir ücret almıyor. Adam aynı zamanda iyi tiyatro müzikleri besteliyorsa; Genel Sanat Yönetmenidir diye müzik telifini de mi ödemeyeceksiniz? Ya bir de dört kol çengi bir koreografi yeteneği ise, Genel Sanat Yönetmenidir diye, onu da mı ödemeyeceksiniz? Sözgelimi benim gibi aynı zamanda dekor-kostüm ihtisası da yapmışsa, o işi de yapsın, o telifi de ödemeyin! Bunun bir mantığı var mı?

Ya da tersinden söyleyelim: Yalnızca Genel Sanat Yönetmenliği yapan, ama oyun yönetmeyen biri o durumda daha az mı ücret alacak?…

İki yıl boyunca, Genel Sanat Yönetmeni olarak görevlerimi eksiksiz yerine getirsem, ama İzmit’te oyun sahnelemeyip başka tiyatrolarda oyunlar sahnelesem; kim ne diyebilirdi? Ne mutlu bana ki, aranan bir rejisörüm. O sahneleyişlerden yine aynı parayı, büyük olasılıkla daha fazlasını kazanırdım. Öylesi daha mı iyi, daha mı yararlı olurdu? Daha mı rantabl olurdu? Ama yine konuk rejisörlere aynı ücreti ödeyecektiniz? Sizce hangisi İzmit’e daha fazla katkı koymak…

Kaldı ki, bu uygulama ilk kez benimle de ortaya çıkmamıştır. Ragıp Savaş desteksiz atacağına, haber kaynaklarını bir kontrol etsin ya da açıp yönetim kurulu karar defterlerini okusun.

Niye ille de rejisörün emeğini, sanatsal üretimini ucuza kapatmaya çalışıyoruz? Sayıştay denetçilerinin bile itiraz etmediği bir telif konusuna, bizler hemen gönüllü maliye müfettişi kesilmezden önce, bir durup düşünsek? Sanatçının yaratısı karşısında alacağı telif ücretine böyle bakmamayı öğrensek?

Başarı ölçektir

Ragıp Savaş akıllıca olduğunu söyleyemeyeceğim saldırılarına şunu da ekliyor: “Aynen öyle, oyunların 5 tanesinin telifi kendi üzerine veya eski eşinin. Dünya ve Türk tiyatrosunda başka oyun mu kalmadı telifi size ait olmayan? Oh ne güzel, al bir teksti 3 sayfasını değiştir uyarlama yap ve telif al.” Sözkonusu 11 oyundan 3’ünün telifinde payım vardır. “Barış” ve “Azizname”de uyarlayan sıfatı ile, “İsli-Sisli-Pis-Puslu” adlı çocuk oyununda da çeviren-uyarlayan olarak. Bunların sayısı Ragıp Savaş’ın dediği gibi 5 olsa da bundan bir eziklik duymazdım. Eşim Nesrin Kazankaya ise bugüne kadar İzmit Şehir Tiyatrosu’ndan tek kuruş telif almış değildir. Çevirmiş olduğu “Komedi Sanatı”nın sezon başında oynanması planlanmıştı. Bundan da bir eziklik duymam. Benim durduğum yere, “aman 5 lira daha kazanayım” diyerek gelinmez. Öyle gelinmemiştir. Tiyatro bir bakıma marifet sanatıdır. Varsa bir marifetin, buyur sen de yap. Ananın ak südü gibi helaldir. Dönüp de bakmayız. Çünkü gözümüz oradalarda değil.

Ragıp Savaş neyi öneriyor? İnsanlar oyun yazmasınlar mı? Uyarlama ve çeviri yapmasınlar mı? Telifi kendilerine ait olduğu zaman o oyunları sahnelemek için Ragıp Savaş’tan ya da “Kara kaplı Nizami”den icazet mi alsınlar?

Tiyatro yönetimi icazetle filan olmaz. Bir tiyatroda sanat yönetmenliği yapıyorsan, tiyatroyu başarıya ulaştırabilmek için repertuvarını kendin kuracak, tercihlerini kullanacaksın. “Aman eserde telif hakkım var, sonra söz olmasın” diye bir budalalığa da yanaşmayacaksın. Bu anlamda ben doğru bildiğimi yaptım. Bugün olsa yine aynı şeyi yaparım. İzmit Şehir Tiyatrosu’nun başarısı için öngördüğüm şeyi yaptım, kimseden de bunun için icazet aramadım, aramam! Beni düşündükleri için, bu konuda nazikçe uyaran dostlarım olmuştur. Onları da dinlemedim. “Bunu üç-beş kuruş kazanç için yaptığımı düşünenler olursa; kendi küçüklükleridir” dedim.

İzmit'in seyircisiyle buluşmaya, başarıya ihtiyacı vardı. Görünen köy klavuz istemez. Son iki yıldaki başarı ortadadır. Bunu görmezden gelmek isteyenlere, bıktırıncaya kadar söylerim:

İzmit Şehir Tiyatrosu son 2 yıl içinde: İzmit’e özgü pozitif referansları koruyarak, yönetmelik ve sözleşmelerini güncelledi, kurumsallaşma yolunda ilerledi. Kurallı, ilkeli, takvimli ve programlı bir tiyatro olmayı başardı. İlk beş yılı belgeleyen “Tiyatronun Seyir Defteri” adlı kitabı yayınladı. İlk yılda % 70’lik bir seyirci artışı sağladı. İkinci yılda buna % 18’lik bir artış ekleyerek % 80’lik bir doluluk ortalamasına ulaştı. Büyük çoğunluğu hiç tiyatroya gitmemiş 5 bin çocuğa oyun izletti. Seyircisiyle kucaklaştı, kentin ilgi odağı oldu. Yurtiçi ve yurtdışı turneler yaparak ve başka tiyatrolarla karşılıklı ilişkiye geçerek, adını daha geniş alanlara duyurdu. Yurtiçi ve yurtdışında ödüller ve övgüler aldı, gündeme geldi. Bu sezon için günbegün hazırlanmış takvimi ve İzmit’in rüyalarını süsleyecek, Fazıl Say yönetimindeki “Uluslararası Müzik Festivali”nin programı bile hazırdı. Bu festivalin neredeyse aynı olan bir etkinlik, Türkiye’nin son yıllarda yurtdışında yaptığı en kapsamlı, düzeyli etkinlik olarak, devlet desteğiyle geçtiğimiz ay Berlin’de düzenlendi. Özetle işler yolunda gidiyordu, başarı tartışmasızdı. Ne kadar ciyaklasalar, bu gerçeği değiştiremezler, örtemezler!

Bu ne demek? Tercihlerimiz doğruydu demek!

Peki ya şimdi İzmit’te manzara nedir? Sezon başında sergilenmesi planlanan “Komedi Sanatı” genel provası sezon sonunda yapıldığı, dekoru hazır olduğu halde, Ragıp Savaş tarafından kaldırılmış, tiyatrocu deyimiyle (diğer bütün Yücel Erten sahneleyişleri ile birlikte) gömülmüştür. Neden? Eduardo De Filippo vebalı mıdır? Hayır ama oyun, sanat-siyaset çelişkisini ele alır da ondan. Sanata sorumsuzca müdahele edebileceklerini düşünen yerel siyasetçilerin işine gelmez de ondan! Kurumun parası, işgücü, zamanı, sanatçıların emeği ve heyecanı havaya mı savrulmuş, kimin umrunda?

Ragıp Savaş bir başka Aziz Nesin uyarlamasını sahneleterek “Azizname”yi de kaldırılmıştır. Takunyalar mı dokundu acaba?…

Burnumuzun dibinde çağın en acımasız savaşı patladığı zaman, İzmit Şehir Tiyatrosu Aristofanes’in “Barış”ı ile tavrını koymuştu. İşte iki yıl oldu, savaş giderek acımasızlaşıyor, sivillerin cesetlerini sokaklarda köpekler yiyor; ama Ragıp Savaş, savaşın en kığıştılı günlerinde “Barış”ı repertuvardan kaldırmayı marifet sayıyor.

Artık Can Yücel ustanın dilinden Shakespeare de yok, Turgut Özakman ustanın “Şehnaz”ı da.

Sezon başında sergilenen yeni oyunun konuk yönetmeni, konuk yönetmen yardımcısı, konuk müzikçisi, konuk koreografı, konuk koreograf yardımcısı, konuk dekoratörü, konuk kostüm kreatörü, konuk sanatçısı ve figüranları için 120 milyar harcandığı söyleniyor. Benim yönetimimdeki İzmit Şehir Tiyatrosunun geçen sezondaki tüm prodüksiyon harcamaları bu kadar tutmaz! Bu davranışlarda kamu yararı var mı? Bu tiyatronun esenliğini gözetmek midir? Şimdi bu durumun neresine bakıp da, benim tiyatrodan çıkar sağladığım ima ediliyor?

Bu kaldırdığınız yönetmelik, telifleri ve rejisörü nedeniyle artık oynanmayan oyunlar, tümü tiyatronun başarısı içindi... Aklı başında kim İzmit'e başarısız diyebilir?...

Kendini ve yakınlarını koruma yönetmeliği?

Gelgelelim bu Ragıp Savaş dur-durak tanımıyor. Ajite bir durumu var. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Baksanıza:“Bir yönetmelik yapılmış, hep kendi ve yakınlarını korumaya yönelik.” Üstüme iyilik sağlık! Bunun için yönetmelik mi yapılır? O dediğiniz yönetmelik olmayınca olur. Hem öyleyse bu yönetmelik beni ve yakınlarımı (onlar kim ise?) neden korumadı yahu? “Şimdi size sorarım, Sanat İletişim Koordinatörü ne demek?” Sanat–İletişim Direktörü demek istiyor da dili dönmüyor galiba. “Ne iş yapar, Yönetim Kurulu’nda ne işi var?” Bunların hepsi yönetmelikte yazıyordu ama, vatandaşın okuma-yazması mı zayıf, anlayışı mı kıt, bilemeyeceğim artık… “Dönüp bakın, Sündüz Haşar Devlet Tiyatroları’nda dramaturg olarak çalışmış, B kadrosunda, burada değişiklik yapılıp hem Yönetim Kurulu üyesi yapılıyor hem de A kadrosuna alınıyor.” Bu artist, Bakırköy’de Genel Sanat Yönetmeni’ne yardımcılık da etmiş ama, hiç bir şeyden haberi yok. Yönetmeliğimize göre, bu tür kararlar Yönetim Kurulu’nun oy birliği ile alınır. Daha ne? Üstelik bence çok iyi etmişiz. Beş kuruşluk vicdanı olan herkes, Sündüz Haşar’ın İzmit Şehir Tiyatrosu’na ne büyük yararı ve katkısı olduğunu kabul edecektir. Vicdansızlar da ancak mırın-kırın ederler! “Bir anlamda da gizli Sanat Yönetmeni gibi çalışıyor.” Niye, men ölmüş müyem? “Bu ne kadar doğru, ne kadar kişiye yönelik yapılmış?”Tutun kollarımdan düşecem şimdi!…

Ve son söz olarak şuraya değinelim. Demirkanlı’nın sorusu: “Siz üç hafta önce telefon açıp Yücel Erten’e küfür ettiniz mi?” Yanıt: “Hayır, kesinlikle hayır.” Mustafa Demirkanlı’ya bunu ben anlatmış, iki de tanığım olduğunu söylemiştim. Tam tarih 20 Eylüldür. Yani İzmit Günlüğü’nün internette boy gösterdiği günler. “Böyle söylendi,” Kim söyledi? Bunu duyduğunuz zaman, telefona sarılıp “Aman sayın Erten, böyle böyle bir şey olmuş. Benim böyle bir şey yapmayacağımı bilirsiniz, değil mi” demek aklınıza gelmedi mi? Hani boyuna çok akıllı bir adam edası ile konuşuyorsunuz da!… “Yücel Erten de ‘Bana telefon edildi ama Ragıp değil onun adını kullanak biri küfür etti’ demiş.” Hayır, kimseye böyle bir şey söylemedim. Kime demişim? Telefonda kiminle konuştuğumun farkındaydım. Sanat hayatım boyunca çeşitli tartışmalar, hatta kavgalar içinde bulundum. Ama bu derece bir irtifa kaybı hiç olmamıştı. Niye öyle bir şey diyeyim? Ben şöyle diyorum: Tiyatro aşkı ve ahlâkı, bizim varlık nedenimizdir. Ve biz elden çıkarmadıkça, onu bizlerden kimse alamaz.

(Kaynak: tiyatrom.com)