23 Kasım 2010 Salı

Avukatların okumadığı devrim yapma isteği uyandıran bir roman: "Diriliş"

Diriliş (Воскресение / okunuşu; Voskreseniye)
Yazan: Lev Nikolayeviç Tolstoy (Лев Николаевич Толстой)
Yazılış yılı: 1899
Çeviren: Nesrin Altınova
Yayınevi: Sosyal Yayınlar
Dördüncü baskı: Kasım 2001
Sayfa sayısı: 614

"Korableva: 'Sert davranırlar, çünkü bunun parası yoktu!' diye karşılık verdi. 'Parası olsaydı, becerikli, kurnaz bir avukat tutardı, o da bunu kurtarırdı. Bir tane vardı, adı bilmem neydi, tam bir tilki, eşi menendi yoktu. İşte o insanı sudan çekip çıkarır, üstelik saçının telini bile ıslatmadan, tereyağından kıl çeker gibi! İşte asıl onu tutmalıydı ki!'" (Sayfa: 155)

"Belgelerin incelenmesi işi bitince, başkan adli soruşturmanın tamamlandığını bildirdi. Hiç ara vermeden, davayı bir an önce sonuçlandırma telaşı içinde, savcı yardımcısına söz verdi. Savcı yardımcısının da, her şeye rağmen bir insan olduğunu, onun bir an önce gidip bir sigara tüttürmek, bir lokma bir şey yemek telaşı içinde bulunacağını, belki dinleyicilere de biraz acıyacağını geçiriyordu içinden. Ama savcı yardımcısı, ne kendine, ne de başkalarına acıyordu. Bu hukukçu, liseden altın madalya alarak çıkma bahtsızlığına uğrayan gerçek kara cahilin biriydi. Daha sonra, üniversitede, 'Roma Hukukunda Kalkınma Hakkı (İntifa Hakkı)' konusundaki tezi için bir ödül almıştı. Bu nedenle son derece kendini beğenmiş, kibirli bir adamdı, bunda kadınlar yanında sağladığı başarıların da çok payı olmuştu. Bütün bunlardan ötürü, doğuştan aptallığı olağanüstü boyutlara erişmişti." (Sayfa: 100)

"Başkan solundaki yargıca: 'Bize getirdikleri şu çelişik anlamlı şeye bakın!' diye fısıldadı. 'Bunun anlamı bu kız için kürek mahkumiyeti demektir, oysa, hiç kuşkusuz ve pek kesinlikle masum o kız!'" (Sayfa: 116)


***


Hilmi Bulunmaz
24 Kasım 2010



Ben, içinde bulunduğum toplumsal koşulların zorlaması sonucu, handiyse okul yüzü görmedim. Örnekse, beş yıllık ilkokulun dördüncü sınıfını hiç okuyamadım. Dördüncü sınıfı okumam gereken yıl, sol bacağım, birkaç yerinden kırılıp beni yatağa bağlamıştı. Yatağa bağlandığım ve annemle babamın ayrıldığı bin dokuz yüz altmış beş yılında, düş gücümü geliştirmekle birlikte, gerçeküstü öyküler de dinlemeye başlamıştım.

Türkiye'nin en ışıltılı kenti İstanbul'da, bu kentin şirin ilçesi Beykoz'un Çubuklu Köyü, Kiremitdere Mezrası'nda dünyaya gelmem, düş gücümün zenginleşmesini sağlamış olsa da, elektriği bile bulunmayan bu birkaç hanelik yerde pilli radyodan başka herhangi bir iletişim aracı bulunmaması, neredeyse ders kitaplarının dışında başka bir kitap türü olabileceğini düşlememi bile engelliyordu.

Bacağımın kırılması, annemle babamın ayrılığı, zâten sekiz yaşında çalışmaya başlamamın verdiği dayanılmaz hayat kırgınlıkları, beni ve parçalanmış ailemi, işçi sınıfının soluk aldığı soluk renkli varoşlara sürüklemişti. Benim payıma, kolera salgınından sonra Bayrampaşa adını alacak olan Sağmalcılar semti düşmüştü.

Sabahın köründe uyanıp, hemen evimizin karşısındaki Hürriyet İlkokulu'nda beşinci sınıfı okuduğum günlerde, daha okul önlüğünü çıkarmaya fırsat bile bulamadan kendimi el arabasıyla mevsimlik meyve-sebze satan seyyar bir büyük adam gibi görmek zorundaydım. Bu seyyar satcılık seansını tamamlar tamamlamaz, yorgun argın eve kendimi zor attıktan sonra, ev ödevlerinin tamamlanması ve evde bir anne sıcaklığının bulunmaması nedeniyle, üşüyen ruhumu ısıtmak için ev işlerine yardımcı olma zorunluluğu ayağıma bir bukağı gibi yapışıveriyordu.

Yeni semtim Sağmalcılar'daki yetişkinler, eğer fabrikada işçi değillerse, genellikle suçlu yada potansiyel suçlu kişilerdi. Mahallemizde "onca yoksulluk ve yoksunluk varken", hukukun "h"si bile okunmuyordu. Türkiye İşçi Partisi sempatizanı ve hukuk fakültesinde okuyan Haluk Beyli'den başka bir insanda cisimleşmiş herhangi bir "hukuk kavramı" ile tanışmamız olası değildi. Haluk Beyli, "hap yap, para kap" ideolojisiyle beslenmediğimden, her sözünün başında, işçi sınıfının adaletini gündeme getiriyordu. Şu anda hâlâ görüştüğümüz ve benim, askerliğimi bitirdikten sonraki ortaokulu dışarıdan bitirme sınavlarına girdiğim Hürriyet İlkokulu'nda "İngilizce sınav öğretmenim" olan Haluk Beyli'den öğrendiğim ilk şeylerden biri "işçi sınıfının adaleti" ise, ikinci şey "Kedi ağaca tırmanıyor"un İngilizcesiydi.

Neyse...

On yedi yaşıma geldiğimde, Aziz Nesin'in öykü kitapları, Victor Hugo'nun "Sefiller"iyle tanışma arifesindeydim. Bir yandan işçi sınıfının ideolojik kavgasının rengini algılarken, bir yandan da tarikatların barikat kurduğu bir semtte yetişmek, benim ruhumun çeliğine çifte su verilmesine neden oluyordu.

Hayatı erken tanıyıp, yoğun yaşamak, beni, başta Maksim Gorki olmak üzere, özellikle Rus edebiyatının klasiklerine yönlendirdi: Dostoyevski, Çehov, Çernişevski, Gogol, Şolohov, Tolstoy...

Bazı fraksiyonların; "Bırak şimdi edebiyatı, Marks oku, Engels oku, Lenin oku, Stalin oku, Mao oku, Enver Hoca oku..." telkinleri etki edince, kendimi, bu ustaların da öğrencisi olarak bulmuştum.

Biraz İngilizce, bir tutam satranç, yarım tatlı kaşığı bilim, bir su bardağı felsefe, bir iki estetik...

Derken, bir gün, kendimi, Cağaloğlu'nun göbeğindeki Ararat Yayınevi'nin satış yerinde buldum. Yirmi üç yaşıma gelmeme karşın, bunca kitabı bir arada ilk kez görüyordum. Bunca kitap, nasıl olmuş da, bir araya gelebilmişti? Kim başarmıştı bu işi? Henüz birkaç ay önce açmış bulunduğum işyerimin verdiği rahatlıkla, cebim para görmeye başlamıştı ve elde ettiğim güçle, bu kitaplardan taşıyabildiğim kadarını, belleğim beni yanıltmıyorsa, otuz tanesini satın alıp hızla işyerime geri döndüm.

Ancak...

Daha kitapları elime alıp kapaklarını açmaya başladığımda, resmen dolandırıldığımı anladım. Çünkü, kitaplarda sayfa düzeni diye hiçbir şey yoktu. Örnekse 115'inci sayfadan 151'inci sayfaya atlayıp, tekrar 116. sayfaya sıçramalar, çevirmenlerinin çoğunluğunun sahte olduğu izlenimi vermesi, dil bilincini örseleyen bir mantıkla çeviri yapılmış olması, harflerin silikliği... vb., vb...

Her şeye karşın, Lev Tolsoy'un, iki cilt hâlinde basılmış "Diriliş" adlı romanını ıkına sıkına okudum ve tabiri caizse Tolstoy'dan nefret etme aşamasına geldim...

Neyse ki, beni, bardaktan boşanırcasına mahkemeye verenlerin oluşturduğu sıkıntıyı hafifletmek için elime geçirdiğim Tolstoy'un, Sosyal Yayınlar tarafından yayınlanmış "Diriliş" adlı romanını, yeniden okumaya başladığımda, hem "HUKUKSAL LİNÇ KAMPANYASI" sürecini hafifsememe ve hem de Tolstoy'u daha fazla sevmeme neden olan bir ruh durumuna büründüm.

"Diriliş" romanının kapağını açar açmaz, üzerinde bir mürekkep lekesi bile bulunmayan, bembeyaz ilk sayfasına oğlum, bir tarih atıp bir dünya haritası çizmiş ve bu haritadaki Almanya'nın Çin'in, Rusya'nın ve Türkiye'nin değişik kentlerini işaretlemişti:

"14.09.2009 / Moscow, Kostroma / Frankfurt, Stuttgart / İstanbul / Wouzhou / Shenzen, Hong Kong / Bu kitap, İstanbul, Hong Kong, Moskova ve Frankfurt'ta okunmuştur. / Cemal"

Çin edebiyatının, benim ruhumda biraz gaz yaptığı bir süreçten geçtikten sonra, yine bir Tolstoy'la karşılaşmak bana oldukça iyi geldi. Cang Şianliyen tarafından kaleme alınmış "Ölmeye Alışmak'ın sarsıcılığının ve Shan Sa tarafından kaleme alınmış "Go Oyuncusu"nun yüzeyselliğinin can sıkıntısını gideren Toltsoy'a ne kadar teşekkür etsem azdır.

"Diriliş" romanındaki, özellikle avukatların, savcıların, yargıçların, mahkemelerin, cezaevlerinin, kürek mahkumiyeti yolundaki alçakça kurulmuş hukuk tuzaklarının irdelenip lânetlendiği bölümleri okurken, mide bulantılarıma engel olamadım.

"Diriliş" romanını okurken, insan, şöyle düşünmeden edemiyor:

"Bir ülke, başka bir ülkeye ne kadar da çok benziyor. Bir ülkedeki alçak bir sistem, bir başka ülkedeki alçak bir sistemin aynasına nasıl da tıpa tıp yansıyabiliyor. Bir ülkenin avukatları, savcıları, yargıçları, bir başka ülkenin avukatlarına, savcılarına, yargıçlarına nasıl da, 'Aaa, bunlar da mı Çarlık Rusya'sında görev yapıyorlar?' dedirtecek kadar benzeyebiliyor!"

Tolstoy'un öpülesi elinden çıkmış "Diriliş" romanını mutlaka okuyun; kesinlikle değişeceksiniz! "Diriliş"i okuduktan sonra, mutlaka devrim yapma isteği içerisinde olacak, yüreğinizi temizleyip, evinizin önünü süpürmeye başlayacaksınız!!!