Gerçekçi ve nesnel bir Türkiye tiyatro tarihi yazılırken, en önemli ölçüt olarak LİNÇ KAMPANYASI'NDAN ÖNCEKİ DÖNEM ve LİNÇ KAMPANYASI'NDAN SONRAKİ DÖNEM diye bir ayrıma gidilecek. Bu tarihsel ayrım yapılırken, büyük bir alçaklıkla düzenlenen ve yoğun bir kalleşlikle hayatiyet bulan LİNÇ KAMPANYASI, dünyanın sonuna dek lânetlenecek!
Gerçekçi ve nesnel bir Türkiye tiyatro tarihi içerisinde LİNÇ KAMPANYASI lânetlenirken, tiyatro yayıncıları da üstlerine düşen payı mutlaka alacaklar. Tiyatro yayıncılığı yapmalarına karşın, bu ülkenin dramatik yazarlığına bir "Everest" (Theope) armağan etmiş Coşkun Büktel'in ve yine bu ülkenin sosyalist düşüncesini tiyatro evrenine taşımak adına yoğun bir çaba harcayan Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarını imha etmek için, her türlü ihaneti yapanlardan biri de LİNÇÇİ tiyatronline.com sitesinin sahibi ve Devlet Tiyatroları ışıkçısı Enver Başar ve "Işıkçı Başar"ın ipiyle hareket eden "Shakespeare cahili", azılı LİNÇÇİ Yaşam Kaya...
Hemen her saniye gözümüzü üzerlerinden eksik etmediğimiz tiyatro Internet sitelerinden biri olan LİNÇÇİ tiyatronline.com, zaman zaman "olumlu" sözcüğünü çağrıştıran ve bu sözcüğün taşıdığı kavramsal boyutu beynimize nakşetmemize neden olan yazılar da yayınlıyor. Ne var ki, bu site o denli kirli, o denli alçak ve o denli kalleşçe bir LİNÇ KAMPANYASI'NA imza attığı için, biz de ister istemez "öküz altında buzağı aramak" yada "maksadı üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek" deyimlerinin anlamını "öznelleştirmeye" yöneliyoruz.
Aşağıda okuyacağınız söyleşi, özellikle sosyalist devrimci okurlar tarafından binlerce kez duyulup okunmuş bir konuyu içerse de, okurken bizim yüreğimize hafif bir serinlik verdi. Ancak, yüreğimize serinlik verse de, bu söyleşinin yayınlandığı LİNÇÇİ sitenin "sabıka"sını anımsar anımsamaz, hemen usumuza Refik Erduran'ın mesai harcadığı en son işi geldi: Kültür Bakanlığı çanağı yalatmak!
Nâzım yerine, Nazım ("â"nın şapkasını düşürerek "a" diye) yazmış olsa da, Ahmet Dursun'un bu söyleşini yayınlandığı www.tiyatronline.com sitesinin LİNÇÇİ olduğunu asla unutmadan okumanızı öneriyoruz. (HB)
***
"951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün"REFİK ERDURAN…
Adem Dursun
15 Temmuz 2010
Doğumunun 100. yılında, Nazım Hikmet'in, 1959'da Tartüf 59 adıyla çağımıza dönük olarak Türkçeye uyarladığı Moliere'in Tartüffe adlı oyunu, 2000 yılında, Tartüf 2000 adıyla Yılmaz Onay yönetmenliğinde Berlin'de Tiyatrom'da ilk dünya prömiyerisi gerçekleşmişti.
Moliere'in 1664'te Versailles'de sahnelediği ve kendisinin de oynadığı ancak beş gün sonra Hıristiyanlığı kötülediği için yasaklanan bu ilginç oyunu izleyenlerin arasında Türkiye'den ilginç bir konuk vardı Tiyatrom'da:
Refik Erduran...
1951 yılında Nazım Hikmet'in Türkiye'den Bükreş'e bir deniz motoru ile kaçmasına yardım eden tiyatro, televizyon ve gazete yazarı Refik Erduran, Nazım Hikmet'in kızkardeşi Melda'nın nişanlısı, yani Nazım Hikmet'in eniştesi oluyordu...
Nazım Hikmet, 1961 yılında yazdığı "Otobiyografi" şiirinde ondan isim vermeden şöyle bahsediyordu:
"951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün"
Hasan Pulur, Milliyet'teki köşesinde yazdığı bir yazıda, Nazım'ın şiirlerinin yasak olduğu 50'li yılları ve Türkiye'den kaçırılışı üzerine şu satırları yazmış:
"Şimdi, hangi kitapçıya giderseniz gidin, Nazım Hikmet'in hangi kitabı olursa olsun alabilir, vapurda, trende, otobüste okuya okuya evinize gidebilirsiniz. 1950'li yıllarda biz, Kabataş'ta, bir avuç genç, Nazım Hikmet'i nasıl okurduk bilir misiniz? Yatağa girer, yorganı başımıza çeker,elimizde cep feneri, gizli çoğaltılmış şiirleri aydınlatır okurduk...
Nazım Hikmet, Türkiye'den nasıl kaçtı?
Uzun süre, yıllar yılı, bunu kimse öğrenemedi.
Herkes bir masal uydurdu...
Nazım Hikmet'i kızkardeşinin kocası Refik Erduran, bir sürat teknesiyle Boğaz'ı geçip, Karadeniz'e çıkardı, Nazım Hikmet bir Romen gemisine bindi ve gitti..."
İşte sizlerle Nazım Hikmet'in "genç arkadaş" dediği eniştesi Refik Erduran'la, yaklaşık kırk yıl gizli tutulan "Nazım'ın Türkiye'den kaçışı olayı" üzerine yaptığım kısa fakat heyacanlı belgesel söyleşiyi paylaşmak istiyorum.
Ancak isterseniz önce Refik Erduran'ı biraz tanıyalım:
ABD'de Tiyatro eğitimi aldım...
1928 İstanbul doğumluyum. Dedem, ağır ceza reisi Ahmet Erduran, babam asker ve avukat Hüsamettin Ahmet, annem Türkiye'de ilk resimli dergiyi çıkaran Maarifçi Mustafa Refik Bey'in kızı Refika Hanım'dır. Çocukluğum Salacak (Üsküdar)'ta bir yalıda geçti. İlkokulu Nilüfer Hatun İlkokulu'nda okudum. 1947'de Robert Koleji'ndeki eğitimimden sonra ABD'de Cornell Üniversitesi'nde Tiyatro Tarihi ve Dram tahsili yaptım. İlk oyunumu Robert Koleji'nde okurken yazdım. 1948 yılında da okulun tiyatrosunda "Kahraman" adıyla sahnelendi. Askerliğimi Kore Savaşı sırasında Türk Tugayı'nda yedek subay olarak yaptım. Askerden sonra bir süre yayıncılık ve filmcilikle uğraştım. 1953 yılında asker arkadaşım Ertem Eğilmez ve Haldun Sel ile Çağlayan Yayınevi'ni kurduk. Cep kitapları çıkardık. Refik Halit Karay, Aka Gündüz, Peride Celal gibi yazarların kitaplarını yayımladık. Benim yazdığım "Yağmur Duası" adlı kitabım da çok sattı. 1954-55 yılları arasında TEF adlı haftalık mizah dergisini yönettim. Yayımcılık işlerini ErtemEğilmez'e bırakıp tiyatro çalışmalarına döndüm.1965 yılında Milliyet gazetesinde köşe yazarlığına başladım. 1981'den sonra da Güneş ve Meydan gazetelerinde yazdım. 1985'te Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin "En Başarılı Köşe Yazarı" ödülünü aldım. 1986 yılında Haldun Taner'in ölümünden sonra, ITI (Uluslararası Tiyatro Enstitüsü Türkiye Merkezi) başkanlığına getirildim. Devlet Tiyatroları, İstanbul Şehir Tiyatroları, Kenter Tiyatrosu, Haldun Dormen Tiyatrosu, Sururi-Cezzar Tiyatrosu, Ali Poyrazoğlu ve Yeditepe Tiyatrosu gibi tiyatrolarda 1957 - 2002 yılları arasında "Bir Kilo Namus", "Ayı Masalı", "Cengiz Hanın Bisikleti", "Kartal Tekmesi", "Kelepçe", "Tamirci", "Büyük Jüstinyen" ve "Canavar Cafer" gibi otuzun üzerinde oyunlarım oynandı. İlk profesyonel oyunum "Deli"yi 1957 yılında yazdım. "Yağmur Duası" ve "Er Oyunu" adlı iki romanımın dışında gençlik anılarımı topladığım "Gülerek" adlı anı kitabım var. 1990'larda çeşitli televizyon programlarında yapımcılık ve sunuculuk yaptım.
Refik Bey, 1950 yılının başlarına dönersek;
Siz, Nazım Hikmet'in kızkardeşi Melda Hanım'la nişanlı idiniz. Fakat Nazım'a enişte olmanın dışında, onu Türkiye'den kaçırmanızla ünlendiniz. Nazım Hikmet'in Türkiye'den kaçmasına gerekçe neydi?
Nazım Hikmet hapisten çıktığında hastaydı. Askere alınacaktı. Ve orada öldürülmesi söz konusuydu. Bizim memlekette adettir; en dinamik kişiler bile bazen kaderci olurlar. Bu kadercilik Osmanlı tarihinde de vardır. Sadrazam padişahın kendisini boğduracağını haber alır ancak bir ata atlayıp ta kaçmak aklına gelmez; cellatın gelmesini bekler. Nazım'da o zaman böyle bir durum içindeydi. Yurtdışına kaçmasında yarar olacağını tartışa tartışa ikna ettik. Ve bir sürat motoru ayarladım. Beraber Karadeniz'e açıldık.
Kaçma anını kısaca anlatır mısınız?
1951'in bir pazar sabahında erkenden kalktım. Evdekilere eve geç geleceğimi, merak etmemelerini söyledim. Dürbünlü tüfeğimi, bir kutu kurşun ve babamın dürbününü yanıma almıştım. Gidip motoru aldım, deposunu doldurdum. Nazım'la buluşacağım Tarabya'ya motoru haraket ettirdim. Nazım vaktinde gelmiş, beni bekliyordu. Etrafı kontrol ettikten sonra rıhtıma yanaştım. Nazım motora atladı ve kuzeye doğru yola koyulduk. Nazım, heyecanlı değildi ama düşünceliydi. Karadeniz'de bir gemi gördük ve süratle yanına yaklaştık; Romen bandıralı, Plekhanov adında bir şilepti. Ancak bize "gidin" diye işaret yaptılar. Nazım, Rusça gemiye binmek istediğini haykırdı. Fakat adamlar aldırış etmediler. O arada motorumuz stop etti, gemi uzaklaşmaya başlamıştı. Zorla motoru çalıştırdım ve gemiye yine yetiştik. Gemidekiler Nazım'ın kim olduğunu telsizle sormuşlar. Olumlu cevap aldıklarında sevinmişler ve bize el sallamaya başlamışlardı. Nazım gemiye binerken bana da gelmemi söyledi. Bense motoru geri vermem gerektiğini söyledim ve boynuna sarıldım; iki yanağımdan öptü; vedalaştık... Ben gemiden hızla uzaklaşırken birkaç kez el salladım. O da gemiden el sallıyordu...
Olay ne zaman duyuldu?
Bükreş radyosu Nazım Hikmet'in orada olduğunu dünyaya ilan etmişti. Olayın içinde benim olduğum gizli kaldı. Yaklaşık kırk yıl sonra açıklandı. Eski eşim Moskova'ya gitmiş, Nazım'ın eski eşi Vera ile sohbeti sırasında olay ortaya çıkmıştı.
Gelelim Tartüf'e. Nazım bu oyunu 1959'da Moliere'den uyarlamış. Ancak 41 yıl sonra sahnelendi...
Neden biz böyle bir toplumuz diye düşünmeliyiz! Nazım yönünden bir hüzünlenme değil, memleketimiz açısından bir hüzünlenmedir! Ancak bu gibi durumlarda Yılmaz Onay gibi, Tiyatrom gibi sanata kıymet veren kişi ve kuruluşlar, boğuşarak ve didinerek verdikleri mücadelerle sanattaki üzücü durumları düzeltmeye çalışıyorlar...
ADEM DURSUN
Temmuz 2010
adem-dursun@versanet.de
(Kaynak: tiyatronline.com)
***
Ayrıca bakınız:
LİNÇÇİ Ertuğrul Timur, öznesiz tümce kuruyor!
Yalan makinesi ve küfürbaz Mustafa Demirkanlı'nın sözde küfre karşı kampanyasına alet olanların imzaladıkları metni ve alet olanları teşhir ediyoruz!
Linç imzacıları listesi