20 Mayıs 2010 Perşembe

Uğur Özkan, henüz on altı yaşında ve lise ikinci sınıf öğrencisi olmasına karşın, Bulunmaz Tiyatro'da çalışmalarını sürdürdüğü için, yazı da yazıyor!

Bir solukta okunmasını arzu ettiğim için, bir oturuşta yazdığım çok kısa bir öykü


Uğur Özkan
15 Mayıs 2010


Hava, birkaç gündür, önceki yılın aynı ayına göre çok daha soğuk. Hava tahmin uzmanlarına göre, bu duruma, "Balkanlar'dan gelen soğuk hava dalgası" neden oluyormuş. Soğuk havanın, ne hangi uzun ırmaklar boyunca ilerleyerek geldiğini, ne de hangi ince patikaların üzerinden nasıl geçip nereye gittiğini bilirim. Ama, Ramiz'in, Balkanlar'dan geldiğini adım gibi bilirim.

***

Çok değil; sadece on beş yıl önce gelmiştim, taşı toprağı altın olduğu söylenen bu memlekete. Buraya geldiğim vakit, Makedonya'da hayat çok zordu. Makedonya'daki dar vakitlerimizde, Ramiz, benim en yakın arkadaşımdı; askerliğimizi birlikte yapmıştık. Askerlikten sonra da görüşmeyi sürdürecek kadar yakın arkadaş olmamızın gerçek nedeni, onun kulaklarıydı. Çoğu zaman asker arkadaşlarımız (İnsan, askerlik ortamında ne kadar samimî bir arkadaşlık geliştirebilir ki?), Ramiz'in kulaklarının, alışılmışın dışında bir büyüklüğe sahip olmasıyla hep dalga geçerlerdi. Ben, Ramiz'le asla dalga geçmez, dalga geçmeye yeltenenlere karşı onu sürekli olarak korurdum. Aslında ben değil; korkaklığımı içine sakladığım cüssem onu daima korurdu...

Askerliğimi Makedonya'da yapmış olsam da, ben, küçük bir çocukken (Büyük çocuklara hep özenmişimdir!), Bosna'da yaşıyorduk. Çocukluğumda, Sırp çeteleri, Bosna'da terör estiriyordu. Biz, o zamanlar, ne Müslüman ne de Boşnak'tık. Ama yine, biz, o zamanlar, Sırp çetelerinin zulmünden çok korkardık.

***

Babam, her sabah erkenden evden çıkar, ikindi ezanı vaktinde eve geri gelirdi. Babamın ne iş yaptığını bilmez, bunu hiç merak edip sormazdım. Babam eve gelinceye kadar, çoğunlukla köpeklerimizle oynardım. Çevremizdeki evlerde bir sürü çocuk oturmasına rağmen, bu çocukların hiçbirinin aileleri, onların dışarı çıkıp benimle oynamalarına asla izin vermezlerdi.

Babam eve geldiğinde, sofra mutlaka kurulmuş olurdu. Babam eve gelir gelmez; dedem, anneannem, annem, ben ve tabii ki babam; hep birlikte yemeğe otururduk. Dedem, ne zaman Sırplar'dan bahsedecek, ne zaman onlara sövecek olsa, babam:

"Bize, 'yemek yerken konuşulmaz' sözünü öğreten sen değil miydin baba?!" sorusunu sormadan edemezdi.

Dedem ise, artık gücü azalıp çaptan düştüğünden olacak ki, babama asla karşılık vermezdi. Dedem, her gün babamı bana şikayet ederdi:

"Sen, sakın baban gibi olma emi oğlum!" diye tembihleyip, âdeta, benim kendisine cevap vermemi bekler gibi suratıma uzun uzun bakardı. Oysa, bana sorduğu soruların cevabını, ölünceye kadar hep bekledi!

***

Sırplar bir gece evimizi bastığında, babam, onlara bir şeyler anlatmaya çalıştı. Sanırım, zar zor da olsa, anlatmak istediklerini anlattı. Babamın o akşam onlarla Sırpça konuştuğunu; dedemi, anneannemi, babamı ve annemi öldüren kurşunların sahiplerinin dilini konuşabildiğini; o zamanlar anlamadığım, ama aklıma mıh gibi saplanan cümleleri çok sonraları öğrendim.

Meğerse babam, o akşam: "Ben, Sırp istihbaratında görevliyim. Sizlere Boşnaklar hakkında bilgi sağlıyorum. Biz Boşnak değiliz!" diyormuş! Babam, benim çok küçükken oynadığım köpeklerimizin bir parça kemik yalamak için ağlamaklı havlama seslerine benzeyen bir sesle yalvarıyormuş o akşam Sırplar'a. İnsan, köpeklerden de bazı şeyleri öğrenebiliyormuş meğer.

***

Şimdi?!...

Ramiz ne haberler getirmiştir memleketten kim bilir. Ramiz gelir gelmez, bir koşu Agop'un kahvesine gideriz her zaman olduğu gibi; hatıralar, birer bardak tavşan kanı çayla ne iyi gider!...


* Uğur Özkan, Bulunmaz Tiyatro oyuncusudur!


***


Ayrıca bakınız:

Uğur Özkan'dan şiir tadında keyifli bir öykü!

Oyuncu Uğur Özkan, şiir de yazıyor!