BİR HESAPLAŞMA OYUNUNDA HESAP İSTEME ZAMANI: "HESAP LÜTFEN"...
LİNÇÇİ Üstün Akmen
8 Şubat 2010
LİNÇÇİ Tiyatro Z (Tiyatro Z, Kültür Bakanlığı çanağı yalamanın bir hesap-kitap işi olduğunu ve bu çanağın yalanması için Kültür Bakanlığı'na HESAP LÜTFEN demenin yeterli bir ölçüt olduğunu mu dile getiriyor? Bakınız: "TİYATRO Z -SEZEN GÖRSEL SAN. YAP. KÜLT. VE TUR. LTD. ŞTİ.- HESAP LÜTFEN 31.000.-TL"), tiyatro tutkunu genç çift LİNÇÇİ Bengi Heval Öz ve LİNÇÇİ Cem Kenar’ın Galata bölgesinin bakımsız, köhne, ama alabildiğine tarih kokan ara sokaklarından birinde inşaatı bir buçuk yıl süren tiyatrosu. Öncesinde demir atölyesi olarak kullanılan eski binayı genç çift yıllar önce aldı, bin bir meşakkatle restore etti. Ortaya kullanışlı bir kültür ve sanat ortamı çıktı. Mekân, şimdilerde sadece yetmiş seyirci kapasiteli bir tiyatro sahnesi olarak değil, bir resim galerisi, bir atölye alanı ve fuaye olarak hizmet vermekte. Üstüne üstlük bu yıl 5. yaşlarını kutluyorlar. Beş yılda on bir oyuna imza atan LİNÇÇİ Tiyatro Z, benim de başından beri mercek altına aldığım, zaman zaman eleştirdiğim, bazen da öve öve bitiremediğim işler çıkardı. Bu yılın kasım ayındaysa, LİNÇÇİ Cem Kenar’ın yazıp yönettiği “Hesap Lütfen” başlıklı oyun ile sezonu açtı.
Oyun: “Hiç tanımadığınız biri, yalnız olduğunuz yağmurlu bir gecede kapınızı çalsa... Geceleri paylaşsanız onunla… Yalnız ve Çıplak... Ve çıkarken uyandırmak yerine öldürüp gitse” tümcelerinin içeriğinden yola çıkıyor.Yani bir kadın ve bir erkek arasında geçen bir hesaplaşma oyunu. İsteklerimizde sınırsız olduğumuzu her dakika her şeyi istediğimizi savlıyor oyun. “Ama bu sınırsız isteklerimizin bir gün hesabını ödemek zorunda kalacağımızı hesaplamıyoruz,” diyor. Büyük bir aşkın, büyük bir aşk acısına, huzurun yalnızlaştıkça huzursuzluğa dönüşeceğini düşünmediğimizi söylüyor. Ana tema olarak, yaşamın bir bumerang gibi, her bir isteğimizle fırlattığımızda başka bir şeyleri üzerine ekleyerek geri döndüğü görüşünü savunuyor.
LİNÇÇİ Cem Kenar böyle bir temadan yola çıkmış, dramatik yazarlığın olmazsa olmazlarını (herhalde bilerek ve isteyerek) es geçerek anlatmaya başlıyor. Oysa güncel bir olgunun özünü, değişen zevk ve görüntülerin kaleydoskopik kalıbında birleştirmeden, hangi yinelenen unsurlardan oluştuğunu ayırt edebilmemiz için önce doğasını yeterince incelemeden anlatmamız mümkün mü? Değil elbette. Zira Avant-garde hareketler hiç de yeni ve görülmemiş şeyler değil. LİNÇÇİ Cem Kenar, yeniliği böylesi öncellerinin karmaşık bileşiminde arar ve incelerse, hazırlıksız izleyiciyi tabuları yıkan ve anlaşılmaz bir yenilik olarak etkileyebilir. Oysa buradaki etki gücü, yalnızca çok az farklılık gösteren bağlamlarda tanıdık gelen ve kabul edilebilir uygulamaların genişletilmesi, yeniden değerlendirilmesi, geliştirilmesi anlamından başka bir anlam ifade etmiyor. Sonra, bir öyküyü kulağı tersten göstererek, hem de bu denli uzun anlatmak doğru mudur, değil midir, orası bilinmiyor.
LİNÇÇİ Cem Kenar eserinde ve rejisinde ikinci bölümü birinci bölümün önüne alarak izleyiciyi şaşırtıyor, ama seyircinin bundan bir anlam çıkarmasını sağlayamıyor. Anlam çıkarılamayınca konu askıda kalıyor, seyirci anlam kargaşası içinde boğuluyor. LİNÇÇİ Cem Kenar’ın tiyatrosu, içimizde uyuyan tüm çatışmaları, tüm güçleriyle yeniden geri getirmiyor ve bu güçlere; bizim simge olarak selamladığımız adları veremiyor. Bayan Duru Yağmur ile Bay Selim Çırakçı, hatta giderek Bayan Sibel siliniyor. İzleyici olarak bir de bakıyoruz ki gözümüzün önünde onlar olanaksız bir tepinmeyle birbirlerinin üzerine çullanan simgelerden gayri bir şey değillerdir.
Diğer taraftan, bir kerelik aksiyon için kenarda çay kaynamasının gereği var mıdır ya da üç değişik boydaki teneke kutu neyi ifade etmektedir; çantadan çıkarılıp masanın üstüne, oradan da kitapların arasına konulan resim çerçevesi neyin simgesidir; gene Kadın’ın çantasından çıkan iki kadeh ve “teşaşür eyleyen” kadın biblosu neyin simgesidir; Selim’in okuduğu gazete günlükken, çalıştığı neden bilgisayar değil de daktilodur; Kadın “gelmeyecek” sözcüğünü neden inatla “gel-mi-cek” olarak hecelemektedir; Adam “mütevazı (alçakgönüllü) (alçak gönüllü)” sözcüğünü bir amaçla mı “mütevazi (paralel)” olarak söylemektedir, anlamam mümkün olmadı.
Can Tuğcuoğlu’nun dekor kostüm, LİNÇÇİ Cem Kenar’ın ışık tasarımlarına değinmeden doğrudan oyunculara geçeceğim. Öncelikle açık konuşmalıyım ki, önceki oyunlarda canlandırdığı karakterlerin içsel hareket noktalarını incelememesiyle, karakterlerin haklılık temelini oluşturan sağlam öğeleri bulamamasıyla adeta suçlar gibi eleştirdiğim Özgür Atkın’ın üzerinden bu kere bu ”suçlamalarımı” kaldırmanın keyfini yaşamaktayım. Gene de her yönelimin oyuncunun gücü dâhilinde olması gerektiği kanısındayım. Bunu yönetmen de bilmeli elbette. Aksi takdirde yönelim oyuncuyu yönlendirmeyecek, tersine korkutacak, duygularını felç edecek ve kendini açığa çıkarmak yerine eski klişelerini, zanaatkâr oyunculuğunu ortaya çıkartacaktır. Atkın’ın bu oyununda böyle bir olayla karşı karşıya kaldık. Özgür Atkın’ın yaratıcı yönelimi, kendini etkin duygular düzeyinde tutabilse rolünü gerçekten yaşayacak. Ama olmuyor. Olmayacak demiyorum, ama en azından bu oyunda olmuyor. Kendine, kendi yaratıcı doğasının gücünün ötesinde, insan coşkularının daha az bilinen bir düzeyinden çıkarılmış karmaşık bir yönelim belirlediği anda, rolünün doğal duygusu kısa devre yapıyor. Sonuç: fiziksel gerilim, yanlış duygular ve klişe oyunculuk…
Gözbebeklerimin önde gelenlerinden LİNÇÇİ Bengi Heval Öz’e gelinceeee… (Dört tane "e" olmasının ne anlamı var?) LİNÇÇİ Öz için bir önce söylediklerimi (Küçük Genny Efsanesi-Tempodyssey (TempOdyssey) / Evrensel 8 Nisan 2009) ne yazık ki yineleyemeyeceğim. LİNÇÇİ Öz’ün, Kadın’ın bilincinin ve davranışlarının mantığını anlamamış olabileceğine ihtimal dahi veremiyorum, ama kesin eminim, Kadın’ı derinlemesine incelememiş. Sesindeki (bence nedensiz) gerilim tınısına, boğumlamasına (telaffuzuna) tonlamasına zarar veriyor. Alışılagelmiş esnekliğini kullanmıyor, vokal klişelerden yararlanıyor. O zaman da içsel duyguları umursamamış oluyor. Gözlerinden ve yüzünün incelikli hatlarından talep ettiklerini gövdesinden isteyemiyor. En incelikli, en algılanamaz içsel duygulara yanıt veremiyor ve onları seyirciye benim pek sevdiğim retoriğiyle aktaramıyor.
Pek acımasız olduğumun ayırtındayım (ayırdındayım), ama ne yapayım ki elimden başka bir şey gelmiyor.
CEMAL REŞİT REY’DE TANGO ESİNTİSİ, IŞIK DA MEHMET AKSOY HALLERİ
Geçen hafta sonunda soğuk bir kış akşamı, İstanbullular Buenos Aires havasını yaşadı. Arcos Buenos Aires Tango Show, Walter Oscar Tejeda Carranza yönetiminde yaylı çalgılardan (keman, viyola, çello, kontrbas ve konser arpı) oluşan oda müziği orkestrası ve beş dansçısıyla İstanbullulara ateşli bir iki buçuk saat yaşattı. Her türlü duygunun en uç noktasını anlatan tango, izleyenlerin/dinleyenlerin efkârını dağıttı. Daha doğrusunu söylemem gerekirse, sevginin, romantizmin en yücesi; nefretin, kıskançlığın en güçlüsü geçen hafta sonu Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda duyumsandı.
Diğer taraftan, Teşvikiye Galeri Işık’da, parmaklarından ışık akan, formları ışıkla boyayan, kütleyi değil ışığı yontan bir ustanın Mehmet Aksoy’un “İnsan Halleri” başlıklı sergisi açıldı. Mehmet Aksoy’un heykellerindeki o muhteşem ışık orkestrasının sessiz müziğini 6 Mart’a kadar dinlediniz dinlediniz, sonrasında sanatsal kaybınız çok. Bunu sergiyi bugüne değin gezip izleyenler anladı, görmeyenleri uyarma göreviyse bu köşede benim boynuma bağlandı.
(Kaynak: tiyatronline.com)
***
Oyun'un notu: LİNÇÇİ Üstün Akmen'in kaleme aldığı yukarıdaki metni, Enver Başar'ın sahibi, yaşam cahili olarak tescillenmiş LİNÇÇİ Yaşam Kaya'nın editörü olduğu LİNÇÇİ tiyatronline.com sitesinden alarak olduğu gibi yayınladık. Ancak, metinde bulunan LİNÇÇİ adlara biz link verip, bu adları biz kırmızılaştırdık! Ayrıca, parantez içlerinde dile getirdiğimiz yeşiller de bize ait!
Ayrıca bakınız:
LİNÇÇİ Ertuğrul Timur, öznesiz tümce kuruyor!
Yalan makinesi ve küfürbaz Mustafa Demirkanlı'nın sözde küfre karşı kampanyasına alet olanların imzaladıkları metni ve alet olanları teşhir ediyoruz!
Linç imzacıları listesi