11 Temmuz 2009 Cumartesi

Türkiye dramatik yazarlığının Everest'i ve "Türk dilinde yazılmış en iyi oyun" olan Theope'nin yazarı Coşkun Büktel ile Bulunmaz Tiyatro yöneticisi, Avrupa Birliği emperyalizmi karşıtı, sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanaklarını imha etmek için,

"KINIYORUZ!"

aldatıcı başlıklı bir linç kampanyası başlatan yalan makinesi, küfürbaz, linç kampanyası ana sponsorlarından Mustafa Demirkanlı, sahibi olduğu Tiyatro... Tiyatro... dergisinin Temmuz 2009 tarihli 203. sayısında, T.C. Kültür ve Turizm Bakanı AKP'li Ertuğrul Günay'la özel bir röportaj yaptı. Mustafa Demirkanlı, Ertuğrul Günay'la yaptığı bu röportajda, "deyim yerindeyse elense olmuş" bir görünüm çiziyor!

Ertuğrul Günay'la özel bir röportaj yapması nedeniyle projektörleri üzerine çeken Mustafa Demirkanlı'nın 26 Ocak 2001 tarihli Evrensel gazetesindeki görüşlerini okurlarımızın dikkatine sunma gereksinimi duyduk. (HB)


***


Tiyatro... Tiyatro dergisi Yazıişleri Müdürü Mustafa Demirkanlı, Devlet Tiyatroları’na yapılan müdahalenin kurumun sanatsal sunumunu ve gelişmesini engelleyeceğini söylüyor. Demirkanlı, kurumu etkisi altına almaya çalışan kültür bakanlarını da eleştirirken, bugünkü DT yasanın yeterli bir özerkliği sağlayabildiği ancak uygulanamadığı uyarısını yapıyor.

DT’de özerklik özlemi - 2

Ebru Ilgaz

Mustafa Demirkanlı’ya yönelttiğimiz sorular:


1- Tiyatroda özerklik konusunda düşüncelerinizi alabilir miyiz? Sizce devletin tiyatrosunda özerklik niçin gerekli?

2- Devlet Tiyatroları yasasında yapılacak ne gibi bir değişiklik özerkliğin önünü açmış olacak?

3- Ülkedeki gerçekler -Kültür Bakanlığında ve diğer resmi kurumlardaki yapı ve yönetim- gözönünde bulundurulursa DT’de gidilecek bir yeniden yapılanmanın önündeki engeller nelerdir?

4- Derginizin DT’nin özerkliği konusunda yürüttüğü çalışmalar hakkında bizi bilgilendirir misiniz?

‘DT’ye müdahale gelişmeyi engeller’
· Özerklikten anladığımız kurumun sanatsal özerkliğidir. Bir sanat kurumuna birileri -Kültür Bakanlığı veya bir belediye vb- maddi destek veriyor diye, o kurumun sanatsal tercihleri ve sunumuna karışmamalıdır. Özellikle tiyatro gibi bir alanda, yaratının üst boyutlarda olduğu/olması gerektiği bir sanat alanında politikacıların müdahalesi olsa olsa o kurumdaki sanatsal sunumu ve gelişmeyi engeller, dahası yok eder. Yıllara yayılan müdahalelerin geldiği nokta da bu durumu somutlaştırmaktadır. Tiyatro, pahalı bir yaratı alanıdır. Hemen hemen dünyanın bütün ülkelerinde süspansiyonla gerçekleşir ama bu bizim ülkemizde olduğu gibi bir ucube şeklinde değildir. Hemen hemen bütün Kültür Bakanları, bakan oldukları ilk günden itibaren kendilerini DT’nin patronu sanmaya başlarlar. İlk icraatları da genel müdürün kendine bağımlı olmasını talep etmektir.

Buna karşı çıkan gider, “başüstüne sayın bakanım” diyen kalır. Kaldığı noktadan itibaren ise kurum yine, yeniden bir kaosa sürüklenir. Tersini yaptığı zaman bakan o genel müdürü görevden almak için uğraşır. Bir sanat kurumu sanatçılar tarafından yönetilmeli ve dışarıdan gelecek her türlü müdahaleye kapalı olmalıdır.

Kurum kendi yasasını uygulayamıyor
· Aslına bakarsanız bugünkü DT yasası bile yeterli özerkliği sağlıyor ancak uygulamada yaşanan aksamalara da açık olduğu için kurum kendi yasasını uygulayamıyor, ama bunun önemli bir nedeni de kurumun kendi elemanlarının kendi çıkarları için siyasilerle girdiği işbirliği gibi görünüyor. Genel müdür olmayı hedeflemiş biri hedefine gidecek her yolu mübah sayıyor. Bu karmaşa siyasilerin de işine geldiği için, en azından işin başında yeterli bilgiye sahip olmadıkları için karmaşanın önünü açıyor ve ikinci adımda tüm egemenliği eline geçirmek istiyor. Yoksa yürürlükteki yasa bile DT’nin özerk çalışma ortamını sağlayabilecek noktada. Sorunuza dönersek, yapılması gerekli olan değişiklikler genel müdür ve bölge müdürlerinin atanması ve onların çalışma koşullarını belirlemekten geçiyor. Birincisi, göreve gelen genel müdür veya bölge müdürü ne kadar süre ile bu görevde kalacağını bilmiyor, görevde kalabilmek için de genel müdüre -sanatsal tercihler açısından- bağımlı olmak zorunda hissediyor kendisini. Bir genel müdür yaş haddinden emekli olana kadar o koltukta kalabiliyor. Bozkurt Kuruç örneğinde olduğu gibi. Bozkurt Bey tam 6 defa mahkeme kararıyla göreve iade edildi. Örneği, Bozkurt Bey’in şahsına itirazım olduğu için değil, mekanizmayı anlatmak için verdim. Veya bir yılı dolmadan, nedeni bile belli olmayan bahanelerle görevden alınabiliyor, Lemi Bilgin örneğinde olduğu gibi. Aslında bu örnekte neden belli aslında. Lemi Bey’in genel müdürlüğünün sanırım 7. , 8. aylarında İstanbul’da Kültür Bakanı’nın düzenlediği bir toplantı vardı. Davetlilerden biri de bendim, tuhaf olan taraf Genel Müdür Bilgin’in de benim gibi davetli olmasıydı. Bir kurum tartışmaya açılıyor ve o kurumun başındaki insanın haberi bile yok. O toplantıda Lemi Bilgin sert bir tavır aldı. İşte o tavır alış, görevden alınmasının gerekçelerinin başlangıcı oldu, zaten yardımcıları İ. Rahmi Dilligil -o sıralarda Konservatuvar Mezunları Derneği Başkanı idi- ve TOBAV Başkanı Tamer Levent bir an önce Genel Müdürü uzaklaştırıp, yerine geçmenin planlarını kuruyorlardı. Süreç böyle gelişince, mahkemeler kurumun genel müdürünü belirlemek için tekrar devreye giriyor. Örneğin, Tamer Levent, kayınpederi İsmet Sezgin’in desteği ile genel müdür yardımcısı olduktan sonra, bir gün genel müdür olabilmek için 6-7 yıldır o görevde bulunuyor, sürekli çalıştırılmadığından dem vuruyor ama ayrılmak aklının ucundan bile geçmiyor, “Madem genel müdür yardımcısı oldum, çalışmasam, çalıştırılmasam bile ben bu koltuğu bırakmam” diyebiliyor. Bu sorunun çözümü için yasada yapılacak bir değişiklikle, genel müdür ve bölge müdürlerinin süreli olarak o görevlere getirilmeleri ve süreleri içinde hiçbir müdahalenin yapılamayacağı bir mekanizma kurulmalıdır diye düşünüyorum. Yazarların ve bakanın baskısına maruz kalmayan bir genel müdür, süresi içinde sanatsal hedeflerini belirleyip, düşündüklerini gerçekleştirme olanağı bulabilir.

DT’deki kaygan zemin temizlenmeli
· Ha, bunlar gerçekleşebilir mi diye soracak olursanız, çok zor. Öncelikle siyasilerin bu alanı terk etmeye niyetli olmalarını düşünmek bir hayal. Sonra kurum içinde sanatsal başarıları ve becerileri ile böylesi bir görevlendirmeye hiçbir zaman kavuşamayacaklarını bilen genel müdür adayları da buna izin vermeyecektir. Bir iki mahkemenin sonuçlanmasını bekliyoruz, sonrasında kurum içinde kimlerin siyasilerle, hangi düzeyde ilişkilere girdiklerini, ihbar mekanizmalarının nasıl çalıştırıldığını, DT içindekiler olduğu gibi kamuoyu da öğrenecektir. Öncelikle kurum içindeki bu kaygan zeminin temizlenmesi gerekiyor. Bu temizlik gerçekleşmeden kurumun özerkleşmesinin gerçekleşmesini pek mümkün görmüyorum. Örneğin bir önceki Genel Müdür İ. Rahmi Dilligil eser hırsızlığı ile suçlanıyor, belgeleri bütün basında yayımlandı, şu sırada da yargılanıyor. Ama bu konu Kültür Bakanı İstemihan Talay’ı hiç ilgilendirmedi. Müdürü siyasilerle bu kadar yakın kurumun özerkliğinden bahsetmek mümkün olabilir mi?

Tiyatro... Tiyatro... bir platform
· Tiyatro... Tiyatro... dergisi, Devlet Tiyatroları’nın kendi iç meselelerinde, yapılanma konusunda taraf değil, sadece tarafların düşüncelerini aktaracakları bir platform sağlıyor. Taraf olduğu konu ise etik noktasıyla sınırlı. Örneğin İ. Rahmi Dilligil’in “eser hırsızlığı” yaptığı konusundaki ısrarlı tavrını bir yıldır sürdürüyor. Alanın bir yayın organı olduğu için, kendi evinin önündeki çer çöple uğraşıyor. Hepimizin vergileriyle beslenen bir kurum, asıl sahibi biziz. Tiyatro... Tiyatro... için bu iddia banka hortumlamadan çok da farklı değil, hatta daha da önemli, onun için bu sorun çözülene kadar yayınlarımıza devam edeceğiz. Sonuç olarak öncelikle bu etik sorunlar çözülmeden, DT’nin özerkliğini konuşmanın veya ummanın pek bir yararı olacağını zannetmiyorum. Etiğin olmadığı yerde ne sanatsal yaratı ne de özerklik, bağımsızlık olur.


YARIN: Kültür-Sen İstanbul Şube Başkanı Mahmut Gökgöz’le söyleşi

(Kaynak: Evrensel)