Hilmi Bulunmaz
4 Mayıs 2009
Birkaç ay önce, Özgür Tiyatro yöneticisi Özgür Başkaya, beni telefonla arayıp, düzenleyecekleri "Sanata Soldan Bakmak" paneline katılmamı istedi. Bu öneriyi hemen kabul ettim.
"Özgür Tiyatro’da 15. Emek Yılı" nedeniyle düzenlenen "Sanata Soldan Bakmak" paneli, hem bu panele katılmamdan önce, hem katılım anında ve hem de katılımın sona ermesinin ardından bende yepyeni düşünce ufukları açtı.
Yalnız olmadığımı, yalnız olmadığımızı algılamama neden olan "Sanata Soldan Bakmak" panelini de kapsayan "Özgür Tiyatro’da 15. Emek Yılı" etkinliğinden son derecede hoşnutum. Bu süreç, hem tinsel ve hem de fiziksel anlamda rahatlamama neden oldu.
25-26 Nisan 2009 günlerinde katıldığım etkinlikler, kanıksanmış tiyatro anlayışına uzak duran ve kanıksanmış tiyatro anlayışını sorgulayan bir bağlam içeriyordu. İki gün içerisinde üç oyun izleyip, bir panele ve bir de foruma katıldım. "Özgür Tiyatro’da 15. Emek Yılı" etkinliği sürecinde üç konuşma yaptım.
Şimdi gelelim izlenimlerime. Öncelikle, izlediğim oyunlarla başlayayım söze.
Aynı zamanda Özgür Tiyatro'nun genel sanat yönetmeni olan Özgür Başkaya’nın oynadığı tek kişilik "Aşkın Vatanı Yoktur" oyunu, Nâzım Hikmet’in şiirlerinin dramatizasyonundan oluşuyordu. Nâzım’ın “Taranta Babu’ya Mektuplar” şiirinin can bulduğu bu gösteri, oyuncunun yorgunluğu nedeniyle olsa gerek, birazcık ağır aksa da, son çözümlemede, insanın içine işleyen bir duyguyla işlenmişti.
.........."Kendi ülkesinde kendi dilini istediği
..........gibi kullanamadığı için, Asya ve Afrika
..........dillerine merak saran bir İtalyan arka-
..........daştan, geçenlerde bir paketle bir mektup
..........aldım.
..........Arkadaşın adını yazmak istemiyo-
..........rum. Başı belaya girer. Fakat mektubunu
..........olduğu gibi aşağıya geçiriyorum."
Sanki Nâzım Hikmet, oyunun oynandığı Ankara Ekin Tiyatrosu’nun salonunda oturmuş, fısıltı halinde, izleyicilerin kulağına yukarıdaki dizeleri mırıldanıyordu.
Oyunun dekoru olarak kullanılan, başlarının dışında, bedenlerinin diğer kısımlarının pek bir önemi bulunmayan insanları simgeleyen demir malzeme, izleyicilerde bir irkilme duygusu oluşturuyordu. İnce bir inşaat demirinin üzerine kaynakla tutturulan "mask"lar, mavi, sarı, kırmızı, siyah renkleriyle, sadece çeşit olsun diye sahneye serpiştirilmiş sentetik bir görsellik içermiyordu. Aynı zamanda, ırkların bir arada bulunmasının oluşturduğu ahengi de vurguluyordu bu durum.
Dekor ve aksesuarlar hoşuma gitmesine karşın, oyuncunun giysisi için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Sanırım, yaklaşık olarak bir aya yayılan bir etkinliğin verdiği yorgunlukla, Özgür Başkaya, sahne dışı giysilerini, sahne için de kullanma hakkını kendinde görmüştü.
Nâzım’ın şiirsel tadını sözcük sözcük izleyiciye sunma gayretindeki oyuncu, şu sözlerle salona seslenince, giysinin oluşturduğu soru işaretlerini unutup, duygularımın damıtıldığını ve şiir tadında bir oyun izlemenin keyfini yaşadım:
.........."Kardeş, Sen Roma'yı kartpostallardan, tarih ve coğrafya kitaplarına basılan fotoğraflardan tanırsın. Taşları Sezar'ların ve Lejyon'ların kabartmalarıyla oymalı üç gözlü kapılar; kıyılarının yarısını fareler yemiş kocaman bir eleğe benziyen Koliseum; Batrus resul kilisesi meydanı ve güvercinler; Palazzo Venezia sarayı, balkonu ve bu balkonda ağzı bir karış açık, sağ eli kalçasında, sol eli havada, öylece donakalmış Mussolini."
Kitap okuma alışkanlığı olmayan yada işlerinin yoğunluğu nedeniyle kitap okuma şansı bulunmayan insanların zevkle izleyebilecekleri "Aşkın Vatanı Yoktur" oyununu ısrarla ve hararetle öneririm.
.........."babasının yirmi beşinci kızı
..........benim üçüncü karım,
..........gözlerim, dudaklarım
..........taranta - babu.
..........sana bu
..........mektubu
..........içine yüreğimden başka bir şey komadan
..........yolluyorum
..........roma'dan.
..........bana darılma sakın
..........şehirlerin şehrinden sana gönderecek
..........kendi yüreğimden daha akla yakın
..........bir hediye
..........bulamadım
..........diye."
Özgür Tiyatro yapımı olarak izlediğim ikinci oyun ise, yine Nâzım Hikmet’e ait Jokond ile Siyau idi. Özgür Tiyatro'yu, "Kültür Bakanlığı çanağı", yani "T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Maddi Katkılarıyla" bağlamında eleştirmeme karşın, Jokond ile Siyau oyununu sevdiğimi söyleyebilirim. Özellikle Jokond rolündeki Esen Başkaya’nın başarımını görmekte yarar var.
Gençlerin ağırlıkta olduğu Özgür Tiyatro'nun sunduğu Jokond ile Siyau’dan bir tadımlık aktaralım:
.........."haydi çakmağı çakın.
..........yakın jokondu yakın
..........ilerleyen bir karaltı
..........bir parıltı
..........çakmağı çaktılar
..........jokondu yaktılar.
..........kıpkırmızı bir alevle boyandı jokond.
..........güldü içten gelen bir tebessümle
..........gülerek yandı jokond.
..........sanat, manat, eser, meser, filan, falan, ezel, ebet"
Dekor, giysi ve müziğin bir bütünsellik taşıdığı oyunda, çok küçük acemiliklerin dışında, göze batan bir olumsuzluk yoktu. Siyau’yu canlandıran oyuncunun biraz daha gayret etmesini önermeden geçemeyeceğim. Yineliyorum; Jokond’u canlandıran Esen Başkaya, son derecede işine yoğunlaşarak sahneye çıkıyor. Sadece Başkaya'nın oyunculuk gücünü görmek için bile bu oyun izlenebilir.
Jokond’dan bir tadımlık daha:
.........."luvur müzesinde artık canım sıkılıyor.
..........ve madem ki maziyle konuşmaktan
..........çabuk bıkılıyor
..........ben
..........karar verdim bugünden itibaren
..........bir hatıra defteri tutmaya."
Özgür Tiyatro'un sahnelediği üçüncü oyun, "Şair ile Postacı".
Pablo Neruda ile genç bir postacının dostluklarını sahneye taşıyan "Şair ile Postacı", aynı zamanda, Şili özelinde faşizmin acımasızlığını yalın bir dille anlatabilen bir oyun.
Jokond ile Siyau oyununa göre, biraz daha "zayıf" bir tiyatral hava veren "Şair ile Postacı", sanırım bir yorgunluk sürecinden geçiyor. Oyuncuların müthiş bir gayret göstermelerine karşın, oyunda çok iyi yürümeyen bir dramatizasyon söz konusu. Ancak, her şeye karşın, özellikle, Pablo Neruda’nın ülkesinden uzaklaştığı bir zaman diliminde, Postacı’ya bir kaset-çalar gönderip, ülkesinin dalga seslerini, kuş seslerini kaydettirip dinlemek istemesi, insanın içini yakan bir durum.
"Aşkın Vatanı Yoktur" ve "Jokond ile Siyau" oyunlarının dekorlarına göre, daha silik bir dekor içeren "Şair ile Postacı", dekor ve giysi takviyesi gereksiniyor.
Ayrıca oyuncular, oyunculuk çalışmalarına biraz daha özen göstermeliler.
Tüm olumsuz koşullarına karşın, Özgür Tiyatro'da emek harcayan hemen hemen herkesin emekçi olması, bu tiyatroyu sosyalist dünya görüşüne hizmet etme anlamında ivmelendiriyor. Benim de uzun yıllardır savunduğum bir tiyatral görüşün uygulama aşamasında çok büyük sıkıntı yaşamayan Özgür Tiyatro, özgürlüğünü, sahneye çıkan oyuncuların, “başka işler” yapabilme gücünden alıyor.
"Sanata Soldan Bakmak" paneline gelirsek; ilk turda onar dakika konuşabilme hakkına sahip olan konuşmacılar, ben de içinde olmak üzere, bu dakikaları pek sağlıklı kullanabildiğimiz kanısında değilim.
Özgür Başkaya’nın yönettiği panele katılan kişiler şunlardı: Orhan Aydın, Erbil Göktaş, Orhan Kazbek, B. Sadık Albayrak, Mehmet Sarıoğlu ve Hilmi Bulunmaz. Semih Çelenk ise, geleceğini belirtmesine karşın, “bir başka işi” çıktığı için “Sanata Soldan Bakmak”tan vazgeçmişti.
Panelin yöneticisi Özgür Başkaya, ilk sözü Orhan Aydın’a verdi. Sayın Aydın, daha çok ajitatif bir söylem geliştirip hamaset ağırlıklı bir konuşma yaptı. Konuşmasını tamamıyla bir doğaçlama potpurisi olarak sunan Aydın, Tiyatro Oyuncuları Derneği (TODER) Başkanı Ulvi Alacakaptan’ın, Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümü nedeniyle 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nü ertelemesini de gündeme getirdi. Aydın’ın, faşist bir önderin ölümü sonucu, Tiyatro Günü’nün bir hafta sonraya ertelenmesi nedeniyle yaptığı eleştiriye katılmamak elde değil. Biz, her ne denli, emperyalist bir mantıkla örgütlenen 27 Mart Dünya Tiyatro Günü anlayışına karşı olsak da, faşist bir önderin ölümü nedeniyle, bu günün ileri bir tarihe atılmasından yana değiliz. Eğer, salt Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümü nedeniyle, Tiyatro Günü ertelenmişse, biz de bu konuda Aydın’ın yanında olduğumuzu, buradan belirtmek durumundayız. Ne var ki, belleğim beni yanıltmıyorsa, Aydın, konuşmasında Muhsin Yazıcıoğlu’nun adını anmadı, anmak istemedi. Aradan bir hafta geçmesine karşın, panelde yaptığımız video çekimini hâlâ izleyemediğim için, “belleğim beni yanıltmıyorsa” koşulunu getiriyorum. Biz, bir eleştiri yapılırken, eleştirilen kişi, kurum ve kuruluşların adlarının anılmasından yanayız. Hem faşizme karşı söylem geliştirip, hem de Yazıcıoğlu’nun adını anmamak, son derecede uzak durduğumuz bir konu. Bu arada, Aydın, gerekirse TODER’i basıp yöneticilerini dövebileceklerinden bahsetti. Allah’tan salonda bulunan Coşkun Büktel, bu tavrın hiç hoş olmadığını, karşıtlarımızın tarzına benzer bir tutum içerdiğini belirtince, Aydın kendine gelip, söylediklerinin aslında “şaka” olduğunu dile getirmek zorunda kaldı.
Erbil Göktaş, son derecede sakin bir dil kullanıp, akademisyenliğinin verdiği rehavetle konuşarak, soldan yana sanat yapmanın zorunluluğunu anlattı. Özellikle yanında getirdiği kitaplardan alıntılar yaparak konuşan Göktaş, izleyenlere güvence veren bir tutuma sahipti.
Orhan Kazbek, her zaman olduğu gibi, hamaset yapmak yerine, ısrarla ve inatla, bilimsel sosyalizmin gerekliliği olan işçi sınıfı kültürünün zorunluluğunu belirterek, "Sanata Soldan Bakmak" için, mutlaka işçi sınıfının iktidarına giden yolda yürümek gerektiğini belirtti.
B. Sadık Albayrak ise, sadece tiyatro sanatıyla sınırlı tutmadığı konuşmasını, tümel olarak, sanatsal kaygılarla sınıfsal kaygıların koşut olması gerekliliğinin altını çizdi. Bir film yönetmenin anılarını da gündeme getiren Albayrak, böylelikle konuşmaların tiyatro sınırları içerisine hapsedilmesinin önüne geçmiş oldu.
Mehmet Sarıoğlu, sanatsal durumla tarihsel durumu ilişkilendirerek yürüttüğü konuşmasında salonda bulunan izleyicilere önemli bir tarih perspektifi kazandırma gayreti içerisindeydi.
Hilmi Bulunmaz, soyut kolektif önerilerinden çok somutluktan yana olduğunu belirtirken, özellikle ad vererek Büyük Birlik Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin içerdiği faşizan tavırlara karşı ortak refleks geliştirilmesi önerisinde bulundu.
"Sanata Soldan Bakmak" için dernekler, vakıflar, meslek odaları, demokratik kitle örgütleri, sendikalar, dergi çevreleri, siyasi partiler, kültür-sanat temsilcilerinin katılımıyla bir de forum düzenlendi. Bu forumda Hilmi Bulunmaz, OYUN dergisi adına ilginç bir konuşma yaptı. Forumda en ilginç konuşmalardan birini de, Sosyalist Demokrasi Partisi (SDP) temsilcisi yaptı. Devletin kültür politikasını sert bir dille eleştiren SDP temsilcisi, Devlet Tiyatroları’nın derhal kapatılmasını talep etti. Bizim de desteklediğimiz bu görüş, hoşumuza gittiği için, biz de bu doğrultuda bir konuşma yaptık.
Son etkinliklerden biri de "Belgelerle Özgür Tiyatro" idi. Bu etkinliğin ardından yapılan, "Özgür Tiyaro Konuşmaları"nda da renkli bir konuşma yapan Hilmi Bulunmaz, Özgür Tiyatro'nun sorumluluğunun bilincinde olan bir tiyatro olduğunu dile getirdi.