9 Ocak 2009 Cuma

Sansürün yaygınlaşma eğilimi göstermesi yada bir genç yazarın işi Allah'a bağlama gayreti!

Türkiye, sansür konusunda büyük bir sınavdan geçiyor. Dayatmayla sansür yapmak yerine, dayatma olabileceği varsayımıyla sansür yapılıyor.

Kültür Bakanlığı çanağı yalamak, Efes Pilsen tezgahtarlığı yapmak, Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf'tan nasiplenmek, holdinglerden reklam alabilme ihtimalini sevmek... gibi birçok nedenle tiyatro sahasına çıkanlar, beyinlerinde birer ur gibi taşıdıkları sansür düşüncesini, bir refleks haline getirdiklerinden, ruhlarının kirliliğini topluma mal ederek rahatlıyorlar. Onlar rahatlarken, halk sıkıntı çekiyor. Halk sıkıntı çekerken, onlar rahatlıyor. Onlar, halkın sıkıntı çekmesi için tiyatroyu kirletiyorlar. Onlar, sansürlü ruhlarını üzerimize tükürdüklerinde, göbeklerinden ve beyinlerinden bağlı oldukları tiyatral ve siyasal Zeus'ların paspaslarına daha çok yaklaşabiliyorlar.

Tiyatro Dünyası sitesi sahibi İsmail Can Törtop, Bülent Sezgin'e ait bir yazıyı önce yayınlayıp ardından sansür edebiliyor! (Bakınız: "TAKSAV'ın 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talat Sait Halman'a 'Emek Ödülü' verdiği bir süreçte, Törtop, aşağıdaki Aslı Nişancı yazısını yanıtlıyor / 1") Kazmacıbaşı, Yedi Tepeli Aşk oyununu önce sahneye taşıyıp ardından sansür edebiliyor! (Bakınız: "Kazmacıbaşı'nın Şehir Tiyatroları'nı yönetemediğinin kanıtı olan haber linkleri")

Bremen Mızıkacıları'na öykünen "sansürseverler", birbirlerinin sırtlarına çıkarak yükselen "eşek, köpek, kedi, horoz" gibi bir görünüme bürünüp sansürün ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için büyük bir gayretle çalışıyorlar.

Aşağıdaki "Allah'lık yazı" da Bremen Mızıkacısı kılığına giren genç bir yazar tarafından kaleme alınmış.

Genç yazarımız ne diyor?

.........."Ben kusuru bu oyunu yaratan ruhta-yürekte yani yazanda buluyorum."

diyor.

Genç yazarımız ne diyor?

.........."Allah bilir halini her bedenin, ayıbını vurmaz kimsenin."

diyor.

Ne diyelim?

Hoca osurursa, cemaat sıçar!

İsmail Can Törtop, elindeki yayın gücüne güvenip Bülent Sezgin'i sansürler; Kazmacıbaşı, elindeki sahne gücüne güvenip Yedi Tepeli Aşk'ı sansürlerse; Yurdagül Yurtseven de; nasıl ki eşekten aldığı güçle onun sırtına çıkan köpek, köpekten aldığı güçle onun sırtına çıkan kedi ve kediden aldığı güçle onun sırtına çıkan horoz, kendilerini bir bedenin parçaları gibi algılarlarsa, kendinde sansürü savunabilme hakkını buluyor!

Ben, Yedi Tepeli Aşk oyununu izlemedim. Yedi Tepeli Aşk'ın sansür edilmesine neden olduğu iddia edilen Seray Şahiner’in kaleme aldığı Gelin Başı öyküsünü okumadım. Ne var ki yazınsal ve tiyatral görüşlerine güvendiğim Feridun Çetinkaya, Seray Şahiner'in kitabını okudu ve çok beğendi. Ben de, Çetinkaya'nın görüşlerine önem veren biri olarak, bu kitabı okumanızı öneririm.

Seray Şahiner'in öyküsü, yazınsal ve tiyatral olarak yetersiz olabilirdi. Yetersiz bir yapıtı sahneye taşımak da ayrı bir sorumsuzluk olurdu. Kazmacıbaşı; toplumsal, kültürel, sanatsal, bilimsel, estetik, etik... değerlerden bihaber olduğundan, bir oyunu önce sahneletip ardından sansür edebiliyor!

İsmail Can Törtop, insanal edimlerden nasibini almadığından, bir yazıyı önce yayınlatıp ardından sansür edebiliyor!

Yurdagül Yurtseven de, muhtemelen okumadığı, izlemediği bir öykü/oyun hakkında fetva verip işi Allah'a bağlayabiliyor!

Sansürcü Tiyatro Dünyası sitesindeki Yurdagül Yurtseven'e ait yazıyı okuyunuz. (HB)


Oyun'un Oyunu Mu?


Yurdagül Yurtseven
8 Ocak 2009


Yedi Tepeli Aşk oyununda müstehcenlik kültür-ırk belirtilmeden konu edilmeliydi. Fakat sadece Sivaslı ve de Alevi bir genç kızın üzerinde bakirelik olayının odaklanması elbette ki doğal olarak bu kesimi kızdıracaktır. Yıllardır mum söndü gibi aşağılayıcı bir şekilde iftiralara maruz kalmış ve bu konuda çok hassas olduğunu bildiğimiz bu kitlenin, sahip oldukları kültür ve değerlerine ne kadar bağlı olduğu bilindiği halde neden böyle oyunlar yazılır ben buna anlam veremiyorum. Bu olay bana Alman ARD kanalında yayınlanan Tatort dizinin “Wem Ehre Gebürt” (Namusuna Layık Olmak) adlı bölümü hatırlattı. Zira dizide Alevi babanın kızına tecavüz etmesi, kızın da Sünni eniştesine sığınıp kendini tamamen dine vermesi konu ediliyordu. Ve bu dizi dünyada ki tüm Alevilerce protesto edildi. Sanatın bu şekilde kullanılmasına karşıyım. Oyunlarda Alevi kitlesinin insancıl, hoşgörülü, sanatın yanında olan, haksızlığa tahammül etmeyen, aydın, kültürlü, değerlerini kaybetmeden modern olmayı başarmış, yozlaşmamış bir kitle olduğu irdelenen oyunlar da yazılmalı. Her ırktan, her milletten ve inançtan arkadaş topluluğuna sahip bir kişi olarak; Dede Korkut, Aşık Veysel, Pir Sultan Abdal, Namık Kemal, Neyzen Tevfik, Betül Mardin, Ahmet Kutsi Tecer... Ve daha birçok Alevi ismi içinden çıkaran bu aydınlık kesimin tiyatroyu yakacaklarını hiç zannetmiyorum. Zira Cumhuriyet dönemi öncesinde İtilaf devletlerinden kaçan Halide Edip Adıvar-Adnan Adıvar ve birçok yazarı, milletvekilini saklayıp koruyan oradan da Ankara’ya Atatürk’ün yanına gönderilmesine yardımcı olan bir kitledir Aleviler. (Lord Kınross’un Atatürk adlı yapıtında yer almaktadır.)

Ben kusuru bu oyunu yaratan ruhta-yürekte yani yazanda buluyorum. Elbette ki düşünceler sınırsızdır, özgür olmalıdır fakat yazarken de bazı kitlelerinde hassasiyetini oymamak gerekir diye düşünüyorum.

..........“Erkek dişi sorulmaz, muhabbetin dilinde
..........Hakkın yarattığı her şey yerli yerinde
..........Bizim nazarımızda kadın-erkek farkı yok
..........Noksanlık, eksiklik senin görüşlerinde”
diyen bir kitlenin, zamanında Afife Jale’yi dışlayıp sansürleyen zihniyetle kıyaslamak son derece komik olur.

Sözün özü şudur ki;
Allah bilir halini her bedenin, ayıbını vurmaz kimsenin.

Alkışlarımla…

(Kaynak: Tiyatro Dünyası)