9 Ocak 2009 Cuma

TAKSAV'ın 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talat Sait Halman'a "Emek Ödülü" verdiği bir süreçte, Kültür Bakanlığı çanağı yalayan Oyun Atölyesi tartışıyor

oyun atölyesi’nin tek muhatabı var: seyirci!


Oyun Atölyesi
9 Ocak 2009


“bir şey hakkında konuşmak onu üretmekten çok daha zor bir iştir.”

Oscar Wilde, Sanatçı: Eleştirmen, Yalancı, Katil

1. Giriş:

Bir tiyatro faaliyetinin içerisinde bir çok öge vardır. Yazardan seyirciye kadar bir dolu ögeyi barındıran tiyatro faaliyetinin oluşum aşamasında yer almayan ögelerden biridir, eleştirmen. Eleştirmenlerin varlığını kabul edip tiyatronun ögesi olarak sayanların yanısıra, onları “dış kapının mandalı olarak” görenler de az değildir. oyun atölyesi “hakiki” eleştiriye inanır, güvenir. Ancak “sahtekar” olanına, “naylon” olanına önem vermez. Bu tür eleştiriyi, tiyatro sanatına katkısının olmaması nedeniyle önemsemez. “Sansasyon” yaratmak kurnazlığı ve kurgusuyla kamuoyuna sunulan eleştirilerin sığ algısından tiyatro sanatının ve onu üretenlerin yararına bir bilgi çıkacağına inanmaz ve bu tip bağnaz, sanatsal bilgi yoksunu, tahrifatçı, vandal, sığ, anlayışsız, emek hırsızı eleştirilerin “karalama”dan bir adım öteye geçemeyeceğini bilir oyun atölyesi.

Başlangıçta eleştirmen yoktur. O, oyunun oynanmaya başlamasıyla “zuhur” eder. Bu “zuhur”un öncelikli iki işlevinden söz edilebilir: 1- Oyunun seyirciye tanıtılması, aktarılması, farkettirilmesi. (Dışa, seyirciye dönük işlev) 2- Oyun ögelerinin değerlendirmesi. (İçe, tiyatroya dönük işlev).

Her iki işleve sahip bir eleştirmen nasıl olmalıdır?: Önünde de sonunda da İNSAN olmalıdır. Sonra: Hem kendisinin dünya ve sanat görüşü olmalıdır, hem de başka dünya ve sanat görüşlerini iyi bilmelidir. Bunları çok net izah edebilmelidir. Neye taraf, neye karşı çıkıyor eleştirisi üzerinden çok net olarak anlaşılmalıdır. Demek ki tiyatro sanatının terminolojisine, tarihine ve kuramına vakıf olmalıdır. Diğer sanat dallarıyla, felsefe, sosyoloji, antropoloji, siyaset gibi farklı disiplinlerden haberdar olmanın ötesinde bir bilgiye sahip olmalıdır. Çünkü bir sanat ürünü üzerine konuşmak isterse “kitsch” olsun çok zor bir iştir Oscar Wilde’nin dediği gibi. Eleştirmenin sorumluluğu büyüktür çünkü. Bir sanat eserinin “ne”liği ve “ne olması” gerektiğine dair söz alan eleştirmenden seyircinin de, faaliyette bulunanların da beklentisinin olabilmesi yukarıdaki niteliklere sahip olmasıyla paraleldir. İnsanın eşit, özgür bir dünyaya kavuşma özlemi, eleştirmenin faaliyetini de belirler. Sanatın kendine has problemlerini ya da sanatın insan yaşamıyla ilişkisi üzerine yürüttüğü fikirler bu amaç için olmalıdır. Eleştirmen, bir yandan eleştirel düşüncenin nesnesi yaptığı sanat yapıtını incelerken bir yandan da kendi kendiyle tartışmasını da sürdürmelidir.

Yukarıdaki tablo “olması gerekene” dair kabaca bir görünüm sunuyor bizlere. Peki bu yetkinliğe sahip olmayanlar ne yapacak, düşüncelerini belirtemeyecekler mi? Burada şu yol ayrımına geliyoruz ister istemez. Birileri kendine “ben sanat eleştirmeniyim” diyorsa yukarıda belirtiğimiz özelliklere sahip olmasını mutlaka talep etmeliyiz. Eğer birileri kendine “ben eleştiri heveskarıyım” “ ben sadık seyirciyim” gibi eleştirmen olmadığını beyan eden adlar takıyorsa işin rengi değişir. O zaman bu adla yazı yazmaya çalışanlar, kendilerini bilmek zorundadırlar. Eleştirinin sınırları hakkında çok net fikirleri olması gerekir. Ben eleştirmen değilim eleştiri heveslisiyim diyerek “cezai ehliyetten” muaf olamaz hiç kimse. “Kenarından” “kıyısından” eleştirmenlik diye bir şey olamaz. Çünkü eleştirmenliğe soyunan kişi “ehliyet” sahibi değilse, ZÜCCACİYE DÜKKANINA GİRMİŞ FİL olması an meselesidir. Bu fillerin sebep olduğu “cam kırıklarının” enkazını temizlemek yine tiyatro sanatıyla uğraşanlara düşecektir –ki önünde sonunda hep öyle olur- öyleyse “pratiğimiz” üzerine kendi kendine söz alanlara durmaları gereken yeri en baştan çok iyi hatırlatmamız gerekir. Söz konusu olan kimsenin sözünü elinden almak değil. Söz konusu olan “eleştiri” kisvesi altına sığınıp tiyatroya harcanan emekleri çarçur etmeye kalkanlara engel olmak. “”Standart” anlayışından yoksun bir ülke olmamızı, en azından kendi “mesleğimizin” alanında değiştirmeye çalışalım.

Eğer nitelikli eleştiriden yana tavır takınıp, standart geliştiremezsek “üzüm yemek yerine bağcıyı dövmeye çalışanlarla” başımız daha çok ağıracaktır. İki cümleyi yanyana getiremeyenlerin, bir yazı boyunca “yazının niyetine” odaklanamayanların, bilgi vermek yerine bilgiyi çarpıtarak kendi düşüncelerini onaylatmaya çalışanların adına “eleştiri” deme gafletini gösterdikleri “zırvaların” ortasında “soytarıya” döndürülürüz göz göre göre.

Aşağıda, oyun atölyesi’nin “testosteron” oyunu üzerine yazılmış, eleştiri olmaktan epeyce uzak, “niyet okumacılık”, “saldırı”, “iftira”, “kahinlik” ögeleriyle dolu güzeli çirkin, doğruyu eğri, namusluyu namussuz, değerliyi değersiz göstermeye çalışan bir “şahsın” bu sitede yayımlanan yazısının oyun atölyesi tarafından yapılan tahlilini okuyacaksınız. Bu tahlil oyun atölyesi’nin cevap hakkı olarak “karalama” yazısını yazanın kötülük barındıran düşüncelerini “aşikar” etmek niyetiyle yazılmıştır.

2. Bir heveslinin “Testosteron: soytarılar panayırı” adlı karalamasının tahlili:

a) Asılsız bilgilerle doludur yazısı.

Bu karalam yazısı duvardaki sponsor plaketinden, hocaların iltimasına yapılan göndermeye (Ayşegül Yüksel’in 23 Aralık 2008 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde çıkan testosteron oyunu değerlendirmesine atıf yapılıyor), testosteron oyununun filmi çekildikten sonra değer kazanmış gibi gösterilmesine kadar yanıltmacayla doludur. oyun atölyesi’ne ait bilgi çarpıtılarak seyirciye, okuyucuya aktarılır. Gerçekle yakın uzak ilgisi yoktur bu bilgilerin. Hemen bir örnek verelim gerçeği merak edenler için: Mitos Boyut yayımları tarafından basılmış testosteron oyun metninde yazarın özgeçmişi bölümünde Neşe Taluy Yüce oyunun kazandığı ünün doğru bir tarifini şöyle vermektedir: “Testosteron adlı oyun 2002 yılında Varşova’nın büyük tiyatrolarından birinde sahnelenmeye başlamıştır. Oyun o kadar beğenilmiş ve tutulmuştur ki, beş yıl boyunca sahnelenmiş ve yüz bini aşkın seyirci tarafından izlenmiştir. Bu yapıt pek çok Polonya ve Avrupa sahnesinde oynanmış ve oynanmaktadır.” Peki bu bilgiyi neden kullanmaz eleştiri yazısı heveslisi de oyunun film yapılmasıyla ünlendiğini duyurur? Çünkü yazının ilerleyen bölümlerinde kuracağı “kötücül düşüncelerine” şimdiden zemin hazırlamaya çalışmaktadır. Bunu da ancak bazı bilgileri görmezden gelerek yapabilir. Herkesin gözü önünde olan bilgiyi “tahrif” edebilmek ne tür bir cürettir acaba? Sanatsal? Bilimsel? Bu şimdilik sadece birinci örnek, devamı var.

Bir başka örnek oyun atölyesi’nin duvarında hala asılı olduğunu okuyucuya düşündürdüğü “sponsor plaketiyle” ilgilidir. oyun atölyesi’nin duvarındaki sponsor plaketi oyun atölyesi’nin açıldığı yıl olan 2002’ de, yalnızca Nisan ve Mayıs aylarında 2 aylığına duvarımızda asılı kalmış bir teşekkür plaketiydi. Çünkü bir firma standart boy yerine ara bir ölçüde isteğimiz yer döşemelerini ücretsiz küçültmüştü. Standart olanı bizim isteğimiz doğrultusunda küçültmeyi ücetsiz kabul eden SERANİT firmasına (şimdi bile adını büyük yazmaktan mutluluk duyduğumuz) yapılmış küçük bir jestti plaketini fuayemizde sergilememiz. Bu bilgilerin hepsini M.A. 2002 Nisan ya da Mayıs ayında biliyordu. (o dönem eleştiri heveslisi bu şahıs bu durumu oyun atölyesi’ ne sormuş, oyun atölyesi de kendisine gerekli açıklamayı Nisan ya da Mayıs 2002 tarihinde olabildiğince açık bir biçimde yapmıştı.) Ancak bu karalama yazısında, geçmişte bu açıklamanın yapıldığına dair bir belirti görmek mümkün değil. Hevesli eleştirmen bu durum hakkında hiç bilgisi yokmuş gibi davranmayı seçmiştir. Ve plaketin hala duvarımızda asılı olduğuna dair bir kanı oluşturmaya çalışmaktadır okuyucu nezdinde. Gerçeği bundan 6 yıl öncesinden bildiği halde neden bu yolu tutmuştur eleştiri heveslisi? İşte bunu bilmiyoruz! Psikanalist olsaydık bir iki kelam ederdik belki de! Ancak oyun atölyesi şunu çok merak ediyor ve soruyor: giydikleri gömleklerin göğüs ceplerine kazılı markalarını dert etmeyenlerin oyun atölyesi’ni bu yolla suçlamalarına askerî literatürde “gayri nizamî” harp demezler mi?

b) Sığ bir tiyatro bilgisi içermektedir.

Karalamasını konuya odaklayamamaktadır eleştiri heveslisi. Bir konu etrafında düşüncesini ilerletememektedir. Yazının başlığına bakınca testosteron oyunu hakkında bir şey okuyacaklarını sananlar aldanırlar. Çünkü heveskar eleştirmen her şeyden söz ederneredeyse bir tek oyundan söz etmez. Çünkü testosteron oyunu değerlendirmesinde yer alması gereken metin, tema, yönetmen, oyuncu, sahne tasarımı, ışık, müzik öğeleri bir iki cümleyle geçiştirilmiştir. Hatta bazı ögelerden müzik, ışık, dekordan hiç söz edilmemiştir. Hevesli eleştirmen öylesine “objektif!?” öylesine “nesneldir!?” ki yönetmenin adını bile anmaz yazısında, “Tiyatro Yöneticisi” diyerek geçiştirir. Oyunun yönetmeni Kemal Aydoğan’ın oyun atölyesi’nde yürüttüğü görevlerden biri “Tiyatro Yöneticiliği”dir, bu doğru. Ancak burada tiyatronun başka bir alanında yürüttüğü görevi “Yönetmenliği” söz konusu değil miydi? Eleştiri hevesli bunu bal gibi bilir de neden yazmaz? İşte bunu biliyoruz.! Ancak yanıtını burada vermiyoruz. Ne demiştik yukarıda “nitelikli eleştiri” karşısındakini muhatap alandır. Hevesmen ne yapıyor, muhatabını görmezden geliyor. Suçlu mu? Suçlu. Böyle bir yazıya eleştiri yazısı denir mi? Denmez! Ne denir? İşte bunu bilmiyoruz. Bilenlerin görüşününe ihtiyaç duyuyoruz.

Hiçbir neden yokken neden birileri belden aşağı vurmaya çalışır? Dedikodu ile bilgiyi birbirine karıştırmış olabilir mi? Yoktan bir kavga var edip, sanal hasımlar üreterek “simülatif” bir kavgaya tutuşmanın neyine, ne zamandır eleştiri deniyor acaba? Belli ki dedikodu malzemesinden “eleştiri” yazısı çıkarmaya çalışınca ortalık cam kırıklarıyla doluveriyor.

Bazıları maalesef Macbeth zaafına tutulmuş . Lady ile yürümeye çalıştıkları o iktidar merdivenlerinin altlarından çekilmeyeceğine dair inançlarında yatıyor bütün bönlükleri. Yine bazıları testosteron oyunu tiplerinden biri gibi duruyorlar hevesleriyle. Erkekçe kapışmaların, gözünü budaktan sakınmayan gözükaralıkların “ademleri”. Bazıları daha erkektir: Çünkü, Lady’nin gözüne girmeye çalışır. Lady salonu bir an evvel terk etse de o, Lady’sine yaranmak için biraz daha savaş alanında kalmayı tercih eder. Bazıları en erkektir: Çünkü (tabiri caizse) sidik yarıştırır sahnedeki oyuncularla, sanki sahnedeki alkışı kendi üzerine çekebilecek gücü varmış gibi. Bazıları “bayağı” erkektir: Çünkü yüze karşı konuşmak yerine, internet sitelerinden kaçak döğüşmeyi seçerler. Velhasılı kelam bazıları kendini herkesin üstünde görmek gibi bir zaafın pençesine düşmüşlerdir. En tepede olmak hevesiyle dilini değdiği her şeyi çürütmeye o nedenle tevessül ederler. Otorite olmaya gözlerini dikmişlerdir. Hiç bir şey onları bu kavgadan döndüremez. Belden aşağı vura vura herkesi hizaya getirerek iktidar şebekesindeki mevkilerine varmaya çalışırlar. Ne için mi? Ün için, şöhret için, sansasyon için, “event” için.

3. Seyirciye de oyuncuya da tiyatroya da saygısı yoktur.

Bir oyunun sonunda tüm seyirciler büyük bir coşkuyla alkışlarken, birilerinin bu alkışı kesmek istercesine davranışları “onların” kendi yüreklerine su serpmiş olabilir ancak seyircinin, oyuncunun, tiyatronun, o gece o oyunun oynanmasını sağlayan tüm ekibin duygularını incitmiştir. Bu incinme büyük bir tepkiye yol açacaktır her zaman. Bencil bir çıkarcılıkla sadece kendi duygusunu önemseyen bu tür kişiler karşılarında her zaman “emeklerini” savunanları bulacaklardır. Emek-oyun ayrımını yapamayacak denli topluma yabancılaşmıştır bu sanrılı zihinler. Yazılarında seyircinin alkışına kendileri de dahilmiş gibi davranmaktan geri kalmazlar. Oysa alkışlamamışlardır. Peki neden alkışlamış gibi gösterir kendini okuyucuya bu zat. Çünkü yine okuyucuyu yanıltmaktır asıl derdi. Buna siyaset biliminde “politik doğruculuk” diyorlar, yani sureti haktan görünmek. Öyle bir yaklaşımları vardır ki gören ne “blue blood”muş desinlere oynarlar. (blue blood kraliyet mensuplarının ve aristokratların soyluluğunu belirten bir terim. Mavi kan anlamına gelir.) Ladyleri “blue blood”luğa halel getirmemek için alkışı bile beklemeden terk ederler “soytarılar” yuvasını. Sörler biraz daha sürdürür mücadelelerini “testosteron” izlediler ne de olsa! 2 saat 40 dakika süren ve sıkıcı olan bir oyunun ardından hiç görülmüş müdür seyircinin böyle coşkulu alkışı? Bunu kime sorsak acaba? Eleştiri heveslisi birileri mi bulsak? Tarih ajan provakatörlerin hazin öyküleriyle doludur. Çünkü onlar iktidar şebekesinin alanında, iktidarın gözetimi altında çalışırlar. Mazallah o bel bağladıkları iktidar el değiştirmeye görsün, öyle dımdızlak “nutkuları tutulmuş” bir halde “zavallı bir paçavra” olarak kalıverirler ortada. Hazin!

4. Seyircinin özellikle de kadın seyircilerin aklını ve beğenisini küçük görür.

Karşı cinsi değersizleştiren, küçük gören erkek egemen bir varoluşa sahip bazıları, kendini hem diğer cinsten hem de sınıfsal olarak kendinin altında olduğunu düşündüğü hem cinslerinden “blue blood”luğuyla, “royal we”liği ayırmaya çalışır. (Royal we kraliyet mensuplarının kendilerinden, 1.çoğul şahıs olarak bahsetme tarzı, aristokatik davranış biçimi olarak açıklanabilir) Onlar kadınların ve kendinden düşük gördükleri “aşağı” sınıfın beğenilerine temas etmekten imtina ederler. O nedenle izlediklerinin, temas ettiklerinin içerisinde kan, penis, taşak, kusmuk, basur gibi aşağı tabakanın estetiği olarak varsaydıkları ögeleri görünce tiksinirler. Seyircinin bu ögelerle bağ kuruyor olması onun için kabul edilemez. Soyluluklarının ürettiği tiksinti “beyin seviyelerine” kadar irin bağlattığından, seyrettikleri oyunun “ne” ile ilgili olduğu bilemezler. Bu nedenledir ki seçilen teatral ögeler ve onların kurduğu oyun dünyasını ayrıştıramazlar. Beyinlerindeki soyluluk irini onların temasını olanaksız hale getirir. Gülme yıkıcıdır sörler ve ladyler. Testosteron ve barındırdığı gülme sizlerin “blue blood”luğunuzu açığa çıkardığı için ayrıca önemlidir. Bırakalım şu lord havalarını “royal we” sanal soyluluğunu da Nasreddin Hoca’da , köy seyirlik oyunlarında, Karagöz-Hacivat’ta, Rabelais’te, Comedia dell’arte, Moliere’de, Shakespeare’de, Bahtin’te barınan gülme ve onun olanaklarıyla yaşamdaki dertlerimizi anlayarak, sınıfsal kabızlıklarımızdan kurtulmaya çalışalım. Böylece tuvaletlerde 11 yaşında çocukları sözlerimizle taciz etmekten, kadınların gülmesinde pespayelik aramaktan, oyuncuların keyfini bozmaktan vazgeçip homo ridens (gülen insan), homo ludens (oynayan insan) olmaya yolculanırız belki. Kimse korkmasın “beyaz yaka”sının kirlenmesinden.

5. Tiyatro yönetimi hakkında en ufak bir fikre sahip değildir.

oyun atölyesi’nin aldığı devlet desteği bir tiyatro “işletmek” için devede kulaktır. Bu gerçeği tiyatro salonu işleten herkes çok iyi bilir. oyun atölyesi kendi salonu olan Türkiye’de birkaç tiyatrodan biridir. O nedenle yalnızca yapım giderleri değil bir de salonu çalıştırma yükümlülüğü altındadır. Bunun maddi anlamda nasıl bir zorluk olduğunu bir tek “çeken” bilir. Tiyatro sanatı adına faaliyet gösteren herkes “tiyatro salonu”nun nasıl bir öneme sahip olduğunu çok iyi bilerek hareket etmek zorundadır. Hiç bir tiyatroyu ayırmaksızın bu tür salonların kamu kurumlarından, devletten olabildiğince çok destek almasını sağlamak için elinden geleni yapmayan “hain”dir, bunu yapmayanlar, tiyatro sanatı için “dış kapının mandalıdır”. Eğer bu tür destekleri sağlamak için gayret göstermeyecekse en azından “susmalıdır”. Çünkü bilmedikleri alanlarda top koşturmaktadırlar. Köstek olmaya devam ederlerse onlara “inşallah bir tiyatro salonuna sahip olursun” bedduasını etmek zorunlu hale gelir. oyun atölyesi’ nin hiç bir kamu kurumu, kuruluş ve kişiden destek alınmadan yapıldığı aşikar. Bunu kime niye kanıtlayacağız ki? Salon yapmakla, tiyatro faaliyeti sürdürmenin iki ayrı kulvar olduğunu kime neden anlatacağız ki? Merak eden mi var?

Merak edilmesi gereken şey şu ise, kısaca değinelim: oyun atölyesi tiyatro salonu Haluk Bilginer ve Zuhal Olcay’ ın kendi maddi imkanlarıyla yapılmıştır. Geriye kalan bizler de emeklerimizi, hevesimizi ve tutkularımızı maddi karşılık beklemeden ortaya koyduk. oyun atölyesi tüm çalışanlarına (haluk bilginer’in yanında çalıştırdıklarına değil. Ona da sıra gelecek!) emeklerinin karşılığını maddi olarak veren bir tiyatrodur. Çalışanlarının sosyal ve özlük haklarından doğan yükümlülüklerini harfiyen yerine getirir. oyun atölyesi, salonunu, salonu olmayan tiyatrolara makul kiralama koşulları karşılığında, fahiş kiralama bedelleri talep etmeksizin paylaşır. Kimi zaman dayanışma, destek ve meslek ahlakı gereği tiyatrolardan kiralama ücreti talep etmez. oyun atölyesi’nde oynayan diğer gruplara kiracı olarak değil, konuklarımız olarak davranılır. Konuk tiyatrolara şu saatte gireceksin bu saatte çıkacaksın gibi Türkiye’nin pek çok salonunda rastlayabileceğimiz türden kabalık, terbiyesizlik ve de sekterlikle yaklaşılmaz. oyun atölyesi konuklarına kendi tiyatrosuna yaptığı “muameleyi” yapar. Bu salondan içeri girmiş ve emeklerini sergileyecek herkes “meslektaşımız” ve “eşitimizdir” dünya görüşünden hareket eder. oyun atölyesi’nin sınırlarını çizen insani ve mesleki etik kuralları vardır. oyun atölyesi bünyesi böyle bir değer dünyasına sahip olduğu için böyle davranır, herhangi bir dayatmanın zoruyla değil. İşte oyun atölyesi’ni değerli kılan da bu dünya görüşüdür. Birilerinin “kem bakışı” bu görüşü görememişse ve de göremeyecekse ortada bir görme sorunu vardır, görünmeme değil!

6. Yasak ile uyarıyı birbirine karıştıran dar görüşlüdür.

Testosteron oyunu için afişe konan 18+ ibaresi bir yasak değil uyarı işaretidir. 11 yaşındaki dostlarımızın tuvalette sigaya çekilmesi için gerekçe olarak kullanılsın diye değildir. Bunun üzerinden “ebeveyn” hassasiyeti geliştirmek için hiç değildir. O girmeye pek teşne olduğumuz, hatta birilerinin zihinsel mekanı haline gelmiş “europa”nın bir çok ülkesinde o yaştaki çocuğa, kişisel güvenlik sınırlarını ihlal ederek yaklaşmak, temas etmek suçtur. Dua etsinler Türkiye’ de yaşadıklarına. Kendimize bir tiyatroyu kötülemek adına delil toplayacağız diye “insani” sınırları aşabileceğimiz korkusuzluğunu hangi güç veriyor acaba? Neden acaba 11 yaşındaki çocukları tuvalette sorgulamak yerine tiyatro yöneticilerinden ya da “kapıdaki kızlardan” bilgi alma yolu tercih edilmemiştir? Çünkü serde acar dedektiflik var. Devletin “coplarının” en mahrem yerlerimize girdiği bu ülkede, neden birileri bu hassasiyeti göstersin ki? Acar dedektiflik yerine showmenlik mi deseydik acaba? 11 yaşında bir çocuk üzerinde kural koyuculuğumuzu, sansürcülüğümüzü, otoritemizi, iktidarımızı deneyemeyiz baylar bayanlar. Bu insanlık suçudur. Bu tür bir davranışa anlayış göstermek “zalimle kurulmuş duygudaşlığa” denk düşer W.Benjamin’in dediği gibi.

Ayrıca oyunun yazarının 18 yaşından küçüklerin izlemesinde bir sakınca olabileceğine dair bir uyarısı yoktur. Bu oyun atölyesi’nin hassasiyetidir. Seyircisini uyarmak için gösterilmiş bir hassasiyettir. Ancak utanacağımız bir resmi de bize olanca netliğiyle gösterir: Avrupalılar testosteron oyununu 7den 70’e izleyebilirlerken, Türkiye’de bir takım hassasiyetleri zorunlu olarak göstermek zorundayız. İşte içine düştüğümüz kuyu. Keşke birtakım eleştiri heveslileri bunu sorsalardı oyun atölyesi’ne? Pertev Naili Boratav’ın hazırladığı Nasreddin Hoca fıkralarının orijinal halini küfür barındırdığı için basamayan yayınevleri kadar, o kitabın basılmasını sağlayamayan ya da sağlatmayan bizlerin suçluluk oranı ne acaba? Siz bayım, sizin o yerleşik ahlak zabitliğiniz ne derece etkili acaba o resmin oluşmasında.

Oysa daha ilkokula başladığı andan itibaren bir küfür deryasının içine saplanan Berke gibi çocuklar için yapılması gereken, tiyatro fuayesinde o çocukları tavrımızla korkutup otoritemizle sindirmek yerine “eğitim sisteminin” karşısına dikilip bu problemleri çözmek olmalı. Ama Meclisin önünde bakanların karşısına, Berke’nin karşısına dikildiğiniz gibi dikilemezsiniz değil mi bayım, derdest ediverirler adamı.

7. Hocalarla olan ilişkiyi çarpıtarak anlar ve anlatır.

Kişi kendinden bilirmiş. “Hocalar”la ilişkisi çok nettir oyun atölyesi’nin: hiç birinin iltimasını, torpilini şimdiye kadar bir kez bile talep etmemiştir. Bunu ar sayar oyun atölyesi. Ayrıca bilmek isteyenlere özel bilgi: oyun atölyesi gala yapmaz, eleştirmenleri oyuna özel olarak davet etmez. Bunu da sahici bir ilişki kurmak adına yapar. Gala yapmaz çünkü o gecenin zorunlu olarak ürettiği “maskeli balo”ya inanmaz. Eleştirmenleri çağırmaz, çünkü onları zorlayarak istemedikleri bir durumda bırakmak istemez. Oyun eleştirilerine müdahale etmez. Varsa maddi hatalarını düzeltir. Olumlu eleştiriye de olumsuz eleştiriye de aynı mesafede kalmaya çalışır. Hatta bunların tümünü internet sitesinde yayınlar, hiçbir sansüre uğratmadan. Hal böyle iken eleştiri heveslileri Ayşeğül Yüksel’in yazısına atıfla (yukarıda yayım tarihini belirtmiştik) Ayşegül Yüksel’le oyun atölyesi arasında “hocalıktan” kaynaklanan bir “torpil” ilişkisini var etmeye uğraşır. Neden? Çünkü düşüncesini kanıtlamak için gerçeği bozarak, yeniden kurgulamak ister. Tıpkı Kör Kahin Teresias’ın Oidipus’a yaptığı gibi. Oidupus’un geleceğini karartır Teresias. Onun kehaneti var olanı anlamak için değildir, onun kehaneti gerçeğe “yeni” bir yön vermek içindir. (Oidipus oyununa takla attırmış olabiliriz, onu böyle anlayamayanların gözünde.) Bu tezgahlara gelmeyeceğimiz aşikar.

8. oyun atölyesi’ ni şöhretten prim sağlayacak bir tiyatro sanar.

oyun atölyesi ünden, namdan, şöhretten medet ummaz . Ticari başarısını şöhretleri sahneye çıkardığından değil, tiyatro faaliyeti üzerinden oluşturur. Vahide Gördüm mü sadece şöhretiyle var oluyor sahnede? Bu cümleyi böyle anlayan varsa, oyunculuk hakkında en ufak bir fikri yoktur. Vahide Gördüm’ün tiyatro yaşantısının bilgisini burada vermek en hafif ifadeyle bizim adımıza ayıptır. Böylesine değerli oyuncuları bir kalemde harcayıveren siz eleştiri heveslileri sizin özgeçmişiniz nedir acaba? Var mı oyun atölyesi’nde yer alan oyuncular içinde kötü ya da niteliksiz diyebileceğiniz? oyun atölyesi oyuncu seçmeleri yaparak oyuncu kadrolarını oluşturmaktadır. Bu konuda torpil iltimas vb. herhangi bir çıkar ilişkisi ile oyuncu seçmez. Birlikte çalıştığımız oyuncuların (bir tek Vahide Gördüm hariç. Onun oyunculuk niteliği herkes tarafından biliniyor zaten) oyuncu seçmeleriyle oyun atölyesi’nde var olmuşlardır. Nitelikleri ortadadır. Zaman hepimize nasıl olsa aynı şeyleri gösterecek. Hepimiz göreceğiz çok yakın zamanda kimin soytarı kimin insan olduğunu.

Söz konusu olan şöhretten prim ise devam edelim: 2006-2007 sezonundan itibaren İstanbul’da düzenlenen hiç bir ödüle oyun atölyesi, Haluk Bilginer ve Kemal Aydoğan katılmama kararı almıştır. (Bu üç ismin dışındaki hiçbir oyuncu ya da yaratıcıyı bağlamadan) Ün ile şöhret ile ticari başarı peşinde koşanların tavrı böyle olmaz herhalde değil mi? Ancak başka yazılarında ödüllere katılımı eleştiren eleştirmenlik heveslileri oyun atölyesi’nin bu kararından “nesnellikleri” gereği hiç söz etmez, okuyucuyla paylaşmazlar. 5 yıl önce duvarında 2 aylığına duran plaketi hatırlayan bu zihniyet, tiyatro açısından çok daha önemli olan bu kararı hatırlamaz. Neden? İşte bunun nedenini bilmiyoruz? Belki biraz daha büyüyüp jüri falan olmak niyeti mi vardır bazılarının?

9. Değerlendirmede bazı bilgileri bilerek görmezden gelir.

oyun atölyesi, Testosteron oyunu üzerinden kıyasıya karalanırken kimi heveskar eleştiriciler tarafından, aynı dönemde oynayan ve son yıllarda eşine az rastlanır bir başarı yakalayan “evlilikte ufak tefek cinayetler” oyunu bu yazıda hiç anılmamışsa, bu görmezden gelmenin nedenini merak etmez miziniz? Sahiden neden acaba? Düşüncelerini çürütür diye mi korkmuştur eleştirmencik? Neredeyse aynı kadro (“Tiyatro Yöneticisi”, sahne tasarımı, ışık ve müzik) ile yapılan ve cümlelerini alıntılamayı pek sevdiği “sanat yönetmeninin” ve Vahide Gördüm’ün oynadığı oyunu neden görmemiştir? Ayda 10 oyun oynayarak kapalı gişe oynadığını savladığı oyun yoksa o mudur? Oysa oyun atölyesi turneler dahil repertuarındaki 2 oyununu ayda toplam 30 kez oynamaktadır. Ve “evlilikte ufak tefek cinayetler” oyunu 210. oyununa gelmiş bulunmaktadır. Bu bilgileri, eleştirmencik tarafından okuyucunun bir tiyatronun gerçeğini açık seçik kavramasını engellemek amacıyla bilerek ve isteyerek gizlediği sonucuna varabilir miyiz? oyun atölyesi hakkında olumsuz bir yargı üretmek için bilgiyi bu kadar gizlemeye, tahrife ihtiyaç duyuluyorsa, ortaya çıkan gerçek oyun atölyesi’nin üzerinin örtülemeyeceğidir. Üzerini tümden örtme faaliyetiniz, tam tersi bir etkiye neden olur heveskar eleştirmencik. Bunu karalama yazısına gelen tepkilerden anlamak mümkün.

10. “HALUK BİLGİNER’İN YANINDA ÇALIŞTIRDIKLARI” cümlesini aklı, zihni, duygusu desifre edilmeyeceği inancıyla kurar.

“sınıfsal karaktersizlik” diye bir şey vardır. Çok çirkindir. Egemenlerin diliyle konuşur. Onların zihni “patronlu” ilişkilerle kurulduğundan, bu tür cümleleri paranın diliyle konuşan bir ahlakı gösterir. Onları “Atinalı Timon”da tanıyıp büyümüştük. Velinemetleri olan patronlarını, ağızlarının suyu aka aka yalar onlar. Birlikte “orjilere” katılırlar. Patronlarının sadece “parasıyla” ilişkilenen “sanatçıklar”, “ sözde dostlar”dır bunlar. Bu ilişkileri tanımlayan ve seyircisine bu tür dünyaları göstermekle kendini vazifeli sayan oyun atölyesi’ni ve onun iç ilişkilerini bu tür cümlelerle anlamaya ve anlatmaya kalkmak, küçük dil numaralarından öte bir anlam taşımaz. Ama şunu çok açık ortaya koyar: bu tür yazıları yazanların zihniyetini. Bu zihniyet ne kadar oyun atölyesi’ne dil uzatmaya kalkarsa o kadar zavallılaşacaktır. oyun atölyesi ÇALIŞANLARI bu “sınıfsal zavallılıkları” kahkahalarına muhatap yapmaktadırlar.

11. Eleştiriyle, saldırıyı birbirine karıştırırlar.

Hiç bir saldırı sanat eleştirisi olarak muhatap alınamaz. Kudurmuş bir öfkeyle salyalanmış ağızların “güzel taam” duygusu olmayacağını bilen herkes buna inanır. Ocak ayından başlayarak Testosteron oyununa yoğun ilgi üzerine KADINLAR MATİNESİ adıyla ek seans koyduk. Adından da anlaşılabileceği üzere o seansta sadece kadın seyirciler oyunu izleyebilecek. Sahnede 7 adet soytarı var. Yönetmen, sanat yönetmeni, ekipten diğer erkek mevcudunu da dahil edersek 10’un üzerinde soytarı ediyoruz. Davetimizi kabul edip bize katılmak isteyen hevesli eleştirmencik, bir adet şaklabanı bir kereye mahsus olmak üzere kadın seyircilere izlettirebiliriz. Kadınlar böyle bir şaklabanı görmekten ve tanımaktan çok hoşlanacaklardır, eminiz.

Son olarak bu karalama vesilesiyle oyun atölyesi tiyatroseverlerin yeni yılını kutlar kötülükten ve husumetten uzak, yapıcı, yaratıcı, eşitlikçi, özgür bir dünya ve yaşam diler.

(Kaynak: Tiyatro Dünyası)

***

Oyun'un notu: Ayrıca bakınız;
Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf'ın 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Halman'a "Emek Ödülü" verdiği süreçte, tartışılan konuya dikkat!
TAKSAV'ın 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talat Sait Halman'a "Emek Ödülü" verdiği bir süreçte, tartışma ihtiyacını "Testosteron"la giderenlere dikkat!
"Profesyonel izleyici" Melih Anık'ın eleştirdiği Oyun Atölyesi yapımı "Testosteron"un oyuncularından Metin Coşkun savunma yapıyor
"Profesyonel izleyici" Melih Anık'ın eleştirdiği Oyun Atölyesi yapımı "Testosteron"un oyuncularından Fırat Tanış savunma yapıyor

***

Oyun'un notu: Ayrıca bakınız; "Toplumsal Araştırmalar Kültür ve Sanat İçin Vakıf'ın (TAKSAV) 12 Mart Faşizmi Kültür Bakanı Talat Sait Halman’a verdiği 'Emek Ödülü' haber linkleri"