Buz dağı…
Orhan Aydın
19 Ocak 2009
Ne demeli bilmem ki? Neresinden tutsak elimizde kalıyor.
AKP, sanat alanındaki operasyonlarıyla, her şeyi yok ediyor.
Hele Abdullah Gül, Çankaya Köşkü'ne çıktığından beri, bazı tuhaf işler oluyor ki sormayın!
Anlıyoruz ki, beyefendinin bir ‘sanatçı merakı’ var!
Neredeyse her ay bir grup sanatçıya, ‘yemek daveti’ yapılıyor.
Birlikte izliyoruz olup biteni.
Konuk etmek için, en onulmaz isimler seçiliyor!
Nasıl oluyorsa, davet eden de memnun, edilen de!
Köşk’e çıkıp o sofraya kurulan; yazar-çizer, oyuncu, yönetmen tayfasına bakarsanız; ‘Çok iyi niyetli, sorunları dinliyor ve çözümüne bakıyor’.
Benim için, bu ‘bakıyor’ faslı önemli.
Evet Abdullah Gül, yalnızca ‘bakıyor’.
Ama bizler, baktığı yerde ne olduğunu, yani adamın neler gördüğünü bilmiyoruz.
Bu adam, sanat etkinliklerini izlemiyor ki baksın ve baktığı yerde bir şeyler görsün!
Böyle bir durum var mı?
Yani, beyefendiyi Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konserleri dahil, tiyatro, opera, bale etkinliklerinde bir gören eden veya oralara gittiğini duyan var mı?
Ya da, herhangi bir filmin galasında, olmadı bir sergi açılışında filan?
Yok.
Peki, hangi yazarları okuyor? Hangi filmleri seyrediyor?
Nereden geliyor Yaşar Kemal, Adalet Ağaoğlu, Şener Şen, Lale Mansur, Erden Kıral, Sinan Çetin dostluğu?!
Birileri bu göstermelik organizasyonları yaparken, sorunların çözümleri için de çaba harcıyorlar mı? Hayır.
Sinemacılardan sonra tiyatrocular, ressamlar, müzisyenler, fotoğrafçılar da gruplar halinde Çankaya Köşkü'ne çıkacaklar mıdır acaba?
Mesela tiyatrodan bir giden olacak mıdır?
İki yıl önceki Başbakan’ın Sakarya gezisinde elini öpenlerin bir kısmı öldü, bir kısmı ise ağır hasta.
Şöyle bir bakıyorum da galiba geriye kalan “duayenlerin” içinde, Köşk’e çağrılacak kimse kalmadı.
Yanılıyor olabilirim.
Bakarsınız, Yıldız Kenter ile birlikte bir heyet, Çankaya’nın yolunu tutabilirler!
Neden olmasın?
Aynı Yıldız Hanım, AKP'li İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın yanında duran resim değil midir?
Hani neredeyse, Çankaya kapısı ‘ziyaret kapısı’ haline dönüşecek!
Devletin taa başının sanat alanları ve sorunları ile ilişkiler böyle, peki Başbakanlık ve Kültür Bakanlığı’nın ilişkileri nasıl?
Başbakan, sanat deyince; Necip Fazıl’ın şiirleri ile Mehter Takımı konserleri ve Ahmet Özhan şarkılarını algılıyor. Bir de Ebru seviyor!
Peki, bu beyefendiyi de bir konser, bir oyun, bir film, bale, opera etkinliklerinde, resim ve fotoğraf sergilerinde göreniniz, duyanınız var mı?
Recep Tayyib Erdoğan, bu ülkenin 7 yıldır Başbakan'dır.
Daha önce, uzunca bir süre İstanbul gibi bir büyük kentin Belediye Başkanlığı’nı yaptı.
Hem öncesi, hem şimdi onlarca dünya kentini dolaştı.
Hangi ülkenin sanat alanlarında ürettikleri, bu beyefendinin dikkatini çekti?
Ama onlarca kültürel değerin, kalıtın birileri arasında paylaşılması için imzalar atabildi.
Kentsel Dönüşüm yasası da, 2B yasası da, belediyeler için yapılan İmar Planları yasası da, 2010 yasası da paylaşım yasalarıdır. Hele sırada, “Kültürel Varlıklar” yasası var ki dillere destan olacak. Ören yerlerini bile özelleştirecekler.
Gözümüz aydın!
Başbakan, şimdilerde de tiyatro, opera, bale, senfoni gibi devlete bağlı olarak çalışan, “sanat kurumlarının yerel yönetimlere devredilme” yasasına, imza atmaya hazırlanıyor.
Söz konusu kurumları özelleştirmenin ilk adımı olan bu girişim, kimin aklıdır sizce?
Kültür Bakanlığı ise, biz sanatçılar açısından, tarihinin en kötü sürecini yaşamaktadır.
Bakan bey, TV ekranlarından tersini söylüyor. “Tiyatrocular, sinemacılar ile iyi bir ilişkimiz var. Görüşüyoruz. Çözüm arıyoruz” diyor.
Ama nasıl oluyorsa sinemacılar, tiyatrocular sokaktalar ve; “haklarımız yok ediliyor” diye bağırıyorlar.
Sinema ve tiyatro için, yılda bir kez yapılan “para dağıtma” işinden başka, bakanlığın yaptığı ne var?
Kaldı ki bu paralar da, sinema ve tiyatro seyircilerinin bilet alırken ödedikleri vergilerden kesilerek birikmiş olan, devlet bütçesinde bile tanımlanmayan, en düşük fonlardır.
Hele sinema için ödenenler, “borçtur”. Geri alınıyor.
Bakanlık, hangi sanat alanının sorununu masaya yatırmış, üstünde uzmanlarla ve alanın temsilcisi örgütlerle tartışarak çözüm üretmiştir?
Bırakın böyle bir girişimi, kendisine bağlı sanat kurumlarının gırtlaklarını sıkmaktadır.
Bugün Devlet Tiyatrosu, Opera, Bale, Senfoni'de çalışan sanat yaratıcılarının özlük hakları, dünya koşullarının 30-40 yıl gerisindedir.
Bu ülke ‘telif hakları’ konusunda, hırsızlar ülkesidir.
Hepimizin önü arkası, sağı solu emek hırsızlığı yapanlarla dolu değil midir?
En büyük medya kuruluşundan en küçüğüne hepsi bu durumun asıl sorumluları olarak saptanmıyor mu?
Bu sektör için üretilen tüm ‘işler’ kayıt dışı mıdır, değil midir?
Kaç kuruluş işçilerini, sanatçılarını yasal koşullarla çalıştırıyor?
Kaç insanımızın vergisi, sigortası ödeniyor?
Kaç insanımız, insani koşullarda ve iş güvencesi altında çalıştırılıyor?
Bu parti, iktidar olduğu o ilk günden bu güne, sanat alanları için, hangi iyileştirmeyi yapmış ki, bu gün söyledikleri önemsensin.
AKP'li belediyelerin hepsi, demokratik kültür ve sanat anlayışlarını kapı dışarı etmişlerdir.
‘Festival’ adı altında yapılan yüzlerce organizasyona akıtılan paraların tutarı ise, “saptanamaz” olmuştur.
Yazarlara saldıran, kentlerinden sanatçı kovan belediye başkanlarını, küfürbaz AKP'li meclis üyelerini, yasaklanan filmleri, oyunları, “müstehcen” bulunan resim, fotoğraf ve heykel sergilerini, salon yıkmaya varan gerilikleri hep bu dönemde gördük.
Şimdilerde, Orhan Alkaya için, “oyun yasakladı” diye yazılar yazıyor, demeçler veriyor, bildiriler kaleme alıyoruz.
Ama hep birlikte, buzdağının arkasındaki gerçeği görmüyoruz.
Orhan Alkaya kimin, ‘vekaleten atanmış’ genel sanat yönetmenidir?
AKP'li İstanbul Büyüşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın.
Peki, kimlere bağlı olarak çalışır.
Kenan Işık, Kadir Topbaş, AKP'li meclis üyeleri ve diğer kurmaylarına.
Anlaşılacağı üzere; oyun yasaklayan sansürcü kafa, AKP’nin kara aklından başka biri değildir.
Ne yapsın? Orhan Alkaya efendi de, emirleri uygulayan bir “Kazmacıbaşı” olarak, orada öyle şaşakalmıştır!
oaydinoaydin@gmail.com