“YOL”LU SÖMÜRMEK VARKEN
YOLSUZLUK DA NEREDEN ÇIKTI
AKP İktidarının ve yandaşlarının desteklediği “Deniz Feneri Derneği”, foyasının ortaya çıkmasından sonra birçok basın kuruluşuna başbakan tarafından ihtar verilmişti. Kimi kademelerde çalışan bürokratların da bizatihi bu yolsuzluk çamurunun içinde olduğu Almanya’da yapılan duruşmalarla sabitlendi.
Bu ülke, bu topraklar, Cumhuriyet tarihi boyunca binlerce yolsuzluğa tanık oldu. Elbette bu yolsuzluklar, somurgan sınıfın ve onun temsilcilerinin kimi iç dalaşlarının ve mızıkçılıklarının sonucu açığa çıkan, buz dağının görünen kısmı. “Yolsuzluk” da şüphesiz yine düzene ait bir tanımlama olarak düşünülmeli. Keza sömürme işi “yollu” bir biçimde yapılabilecekken, bu tür bir durum sömürgenler için bile can sıkıcı. (sömürgen: uzun yıllar sömürmenin sonucunda, mutasyona uğrayarak değişen ve yeni bir forma bürünen bir tür sömürücü mutant). Onlarca yıldır bu ülkenin halkı, seçtikleri yöneticiler ve onun ortakları tarafından söğüşlenmekte. Piyasa ekonomisi denilen kepazelik, zıvanadan çıktığı her dönem, sosyal ve siyasal yapıyı da zehirleyerek değerlerin çürümesini, toplumun her kesiminin hızla kirlenmesini sağlıyor. Yolsuzluk dediğin şey de bu dönmelerde ayyuka çıkıyor. Kapitalizmde sömürünün temel yolu; en kaba tanımıyla, emekçinin ürettiği artı değerin, patron tarafından cebe indirilmesi. Emekçinin üretime ve üretim sürecine uzaklaşması.
Marx, özetle şöyle tanımlıyor;
“...İnsanlar emek güçlerini üretim araçlarının mülkiyetini ellerinde bulunduranlara satmak zorundadırlar. Fakat kapitalizmin karakteristik özelliği basitçe halk yığınlarının ücretli-işçi olmak zorunda kalmaları değildir. Aslolan emek gücünü satın alanların sadece ve sadece bir şey ile ilgilenmekte olmalarıdır- kâr (daha çok kâr); bu da şu anlama geliyor, emek gücünü satın alanlar kapitalistlerdir ve amaçları [sadece ve sadece] sermayelerini büyütmektir.”
Günümüz kapitalist düzeninde bunun formel yolu, yine düzenin kendi hukukunu ve kurallarını ihlal ederek, çalışanları mümkün olan en kötü sosyal ve ekonomik şartlarda zorlayarak çalıştırmak ve ortaya çıkan değeri biriktirerek sermayeyi büyütmektir. Bunun sürekli bir gerilim olduğu unutulmamalıdır. Patronun ya da sömürgenin en büyük hayali, yemek yemeden, uyumadan, hastalanmadan ve ücret almadan çalışan insanlarla dolu, sürekli kâr getiren bir sistemdir. Bu koşulları mümkün olduğu kadar zorlar. En yalın haliyle para için her şeyi yapar. Yolsuzluklar bu sistemin bir parçasıdır. Bunun bir ileri aşaması Faşizm olarak düşünülebilir. Zira giderek artan ve açıktan açığa yapılan yolsuzluklar, büyük bir pişkinlik ve rahatlık içinde devam ederken, yakın zamanda Faşizmin ufukta görünebileceğine dair bir işaret saymak yanlış olmaz.
“yolsuzluk” dediğimiz olguya da bu temel üzerinden bakmak faydalıdır. Siyasi -sosyal gücü ve mevkisi olan sömürgenlerin, bu gücü kullanarak, dolaylı yollarla insanların cebindeki parayı almasıdır. Emeğin “yollu” bir şekilde sömürülmesinin yanında, daha çok kazanma isteğinin, silahlı soygun ya da gasptan bir önceki, artı değer sömürüsünden bir sonraki aşamasıdır diyebiliriz yolsuzluk için. Herhangi bir emekçiye çıkar sağlamaz ya da genel olarak patron sınıfının çıkarlarını zedelemez, sisteme aykırı değildir. Bu işi yapan; çeşitli araçları, ilişkileri, değer yargılarını ve toplum vicdanını kullanarak, dolaylı ya da dolaysız biçimde, çalışan ve emeğini satan insanların cebindeki 3–5 kuruşa göz diker. Ve bunu almanın yollarını arar. Yani temel anlamıyla biz buna “Dolandırıcılık” diyebiliriz. Bu işi yapabilmek için sıradan bir insan olmak yetmez. Onur, şeref, vicdan, namus gibi kimi temel erdemlerden sıyrılmış, insanlığını bir kenara bırakmış “sürüngen” tabir edilen bir tür organizma olmak, iyi bir dolandırıcının temel özelliğidir. Yolsuzluğu yapan, bu özelliklerine başka kimi özellikler de ekleyerek, insanların duygularını sömürür ve onu paraya çevirir.
Deniz feneri vakasının dikkat çeken iki yönünü görmekte fayda var. Genel çerçeve içinde, bu soygun, daha çok toplumun gericiliğe kurban olmuş kesimlerinin vicdanları hedef alınarak örgütlenmiştir. Yine bu gericileşmeyi besleyecek ideolojik aygıtlara yatırım yapılmasında kullanılmıştır. Zira soygunun, talan düzeninin rahat bir şekilde devam etmesi ve ülkemiz emperyalistlerin “tam bağımlı” uşağı haline getirilebilmesi için bu toplumsal dokuya ihtiyacı vardır. Yani buna bir “sponsor yolsuzluk” diyebiliriz.
İkinci olarak, soygunu aşağılık kılan başka bir şey vardır ki; işte bu gerçekten her onurlu insanın uykularını kaçıracak ve öfkesini katlayacak bir durumdur. Yolsuzluğu yapan “somurganlar için, bu işi tezgâhlamak herhangi bir özel yetenek veya zekâ gerektirmemektedir. Derneğin amacı, prezantasyonu ve yardımın toplanma kurgusu, sıradan bir insanın tüm iyilik duygularını ve vicdanını çırılçıplak yakalamakta ve onu iğfal etmektedir. Pek çok insan, ihtiyacı olanlara yardım etmek konusunda tereddüt etmez ve bunun altında bir şey aramaz. Tıpkı deprem sonrasında yapılan hırsızlıkta olduğu gibi. İnsanlar kendilerinden hiç de akıllı ya da zeki olmayan vicdan mütecavizleri tarafından dolandırılmıştır. Bu anlamıyla bu yolsuzluk “belden aşağı”dır. Onun için iki kere adicedir ve aşağılıktır.
Dediğimiz gibi, bu ne ilk ne de sonuncu dolandırıcılık. Sürecek… Kimi duyarlı burjuva aktörlerinin, liberal duyarlılıkların, “temiz” bürokratların çabası bunu durdurmaz. Bu talanı durduracak olan, yine o talanın bizzat kurbanları, yani “somurgan” sınıfın somurmaya devam ettiği, çalışan-üreten ve sömürülen sınıftır.
DAO
METİN AND HOCAYA SAYGIYLA