Foto: Orhan Aydın
"Sanat sarhoşlarına tiyatral meze" sunmak için örgütlenen Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali tartışmaya açıldı. Bulunmaz Tiyatro'nun açtığı tartışmaya, Nazım Hikmet Kültür Merkezi ve Su Gösteri Sanatları Sahnesi Genel Sanat Yönetmeni Orhan Aydın da katıldı...
Orhan Aydın'ın bize yolladığı e-postayı yayımlıyoruz:
Sayın Bulunmaz,
Ekteki yazı geçtiğimiz hafta salı günü soL gazetesinde yayımlanmıştı. İçi boşaltılmış ve sürekli birilerinin ceplerinin dolması üstüne kurulu festival anlayışlarına karşı, Avrupa'daki muhalif dostlarımız boş durmuyor...
Bizde de NEDEN OLMASIN?
Neden ortak güçlü sesler oluşturacak tiyatro festivallerini örgütlemeyelim?
Sorun sistemin dayattıkları ise, "muhalif" olduğunu söyleyen bunca tiyatro ne güne duruyor?
Başlattığınız tartışmaya bir adım olması dileğiyle..
Kolaylıklar...
Orhan Aydın
***
Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali'ni tartışmaya açarken Bulunmaz Tiyatro'nun sunduğu metni aktarıyoruz:
Yeni bir dünya, yeni bir tiyatro, yeni bir festival!
Emperyalist dünyanın çürüdüğü, gerici tiyatronun duvara tosladığı, kapitalist festivallerin tıkandığı bir süreçte, yepyeni bir dünyanın muştusunu verecek tiyatro festivali anlayışını tartışmamız gerekiyor...
Yarışmasız, plaketsiz, ödülsüz, ödünsüz... bir tiyatro festivali üzerine düşüncesi olanlar yazabilirler...
***
Şimdi de Orhan Aydın'ın soL gazetesinde yayımlanan ve bize de yolladığı yazısını aktarıyoruz:
Festivalin bini bir para…
Orhan Aydın
17 Haziran 2008
Yaz gelince İstanbul’un orta yeri festivallere boğuluyor.
Birbiri ardı sıra bitip başlayan festivaller, izleyenlerle buluşmanın yarışındalar.
İçlerinde en yoksullaşmış ve en içi boşaltılarak hiçleştirilmiş olanı ne yazık ki Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali.
Zaten, “maliyeti çok yüksek ve organizasyonu zorluklar içeriyor” diyerek iki yılda bir yapılmasına karar verildiği gün, neler yaşayacağımızın da işareti olmuştu.
Ne yazık ki, bir kaçının dışında, birbirinden niteliksiz ve özensiz yerli yapımların öne çıktığı, uluslararası yapımlarınsa, “maliyeti düşük” olanlarının konuk edildiği, her haliyle göstermelik bir festival programı var ortada.
Adeta, festival yönetmenleri bir paketin içinden, “ucuz” olanları seçip önümüze sürmüş.
Oysa, tiyatro dünyasında yaşanan canlılık, tarihinde hiç olmadığı kadar renkli ve zengindir.
Bugün, hemen hemen tüm Avrupa ve Balkanlar'da seyircinin tiyatroya olan ilgisi, altın çağını yaşamaktadır.
Avrupalı sanat ve sanatçı örgütlerinin yayımladıkları ortak değerlendirme raporlarına göre, “tüm emperyalist saldırı ve kuşatmalara karşın sanat, ama özellikle tiyatro sanatı başını kaldırmıştır.”
Paris merkezli yayımlanan sonuç bildirgesine göre, Avrupa Birliği'ne üye ülkelerde, ulusal kültürlerinin örneklerini öne çıkaran, ancak eşitlik ve barış düşüncelerini temel alan yapıtlar, 2007-2008 sezonuna damgasını vurmuştur.
Elbette klasik tiyatronun onlarca örneği de seyircisi ile buluşmuştur.
Bazı dostlar, “öldü bu meslek, dünyada da ilgi yok” deyip işin içinden kolayca sıyrılmayı yeğliyorlar. Durum, dostların yanılgı içinde olduklarının göstergesi.
Anlaşılıyor ki insanlık; sıkıştırılmış, daraltılmış yaşam alanlarına karşı, soluk alacakları gedikler açma çabası içindedir.
Ve sanat yaşamlarındaki arayışlar, tiyatro sanatının daha da zenginleşmesine katkı sunuyor.
Fransa, Almanya ve Hollanda'yı tiyatro adına kasıp kavuran metinlerin özünü “Avrupa nereye?” üst başlığı oluşturmaktadır.
Politik kumpanyalar, ülkelerin dört bir yanındaki festivallerde en fazla seyirci toplayanlar ve en fazla kendilerinden söz ettirenler olmuş.
Toplumsal gerçekçi tiyatro sanatının yeniden biçimlendiği bu alan, aslında kökleri geçmişte olan eleştirici ve akıl oluşturucu bir geleneğin de temsilcisi olarak yol almaktadır.
Şarkılı, danslı ve seyircisiyle birlikte oynanan bir oyun biçimi, farklı kültürlerin, farklı beden dilleri ve davranış biçimleri ile yeniden şekillendirilmeye çalışılmaktadır.
İzleyenlerin, oynanan oyunun birer parçası haline dönüştürüldüğü bu yapıtlar, zaman ve mekan kavramları konusunda da sınır tanımıyorlar.
İnsanın olduğu hemen her yerde gösterime sunulabilecek durumdaki bu oyunların, sokak tiyatroları geleneklerine benzeşliği ise tartışmasız.
Toplumlara zorla giydirilmeye çalışılan emperyalist projelerin, maya tutmayacağı gerçeği, bir kez daha su yüzüne çıkmak üzeredir.
Sanat, kendi değiştirici gücünü, yine kendisinin ortaya çıkaracağının işaretlerini vermiştir.
Bu elbette tiyatro alanında olduğu kadar; müzik, resim ve sinema alanında da kendi ipuçlarıyla oluşan bir sonuçtur.
Bugün, savaş karşıtlığı temelinde eşitlik ve barış içerikli festivallerin tüm AB ülkelerini saran bir hızla çoğalıyor olması ve bu festivallere olan ilginin yoğunluğu, kabuğun çatlayacağının bir işareti olarak algılanabilir mi? Birlikte göreceğiz.
Ülkemiz açısından ise anlaşılan şu dur ki; bir kısım yaratıcılar; henüz olup biten hemen her şeye seyirci durumundadırlar.
Ürettikleri sanat alanlarının güçlerini hiçe sayarak, “fon avcılığı” ile AB fonlarından “cep doldurmanın” gayretkeşliği içindedirler.
Ne diyelim, yoksulluğun mu gözü kör olsun, yoksa hinliğin mi?
oaydinoaydin@gmail.com