1 Ocak 2008 Salı

Muhallebi yazarı: 3. Abdülhamid

Hilmi Bulunmaz
1 Ocak 2008


"ESNAF ANLAYIŞI İLE ÜLKE YADA BELEDİYE YÖNETİLİRSE..." başlığıyla bir yazı yazan 3. Abdülhamid, yazısının ilk sürümünde; "Muhallebici mantığıyla belediye yönetilirse" mealinde bir başlık atmıştı. Hatta, belleğim beni yanıltmıyorsa, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın sahibi olduğu “Saray Muhallebicisi”nin adını da kullanmıştı. Bir yandan muhallebicilik yapıp, diğer yandan tiyatro yapan Nedim Saban’ı üzmemeyi düşünmüş olmalı ki; muhallebiciliği kaldırıp, esnaflığı yerleştirdi başlığa. Yazısının başlığını değiştireceğini düşünemediğimiz için, bir yere not alma gereksinimi duymamıştık. Ne var ki, sık sık başvurduğu bir yöntem olan bu durum, artık kanıksanmış bir uygulama biçimine dönüştü; dilediği yazıyı kaldırıyor, dilediğini görünmez bir yere tıkıştırıyor, bazısının başlığını yumuşatıyor, bazısının ise sertleştiriyor. (Bakınız: "3. Abdülhamid, 'gibi' yapmış!") Saptanmış bir yayım siyasası bulunmayan 3. Abdülhamid, tek bir konuda net: Sansürcülük. Ruhuna nakşeden sansürcülükle yaşayan 3. Abdülhamid, kendisini kaynak gösterdiğimiz linkleri de imha ederek (bakınız: 3. Abdülhamid, "KİRLENEN İNTERNET DEĞİL, BU O İNSANLARIN KENDİ BEYİN VE SÖZ KİRLİLİĞİ..."), bizi okur karşısında zor durumda bırakabiliyor!...

***

Sözü uzatmadan hemen değerlendirmeye geçelim…

Yazısını inandırıcı kılmak için, birtakım hukuksal metinlerden kırpıntı haline getirdiği sözleri gözümüze sokan 3. Abdülhamid, daha yazısının başında okunurluluğu ağırlaştırıyor…


3. Abdülhamid diyor ki:

..........Yazımız elbette bir hukuk yada mali içerikli bir yazı olmayacak ama yazıya bazı yasa maddelerini alıntılayarak başlamakta yarar var.

"Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na, Mahalli İdareler Yasa Tasarıları'na, Kamu Yönetimi Temel Yasa Taslağı'na, 5018 sayılı Cari Harcamalar Ve Denetimi yasası' MADDE 58.- Harcama öncesi kontrol süreci; ödenek tahsis edilmesi, yüklenmeye girişilmesi, ihale yapılması, sözleşme yapılması, mal veya hizmetin teslim alınması, işin gerçekleştirilmesi, ödeme emri belgesi düzenlenmesi ve harcama yetkilisi tarafından alınacak benzeri mali kararları kapsar."

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Minareyi çalan, kılıfını hazırlar!...

3. Abdülhamid diyor ki:

.........."Kamu Yönetimi Temel Yasa Tasarısı;

Geçici Madde 5- Bu Kanun kapsamına giren kamu kurum ve kuruluşlarının kuruluş ve görevlerine ilişkin kanun, kanun hükmünde kararname ve diğer mevzuatlarında bu Kanunda belirtilen ilkeler doğrultusunda gerekli değişiklikler bir yıl içinde yapılır. Gerekçe: Bu Kanunun yürürlüğe girmesi ile birlikte kamu yönetiminde yeni bir sistem de başlayacağından, önceki düzenlemeler çerçevesinde oluşmuş bulunan kamu kurum ve kuruluşlarının yapısında da değişiklikler zorunlu hale gelmektedir. Bu nedenle, bu kurum ve kuruluşların kuruluş mevzuatlarında bu Kanunda belirtilen ilkeler doğrultusunda değişiklikler yapılması için bir süre verilmektedir."

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Büyük adamlar anlasın diye, diğer büyük adamlar tarafından döşenmiş metin. Bizim gibi küçük adamlar anlamaz. Onlar anlatıyor, onlar uyguluyor. Onlar metin yazıyor, onlar parsayı götürüyor. Sokaktaki hamalın bile anlayabileceği denli yalın dille yazılmış yasalar çıkıncaya dek, savaşım vermek zorunda hissediyoruz kendimizi…

3. Abdülhamid diyor ki:

.........."BELEDİYE BÜTÇE VE MUHASEBE USULÜ SEKİZİNCİ BÖLÜM: KATMA BÜTÇELİ MÜESSESELER BELEDİYELERE BAĞLI KATMA BÜTÇELİ MÜESSESELER

Madde 89 - Giderleri özel gelirlerle karşılanan ve belediye bütçesi dışında belediyeye bağlı olarak yürütülen bütçelere katma bütçe denir. Belediyelere bağlı mezbaha, tamirhane, huzurevi ve benzeri müesseselerle 1580 sayılı Belediye Kanununun 19 uncu maddesine göre kurulan belediye işletmeleri için kalma bütçe düzenlenebilir. Katma bütçelerin şekli, düzenlenmesi, kabulü ve onaylanması belediye bütçesinin tabi olduğu esas ve usullere göre yapılır."

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Katma yada katmasız, herhangi bir egemenin uzattığı çanağı yalayan, egemenin düdüğünü çalmak zorunda. “Hem belediyenin çanağını yalarım, hem de egemenlerin zehri beni zehirlemez!” diye slogan atan tiyatro esnafına inanmak zorunda değiliz…

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Şimdilik bu maddeleri bir kenara bırakıp yazımıza girelim gerek duydukça bu maddelere atıfta bulunuruz.

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Bu tür maddelere bağımlı olmak zorundasınız. Bu tür maddeler olmadan; ne Devlet, ne Şehir tiyatroları esnafı çanak yalayabilir, ne de tiyatro yayıncıları yazacak konu bulabilir. Bu maddelere bağımlı olmak zorundasınız. Bu maddeler olmadan, tasmanızı bile kaşıyamazsınız...

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Devlet halkın ihtiyaçlarını gidermek üzere vardır yada en azından böyle olduğu iddia edilir. Bu ihtiyaçlar güvenlikten eğitime, ulaşımdan kültür-sanata dek çok çeşitlilik arz eder.

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Devlet, halkın çıkarlarını ezmek için vardır. Kapitalistler, karşıtını iddia etseler de, uygulamaya bakıldığında, çok net görülür; devlet halkın çıkarlarına aykırıdır. Halk kendi iktidarını sağlayabildiğinde, devlet hizmetçidir. Şimdiki uygulamada: “Devlet milletin efendisidir.” Şimdiki uygulamada: “Halk devletin kölesidir.” Bu ülkede yaşarken, şimdiye dek kendimi, hiçbir zaman güvende hissetmedim. Eğitim görmedim. Ulaşımdan, insan gibi yararlanamadım. Kültür-sanat alanında, sürekli olarak; baskı, baskın, mühür, gözaltı, işkence, tutukluluk… gördüm. Halk da, devletin “olanaklarından” yararlanamıyor. Devletin “baskı olanaklarından” yararlanıyor…

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Burada bir parantez açarak Devlet tiyatro ve sanat yapmalı mı tartışmalarına bir kez daha kısaca girmekte yarar var. Elbette devlet yada belediyelerin sanat yapıp yapmayacağını tartıştık, tartışacağız, tartışılır. Fakat devlet sanat yapmalı mı diye soruyorsak o halde "Devlet okul açmalı mı?" , "Eğitim hizmeti vermeli mi?" , "Devlet hastane işletmeli mi?" gibi soruları da ekleyebiliriz. Aynı mıdır? Evet öncelikleri tartışılabilir ama bir bakıma aynıdır. Eğitim ve sağlık nasıl ki toplumun temel bir ihtiyacı ise, aslında bu kadar yakıcı bir şekilde fark edememiş olsak da kültür-sanat da toplumun temel ihtiyacıdır. Bunu temel ihtiyaç olarak görmeyen toplum kesimleri, değil devletin bu alanlara para harcaması ellerinden gelse kişilerin kendi çabasıyla sanat yapmasını dahi gereksiz işlerden sayacaktır.

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Devlet, sanat yapar. Eğitim, sağlık hizmeti verdiği gibi sanat da yapar. Devlet, siyasal duruşuna, sınıfsal durumuna göre sanat yapar. Kapitalist devlet, kapitalist sanat yapar. Kapitalist devletin emrindeki sanatçılar da, kapitalist sanat yapar. Sosyalist devlet, sosyalist sanat yapar. Sosyalist devletin emrindeki sanatçılar da, sosyalist sanat yapar. Nasıl ki bir sanatçı, sosyalist devletin karşısına geçip; “Ben kapitalist sanat yapacağım. Biliyorum, sen sosyalist bir devletsin ama, ben bir sanatçı olarak, senden para alıp, senin varlığını imha etmek isteyen bir oyunu sahneye taşıyacağım.” dediğinde komik olur, trajikomik olursa; bir sosyalist sanatçının, kapitalist devletin karşısına geçip; “Senin çanağını yalıyorum ama, sosyalist bir oyun yaparak, sana karşı çıkacağım.” dediğinde, devlet tarafından “ha siktir” çekilir. Kapitalist devlet, “ha siktir” çekerken haklıdır. Sosyalist olduğunu yada muhalif olduğunu iddia eden salak, değil sosyalist, muhallebi sosyalisti bile olamaz…

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Evet kültür-sanat (toplum farkında olmasa da) toplumsal bir ihtiyaçtır o halde devlet bu ihtiyacı karşılamakla, karşılanması için zemin hazırlamaya zorunludur. Peki devlet bu ihtiyacı ille de kendi tiyatrolarını kurarak mı yapmalıdır? İşte bu da tartışılabilir. Pek çok kişinin buna itiraz ettiğini, ödenekli tiyatrolara karşı olduğunu biliyorum. Ama, cumhuriyetin kurulduğu yıllara dönersek ortalama bir kapitalist ülkeye göre bir hayli devletçi olduğumuzu hatırlayınız. Bu henüz yerli burjuvazimizin yeterince oluşmaması ve yabancı sermayenin ise savaştan çıkmış henüz rotası belirlenmemiş bir ülkeye gelmek için can atmamasındandır. Biraz da. İşte bu şartlarda Türkiye cumhuriyeti biraz da zorunlu bir devletçilik yapmıştır. Olmayan özel sektör yerine bir çok yatırımı devlet eliyle kurmuştur. Gerekiyorsa şeker, gerekiyorsa bez fabrikaları açmıştır. Ve yine bunlarla birlikte tiyatro, opera, bale açmıştır. Zaman içerisinde yerli burjuvazinin oluşması, kapitalizmin gelişmesi, yabancı emperyalist, çok uluslu sermayenin de gelmesiyle devlet bir çok alandan çekilmiş yavaş yavaş bu alanları özel sektöre devretmiş, devletin işletmeci yanı giderek azalmış güvenlik gibi en temel görevlerle kendini sınırlamaya doğru küçültülmüştür. Peki devlet işletmeci yanını giderek özel sektöre devrederken artık devletin tiyatrodan, sanattan da çekilmesi doğru olan mıdır?

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Toplum, kültür-sanatın bir gereksinme olduğunu duyumsayamıyorsa, toplum buna gereksinme duyacak kıvama getirilir. Bir yandan, ezilenlerin siyasası olan sosyalizmi öğrenirken; diğer yandan, ezilenlerin sanatı olan sosyalist sanatın gereksinilmesi için savaşım verilir. Bu savaşımı kimler verir? Sosyalist sanatçılar verir. Kapitalist devlete, hiç de yapmak zorunda olmadığı bir görevi yüklemek aptallık olur. Safdillik olur. Emekçilerin gelecek düşünü kapitalistlere teslim etmek olur. Kediye ciğer teslim etmek olur. Devlet, kendi tiyatrolarını kurarak, kapitalizmin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için siyasal erkini kullandığı gibi, tiyatral erkini de tesis eder. Devlet, fabrikatörleri, holding sahiplerini, işbirlikçi burjuvaları, basın tekeli sahiplerini, futbol kulübü patronlarını… korumakla yükümlüdür. Bu yükümlülüğünü yerine getirirken, tiyatronun gizeminden, büyüsünden de yararlanır. Kitleleri uyutmak ve edilgenleştirmek için tiyatroyu da kullanır. Kendi gücünün yetmediği, yetmediğini sandığı zamanlarda da, taşeronlaştırılmış kapitalist tiyatro patronlarına çanak tutar. Çanak yalatır. Dostlar Tiyatrosu patronu Genco Erkal’a, AST patronu Rutkay Aziz’e, Ortaoyuncular patronu Ferhan Şensoy’a ve daha bir sürü kapitalist tiyatro taşeronuna çanak yalatır. Önemli olan tiyatro-miyatro değil, önemli olan sömürü-mömürüdür. Cumhuriyet kurulurken (1923), Sovyetler kurulmuştu (1917). Her ülkenin kendi öznel yapısını değerlendirmek gerektiğinin bilincindeyiz. “Her ulusun kendi kaderini tayin hakkı”nın bilincindeyiz. Her türden determinizmin ayrımındayız. Her şeye karşın, biz sosyalist sanatçılar olarak, sosyalist bir tiyatro olarak, sosyalist bir yayıncı olarak susalım mı? Susmayız!... Yerli burjuvazinin oluşmasını bekleyenler beklesin. Devlet çanağını yalayanlar yalasın. İŞSANAT, AKSANAT… gibi holding binalarında tiyatral tapınmada bulunanlar bulunsun. Biz ne yerli burjuvazinin, ne de yersiz burjuvazinin inisiyatifiyle sanat yapmayız. Karşı çıkarız. Devlet, ülke değerlerine sahip çıkmak yerine, sadece Batı’ya yönelmiştir. Bizden ve doğudan gelebilecek güneşe gözlerini kapamıştır. Köy Seyirlik Oyun, Orta Oyunu, Gölge Oyunu, Tuluat gibi bize (ve doğuya) özgü olan biçim ve biçemleri ıskalamıştır. Şehir Tiyatroları ve Devlet Tiyatroları, salt Batı gözetilerek kurulmuştur. Batı’yı yadsımak olası değil. Shakespeare, Moliere ve daha binlerce önemli Batılıyı yadsımak olası değil. Gerekli de değil. Hatta gereksiz! Ne var ki, biz (ve doğu) bu denli ıskalanmalı mıydı? Doğal ki, bunu ulusalcılar gibi değerlendirmiyorum. “Yüz çiçek açsın, yüz fikir gelişsin” biçiminde değerlendiriyorum. Bertolt Brecht, Mao Zedung’un “teyzesinin oğlu” olmasaydı, Epik Tiyatro yada Diyalektik Tiyatro uygulamasıyla kendini geliştirmeseydi, bu uygulamalardan yeşeren kuramları öğrenebilir miydik?

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Bu konuda defalarca yazdım ve kendimi tekrarlamak zorundayım. Eğer Ferhan Şensoy Konya'da, Yıldız Kenter Sivas'ta, diğerleri başka illerde şubeler açmamışsa, yada daha da doğrusu bu iller içinden kendi tiyatrolarını ve tiyatrocularını çıkarmamışsa, 2007 Türkiye'sinde hala 81 ilin sadece bir düzine kadarında yerleşik tiyatro varsa, ve İstanbul metropolündeki en tanınmış tiyatrocularımız dahi (işletme anlamında) tiyatroyu amatörce sürdürüyorsa, en azından bu illerde insanların kültür sanat ihtiyacına devletin cevap vermesi zorunluluktur. Devlet Tiyatroları büyük illerde yeni salon açmaktan vazgeçip yerleşik tiyatro olmayan onlarca kentimize hızla yönelmelidir.

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Çanak yalatan devlet ve çanak yalayan kapitalist tiyatro taşeronlarının beyniyle düşünen 3. Abdülhamid, ister istemez, burnunu boktan kurtaramıyor. Burnunu, kapitalist sanat paradigmasından kurtaramıyor. Ferhan Şensoy, Yıldız Kenter; biri Fransızca düşünüp, Fransız ağzıyla Türkçe konuşandır ve diğeri İngilizce düşünüp, İngiliz ağzıyla Türkçe konuşan biridir. Nasıl ki, Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, kapitalist yolu seçip, dünya çapında piyanistlere gereksinim duymuşsa/duyuyorsa (İdil Biret/Fazıl Say), Türkiye tiyatrosu da, işbirlikçi tiyatroculara teslim ediliyor: Fransız Ferhan, İngiliz Yıldız... Nasıl ki, kendi insanına güvenmek yerine (Namık Kemal, Recaizade Ekrem, Ebuzziya Tevfik, Şemsettin Sami), Fransız Andre Antoin’e güvenip; Darülbedayi'yi 1914 yılında kurdurmuşsa, şimdi de Fransız Şensoy ve İngiliz Kenter’e teslim ediyor tiyatroyu; taşeronlaştırarak, çanak yalatarak. Nasıl ki, kendi insanına güvenmek yerine, Alman Carl Ebert’e güvenip; Devlet Tiyatroları 1949 yılında kurdurulmuşsa, şimdi de Fransız Ferhan Şensoy ve İngiliz Yıldız Kenter’e teslim ediliyor kapitalist tiyatro çanağı…

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Tabi hemen burada bunun sakıncaları da akıllara gelecek ve devleti yöneten iktidarlardır, devlet sanat yaparsa bunu iktidarların istediği doğrultuda yapar gibi görüşler dillendirilecektir. Elbette ki kapitalist burjuva demokrasisinin bir savunucusu değilim. Ancak halen yaşadığımız burjuva demokrasisi içinde de mücadelelerle kazanılmış bazı haklar ve doğru uygulamalar söz konusudur. Önce devlet ve hükümetin aynı şey olmadığını hatırlayalım. Büyük ölçüde kontrol hükümetlerde olsa da devletin içinde bağımsız kuruluşlar da vardır. (Örneğin yargı gibi, 12 eylüle dek kısmen özerk üniversiteler gibi) İşte yukarıda akla gelen sakıncaları önlemenin de bir yolu vardır ve bu yeni bir keşif değildir, bunun adı idari ve mali özerkliktir. İşte bu nedenle yıllardır ödenekli tiyatrolarda özerliği savunduk. Ödenekli tiyatrolardaki sanatçı dostlarımızın çoğu henüz bunun ne olduğunu araştırma ve talep etme arzusunda olmasa da buradan 7 yıldır yazdığımız yazılarda sürekli bunu savunduk, savunacağız.

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Önce yargıdan başlayalım. 17 yaşındaki Erdal Eren’in yargılanıp idam edilmesi, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam edilmesi, 12 Eylül’ün hemen ardından, yaklaşık 50 kişinin yargılanarak asılması, durup düşünmemize neden olması gerekiyor. Üniversiteler ise, toplumun her an gözü önünde bulunan kurumlar olduğundan, sözde özerk bir yapıya sahipmiş izlenimi verildi. 12 Eylül öncesi şirinlikler üreten üniversiteler, 12 Eylül'le birlikte acımasız ara elemanlar yetiştirmeye başladı. Burjuvaların çoçukları da Amerika'da okuma modasına tutuldu! Üniversitelerin özerkliğini referans noktası alıp, tiyatro dünyasını ıslah etmeye çalışmak insanları güldürür. Anayasa'ya bile dayanmayan Yüksek Öğretim Kanunu ile yönetilen üniversitelerin kısmen özerk olduğunu iddia etmekse, kargaları güldürür. Yasası bile yasadışı olan üniversiteler, nasıl olacak da, kısmen özerk olacak. 12 Eylül Faşist Cuntası işbaşında olduğu ve henüz Anayasa(!) "oylanmadığı"; 4 Kasım 1981 tarihinde yasalaşan YÖK, tam bir yıl sonra “kabul edilen” Anayasa’nın bile güvencesinde değilken, nasıl olur da, üniversiteleri, kısmen de olsa özerk sayabiliriz. Bu “özerk” sözcüğünü duyduğumda, elim silahıma gidiyor. Kendimi savunmak zorunda hissediyorum. Tıpkı, “Özerk Sanat Konseyi” adını duyduğumda olduğu gibi… (Bakınız: "Havanda su dövenlerin sansürü") “Elbette ki kapitalist burjuva demokrasisinin bir savunucusu değilim.” demekle olmuyor. Biz yapılanlara bakarız; Demirkanlı’yla işbirliği yapmak yalancı olmayı, Kaya’yla işbirliği yapmak iftiracı olmayı, Caney’le işbirliği yapmak sanal katilliği, “Özerk Sanat Konseyi” ile işbirliği yapmak “Fransız kaşığıyla Türk boku yemeyi” (bakınız: Büktel, "Özerk Sanat Konseyi..." link yazısı) getirirse, “Elbette ki kapitalist burjuva demokrasisinin bir savunucusu değilim.” demene karşın, Fransız Ferhan ve İngiliz Yıldız’ı vitrine koyarak, “Elbette ki kapitalist burjuva demokrasisinin bir savunucusu” oluyorsun. Unutma, yapılan iş, niyetten bağımsız olur. Ve insanın siyasal duruşu da, tiyatral duruşu da niyetten bağımsızdır. İlişkide bulunduğu kişi, kuruluş ve kurumlarla belirlenir.

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Bu kadar ön açıklamadan sonra konumuza yavaş yavaş girebiliriz sanıyorum. Evet devletin halkın ihtiyaçlarını gidermekle yükümlü olması gerekiyor (uygulamada bunu pek layıkıyla göremesek de) Devletin bu ihtiyaçları gidermesi için de elbette gelirleri olması gerekiyor (en başta vergi ve diğer gelirler) Bu durumda artık devlet bir anlamda bir işletmedir de. Gelirleri vardır, yapmakla yükümlü olduğu görevleri, harcamaları vardır. Dolaysıyla da söz konusu olan devlet işletmeciliği olunca bu işletmecilik kısmı da çok sayıda yasayla, yönetmelikle belirlenir. Gelirlerin nasıl toplanacağı, nasıl değerlendirileceği, harcamaların hangi usullerle yapılacağı vs.

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Bize ninni söyleyen sözlerin arkasına sığınıyor 3. Abdülhamid. Uyumamızı istiyor. 3. Abdülhamid’e bu oyunda, ninni söyleyen rolü vermişler. Devlet kavramını kavrayamayan yada sınıflar üstü gören, belki de hiç göremeyen 3. Abdülhamid, arabayı atın önüne sürüyor. Atın arabayı değil, arabanın atı çekeceğini sanıyor. Tekelcilerin hizmetçisi olan devleti, halkın hizmetçisi olarak görmeye ve göstermeye çalışıyor…

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Fakat devletin her kuruluşu elbette işletmeci mantığı ile düşünülemez. Eğer devlet kendisini bir kapitalist işletmeci gibi görürse işte o zaman felaket başlar. Bir kapitalist kar etmediği kuruluşu besler mi? Devlet de bu mantıkla bakarsa en başta kar etmediği için okulları kapatması gerekirdi. Bunu hastaneler vs izleyebilirdi. En son da sanırım sırf kendini korumak adına sadece polis ve orduyu, bir de tabi meclisi bırakıp diğer her şeyi kapama noktasına kadar gidebilirdi.

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Kapitalist kar etmediği kuruluşu beslemez. Ama devleti besler. Devlet kar etmese, zarar da etse besler. Kapitalistin, işini rahat yürütebilmesi için devlete gereksinimi vardır. Devlet, yukarıdan yaprak yaprak atılan bir kutsal kitap değildir. Sınıflar tarihiyle iç içe örülmüş bir düzenektir. Devlet, polis ve orduyu kendini korumak için değil, uluslararası oluşumdaki yerini korumak için kullanır. Devlet, asal olarak güç demektir. Erk demektir. Devlet, egemenlerin emrinde çalışan bir düzenektir. Bu da son derecede doğaldır. Devlet: “Halktan yana sanatı niye desteklemiyor?” diye değil, “Niye destekliyor?” diye sorulabilir ancak…

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Oysa devlet yada belediyeler hiç bir ürün satmadan vergi toplamaktadır o halde kar/zarar , gelir/gider hesabı gütmeden temel ihtiyaçları gidermek zorundadır. İşte tam bu anda kültür sanat temel ihtiyaç mıdır? sorusunu sormak gerekiyor. Belli ki AKP hükümeti yada AKP'li belediyeler için çok da ihtiyaç değildir. "Böyle sanatın içine tükürürüm" diye heykel söktürenden başlayarak opera, bale ve en yaygın olarak da tiyatronun üzerinde süren bir "bitirme operasyonu" sistemli olarak uygulanmaktadır. Bu bitirme operasyonu içerisinde salonların kapatılması, 60 yaş emeklilik yasası, gazeteci ve sanatçılara tanınan sigortaya tabi sürenin artırımı maddesinin kaldırılması, ödenekli tiyatroların bütçesinin sürekli azaltılması ve ödenekli tiyatroları işletmeci zihniyetiyle görüp yukarıda en başta verdiğimiz maddelerdeki değişiklikler.

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

3. Abdülhamid, her şeyi olduğu gibi, sanatı da ide’leştirmiş. Başının üstünde taşıdığı düşünce balonuna birtakım sözler yerleştiren 3. Abdülhamid, bu sözlere uygun davranmayanları, tiyatrom.com ülkesinde yargılıyor. Genellikle de, yargılamadan infaz ediyor. Hakikat sever Coşkun Büktel, 3. Abdülhamid’in düşünce balonuna uymadığı, düşünce balonundaki sözlere uymadığı için, Büktel’i yok sayıyor. Yalancılara karşı savaşım verdiği ve yine düşünce balonundaki dağarcığa uyum sağlamadığı için sosyalist tiyatro sanatçısı Hilmi Bulunmaz’ı imha etmek istiyor. Sansür ediyor. Yok sayıyor. İde’lerinin tutsağı olmuş bir idealist olarak soluk alan padişah, sarayının dışında neler yaşandığını görmek istemiyor. Materyalist hayatın görülmesini, bilinmesini istemiyor. Bilinemezcilik, Berkeleycilik çok hoşuna gidiyor ve sıkı bir Makyavelist olarak yaşam sürüyor… Kişisel çıkarı için her yolu mubah görüyor. Devletle hükümeti ayrı ayrı göstermeye çabalıyor. Yumurtasız omlet yapıyor. “Yumurta ayrı, omlet ayrıdır” düşüncesini dayatıyor…

3. Abdülhamid diyor ki:

..........AKP iktidarı ve belediyeleri hem gerici zihniyetleri gereği sanattan korkmaktadır, hem de her konuya "esnaf mantığıyla" yaklaştıkları için tiyatroları bitirme kararındadır. Nedir esnaf mantığı? Taksim gibi en önemli semtin en güzel köşesinde (deniz gören) bir AKM olması saçmalıktır. Buradan topu topu kaç kişi yararlanıp opera yada oyun izliyor ki? Bu kadar az kişi için o güzel alan işgal edilir mi? Yıkıp hotel veya alışveriş merkezi yapılması çok mantıklıdır (!) Harbiye de kapitalizme, uluslararası sermayeye hizmet verecek bir kongre merkezi şehir tiyatrosundan çok daha karlı olacaktır. Zaten kaç kişi tiyatroya gidiyor ki? Tiyatroya gidenlerin, bunu ihtiyaç olarak görenlerin sayısını artırma çabası göstermek mi? Hayır canım bu entel işleri bizim halkımız pek sevmiyor, devlet bir avuç kişi için halkın alın terinden toplanan vergilerle bir avuç sanatçıyı mı besleyecek? o halde yıkılmalı, kapatılmalı daha karlı işlere yatırımlar kaydırılmalıdır. Hele halkın vergisini tiyatrocu maaşı olarak dağıtmaktansa MİT kadrosunu artırmak yada Diyanet bütçesini artırmak daha elzem ihtiyaçtır.

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

AKP iktidarının sanattan korktuğu hiçbir göstergeye rastlamadım. Ancak, AKP’den korkan çok sanatçıya rastladım. Son örneği Fazıl Say. Hem Nazım Hikmet’i, Genco amcası ile birlikte, gericilerin emriyle sansür ediyor ve hem de gericilerden korkuyor. (Bakınız: Bulunmaz, "Sansürcü Fazıl Say/Genco Erkal") Tam bir iki yüzlülük. Tam bir yavşaklık. Tam bir çanak yalayıcılığı. Tam bir emek ve sosyalizm düşmanlığı. AKP, tiyatro esnafı tarafından bitirilen, ırzına geçilen tiyatroyu, “esnaf mantığıyla” bitirirse, hayırlı bir iş yapar! Ülke gerçekleriyle, halk gerçekleriyle, emekçilerin gerçekleriyle örtüşmeyen; gerici, laik egemenlerin eğlenmeleri için, patlamış mısır kadar eğlencelik değeri olmayan tiyatroların imha edilmesi, hiç olmazsa, yeni tiyatro anlayışının yeşerme olasılığına hizmet edebilir. Bundan kötüsü olmaz…

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Bu sanatsal faaliyetleri zaten gereksiz görürken öte yandan bir de bakıyorlar ki bu kurumlar özel bütçelerle korunuyor. 5018 sayılı yasa bunlara ayrıcalık sağlıyor, belediyelerde katma bütçe ayrıcalık sağlıyor. Olur mu öyle şey? Zaten gereksiz bir harcama bir de ayrıcalık ne demek?.. ilk ş bu ayrıcalıklar kaldırılmalıdır diye düşünülüyor ve 2004'de 5018 sayılı yasa değiştiriliyor, geçen yıl ise şehir tiyatroları katma bütçeden çıkarılıyor. Artık tiyatrolar İETT yada mezarlıklar müdürlüğü ile aynı şartlarda oluyor.

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Halk, günlük yaşayışı içerisinde; İETT’nin, Mezarlıklar Müdürlüğü’nün işlevini görebiliyor. Tiyatro esnafı, halkın günlük yaşayışı içerisinde, tiyatronun ne işe yarayabileceğini anlatamıyor. Anlatmak istemiyor. Çünkü, kendisi tiyatronun ne işe yarayabileceği konusunda düşünce geliştirmemiş. Bu bağlamda, İETT ve Mezarlıklar Müdürlüğü ile aynı koşullarda bile olamıyor tiyatro…

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Bu durumda ne oluyor? İşte şimdi yaşananlar oluyor. Mezarlıklar müdürlüğü bin adet tabut alacaksa ihale açıp en uygun teklifi verene yaptırmak zorundadır. Yada diyelim ki kendi elindeki personelle yapılamayacak bir hizmet vardır. Örneğin mezarlıklar müdürlüğünde fayans ustası çalışmayabilir ama müdürlüğün zemini fayans kaplanacaktır. Sırf bu geçici iş için oraya elaman alınmayacağına göre bu işi dışarıya yaptıracaktır. İlanını yayınlar şu metrekare alan kalebodur işi yaptırılacaktır, şartlar şudur, isteyen teklif vermek koşuluyla ihaleye girebilir. ihale sonucu da en uygun teklifi veren kazanır.

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Şimdi geldik zurnanın “zırt” dediği yere. Mezarlıklar Müdürlüğü’nün zemini fayans kaplanacaksa, sürekli olarak bir fayansçı işe alınmıyor. Ne var ki, muallakta olan görüşler sonucu; şu oyun oynanacak ve şu oyuncular gerekiyor diye oyuncu alınıyor. Halkın gereksinim duyduğu oyunlar yasaklanıyor, sansürleniyor, sahneden kaldırılıyor. Değil oyuncu, o oyunun yazarına bir bardak su bile verilmiyor. Kimse “çıt”ını çıkarmıyor. Örnekse Theope kıskıvrak yakalanan bir kartal gibi, tüyleri yolunarak sahneleniyor. Kimse “çıt”ını çıkarmıyor. Büktel’in duru çevirisiyle dilimize kazandırılan, Irwın Shaw’un Ölüleri Gömün oyunu köşe bucak saklanıyor, tam sahnelenmek üzereyken, apar topar kaldırılıyor. Kimse “çıt”ını çıkarmıyor. Bir gariban fayansçı, iki fayansı hafif eğri yaptığında, parası ödenmiyor. Theope, hem de yazarı müdahale etmeye çalışmasına karşın, her tarafı yamuk yumuk olarak izleyiciye sunuluyor, kimse “çıt”ını çıkarmıyor. Türkiye tiyatrosunun başyapıtı Theope’yi okumamakla övünen bir Vandal olan 3. Abdülhamid, gelmiş hesap soruyor. Bir fıkramsı sunalım: Çocuk anasının şey edildiğini babasına haber veriyor. Babası da kadıya gitmesi gerektiğini söylüyor. Çocuk avaz avaz bağrıyor: “Anamı şey eden kadı!”… Gerçeklerin “kölesi” olan Büktel’in ürettiği değerleri imha etmek isteyen padişah, hangi yüzle hesap soruyor. Sansürcü, nasıl olur da sansürcüleri eleştirir. Buna ancak “çocuk” gibi bağırılır: “Anamı şey eden kadı!”…

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Şimdi bunu tiyatroya uyarlayalım. Belki bir oyuna mahsus farklı bir enstrüman çalacak birisine ihtiyaç duyulabilir, farklı bir dans türünü bilen bir dansçıya yada bunu öğretecek hocaya geçici ihtiyaç duyulabilir, mevcut kadroda olmayan türde bir oyuncuya ihtiyaç duyulabilir (Örneğin geçen yıl Sayın Ahmet Levendoğlu'nun Inishmaan'ın Sakatı oyunu için oldukça genç bir oyuncuya ihtiyacı olduğuna ve bunu DT kadrolarından karşılamasının mümkün olmadığına dışarıdan oyuncu bulunmasının gerekliliğinden söz ettiğine tanık olmuştum) Ya da ille de farklı türde olmayabilir ama o sezon için sadece geçici bir dönem ek oyuncuya, teknik elemana da ihtiyaç olabilir. Peki ne yapacak? İşte aynen mezarlıklar müdürlüğünün 1000 adet tabut ihalesi açması, yada ihaleyle yerlerin fayansını döşetmek için usta araması gibi ihaleyle sanatçı arayacak.

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Ahmet Levendoğlu, yalancı Mustafa Demirkanlı’nın kirli ellerinden ödül alacağına, biraz kendini sıkar, mevcut kadronun içerisinden bir oyuncuyu “eğitir”; olur biter. Şıracının şahidi bozacı… Ayrıca oyunculuk yapmak, hiç de fayans ustalığı denli zor bir iş değildir. Bir inşaatın en zor işlerinden biri (de) fayans döşemektir. Zordur. Padişah bunu bilmez…

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Peki canım aratırsa aratsın ne var bunda? fayans döşetmek için aranan usta için bu uygunsa oyuncu için neden uygun olmasın? Bir fayans ustasının gururu sanatçıdan daha mı az? Meseleye düz mantıkla bakarsak evet neden olmasın? Ama ; şimdi ikisinin yerine de kendimizi koyup düşünelim

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

12 Eylül Faşizmi, gerçeklerin üstünün örtülmesi için her şeyi yaptı. Yaptıklarından biri de şuydu: “Et yiyemeyenler mercimek yesin. Mercimekteki protein, hiç de ettekini aratmaz.” Bunu söyleyenler, bir yandan hayvan etiyle, diğer yandan da insan etiyle besleniyorlardı! 17 yaşındaki Erdal Eren’i ipe götürenler, Fransız kaşığıyla Türk boku yerlerken, bir yandan da halka et yedirmeden, nasıl protein yediririz hesabını yapıyorlardı. Diğer bir dayatma da şuydu: “Bir profesörle, bir işçinin şerefi aynı değildir.” Şimdinin düzen bekçisi 3. Abdülhamid: “Bir fayans ustasının gururu sanatçıdan daha mı az?” diye yumurtluyor. Hemen yanıt verelim: Bir fayans ustasının gururu sanatçıdan daha çoktur. Sanatçılık, Nazım Hikmet’i sansürlemekse, fayans ustası daha gururludur. Demokratlık yada sanat destekçiliği Coşkun Büktel’i sansürlemekse, fayans ustası daha gururludur. Sanatçılık, devlet çanağı yalamaksa, fayans ustası daha gururludur. Sanatçılık, Efes Pilsen şişesinin içine tutsak olmaksa, fayans ustası daha gururludur. Sanatçılık yada sanat destekçiliği; yalancılık, sansürcülük, iftiracılık, sanal piçlik ise, fayans ustası daha gururludur…

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Fayans ustasının belli vasıfları var mı? Yok. Adam gelir yapar eğer olmamışsa sözleşme şartlarına uygun iş yapılmadığı için ödeme yapmazsınız. Sözleşmede de şartlar yerine getirilmezse ödeme yapılmayacağına dair maddeler vardır bu madde olduğu için kendine güvenmeyen birileri bu yükümlülüğe girip zarar etmek istemez.

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Fayans ustasının belli vasıfları vardır. Hem de çok. Hiçbir fayans ustası, hiçbir yönetmelik tarafından yargılanacak denli zavallı değildir. Fayans ustalarının tümü, sezgileriyle de olsa; matematik, aritmetik, geometri, estetik, ritim duygusu, şiirsel imgeye sahiptir. Yönetmeliği yazan, yönetmeliğe dayanarak karar verenler, kendi iradelerine değil, yönetmelik iradesine göre hareket eden robotlardır. Fayans ustaları ise, tamamıyla kendi iradelerine güvenerek ustalaşırlar. Fayansı yanlış döşeyene usta denmez. Acemi fayansçı denir. Hiçbir yönetmeliğin kavratamayacağı bir gerçek vardır usta-çırak ilişkisinde. Nasıl ki kuşlar, uçabileceğine emin olduktan sonra, yuvanın dışına iterse yavrularını; ustalar da ustalaştığına inandıkları fayansçıları usta diye nitelerler…

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Peki bir fayans ustası emeğinin karşılığını alamayacak kadar rakamı düşürüp ihaleye girer mi? Mesela sırf şehir tiyatrolarının duvarlarını boyamış olma zevki, onuru adına 1 lira karşılığı bu işi yaparım diye teklif verir mi? Aptal değilse vermez sanırım.

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Vermez. Fayans ustası materyalist bir dünyada yaşar. Gizemciliğe, büyücülüğe pabuç bırakmaz. Bilir ki, ne denli iyi fayans yaparsa yapsın, halkın düşünsel ırzına geçen dizilerde kıç sallayan “sanatçı” olamaz. Ona göre davranır. Pazarlık bile etmez. Meşhur olma hayaliyle yaşayacak denli geri zekalı değildir. Şehir Tiyatroları’nın pisliğini örtmek için kıç sallamaz. Şehir Tiyatroları’nda hükümranlık kuran sansürcülerin götünü yalayacak denli aptal değildir…

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Şimdi bu iki soruyu birde tiyatro oyunculuğuna aday olanlar için soralım.

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Örnekse fayans ustası, yukarıda bulunan tümcenin beşinci sözcüğündeki “bir” ve “de”nin ayrı yazılmasını kavrayabilecek denli sezgisel olgunluğa eren bir ruh yapısına sahiptir…

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Bir oyuncu adayının belirli vasıfları var mı? Var elbet eğer mülakatla seçmeyle alsaydınız görüp seçebilirdiniz, aradığınız role uygun mu, yeterli eğitimi var mı diye. Ama seçmeyle değil ihaleyle alınca size seçme şansı verilmiyor en ucuz fiyatla işi yüklenirim diyen otomatik seçiliyor. Peki şartlara uygun çıkmadı rolü beceremedi ne yapabilirsiniz? Anlaşmayı feshedebilirsiniz. Peki oyuncu adayının bundan zararı olmaz mı? Eğer 1 liraya bile ben bu işe varım demişse 1 lirasını alamaz. Doğrusu ya bu riske de herkes girer. Peki olsun, yapamadıysa onun yerine yeni bir oyuncu alırsınız... Hayır alamazsınız yönetmeliğe göre yeniden sıfırdan ilan edip yeniden ihale açmanız gerekir. Ve bu her defasında aynen tekrarlanır.

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Soruya soruyla yanıt verelim: Bir fayansçının belirli vasıfları var mı? Var elbet!... “yönetmeliğe göre yeniden sıfırdan ilan edip yeniden ihale açmanız gerekir”se, fayans ustası yanlış iş yaptığında, yine yitirilen bir şeyler olmuyor mu? Aptal olduğum için tam kavrayamadım. Demek ki, Mezarlıklar Müdürlüğü zemini için gereken fayanstan daha ivedi oyun oynanması…

3. Abdülhamid diyor ki:

..........İkinci soruyu soralım oyuncu adayı için. Bir oyuncu adayı zararına şehir veya devlet tiyatrolarında bu işi yüklenip zararına ihaleye girer mi? Evet girer. Şehir tiyatrolarında oynamış olma, usta oyuncu ve yönetmenlerle olma, kendini sahnede görme tutkusu, CV'sine yazacağı önemli bir referans uğruna hiç para almadan da şehir tiyatrolarında oynamaya hazır çok sayıda adayın çıkacağı gerçektir. O halde Belediyenin Sanatçı ihalesinde çok sayıda 1 lira hatta 25 kuruşa ben bu işi yaparım diye teklifler gelecektir şaşırmayınız. İşte ikinci skandal da o zaman patlayacaktır zira kanun gereği belediye bu 1 liraya, 25 kuruşa oynarım diyenleri seçmek zorunda kalacak ve gazetelere şehir tiyatrosu 25 kuruşa oyuncu oynatıyor haberleri de yansıyabilecektir.

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Neden olmasın? Ücretsiz de oynanabilir. Bunda komik, trajikomik durum nedir?

3. Abdülhamid diyor ki:

..........İşte küçük esnaf mantığıyla, bir tüccarın düz mantığıyla tiyatro yönetmek de ancak bu şekilde olur. Hükümet de bunu yapmış ve 5018 nolu yasayı bu mantıkla düzenlemiştir; Saray muhallebicisi sahibi İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş'da bunu yapmıştır, katma bütçeden tiyatroyu çıkarmıştır.

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Kadir Topbaş’ın belediyede ne denli başarılı olduğunu bilmiyoruz. Fakat Saray Muhallebicisi bayağı iyi işliyor. Tebrik etmek gerekir! Daha önce, yazısının başlığında Saray Muhallebicisi adını kullanıp da, sonradan çark eden muhallebi yazarı 3. Abdülhamid, yazmak için yazıyor anlaşılan...

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Şimdi Kadir Topbaş topu danışmanı Kenan Işık'a atıyor. Kenan Işık ne diyor? "maalesef 2 yıl önce düzenlenen 5018.maddeden dolayı........ vesaire vesaire... Belediyeler hükümetler bu işi bilmeyebilir tiyatrocular uyarmalıydı........"

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Yalancı dostun Mustafa Demirkanlı’nın kirli elinden verilen ödüllerin peçete tutucusu olan Kenan Işık’ı bu denli eleştirmesen iyi olur padişahım. Burak Caney’in diğer ebeveyni olan Demirkanlı kızabilir. Aranız bozulabilir. Yalnız kalabilirsin. Dikkatli ol…

3. Abdülhamid diyor ki:

..........İyi de Sayın Kenan Işık bu maddeyi kim düzenledi? Bugünkü hükümet. Şehir tiyatrolarını katma bütçeden kim çıkardı? Bugünkü AKP'li belediye. Bu hükümete ve bu belediyeye baştan beri en yakın olan tiyatrocuların başında kim geliyor? İnceleyelim bakalım kimmiş?

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Devletle hükümeti, yumurtayla omleti ayırmak için büyük çaba harcıyor 3. Abdülhamid…

3. Abdülhamid diyor ki:

..........1996-2000 yılları arasında Recep Tayyip Erdoğan İstanbul belediye başkanıdır ve İstanbul Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliğine getirilen kişi kimdir?

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Kimdir?...

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Kenan Işık'tır

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Güzel!...

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Şubat 2007 de Kültür ve Turizm Bakanına bir tiyatrocu müşavir atanır. Kimdir bu bakan müşaviri tiyatrocu?

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Kimdir?...

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Kenan Işık'tır

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Çok Güzel!...

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Bir süre önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı danışmanlığına bir tiyatrocu getirilir. Kimdir bu belediye başkanı tiyatrocu?

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Kimdir?...

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Kenan Işık

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Harika!...

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Belki 5018 sayılı yasanın meclisten çıktığı gün, yada katma bütçeden şehir tiyatrolarının çıkarıldığı gün itibarıyla Kenan Işık'ın bu görevlerinin arasına denk düşülmüş ve resmi anlamda görevi olmayabilir. Lakin Kenan Işık'ın bu hükümet ve bu belediye tarafından özel bir ilgiye mahzar olduğunu söylemek çok da yanlış olmasa gerek. Dolaysıyla da Kenan Işık hükümeti yada belediye başkanını uyarması gereken tiyatroculardan söz ediliyorsa biz de deriz ki bu neden Kenan Işık olmasın?

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Olmaz, olamaz. Uyarmaz, uyaramaz. Adam ayağına kurşun sıkmaz, sıkamaz. Adam intihar etmez, edemez. Adam, burjuvazinin ilelebet muhafaza ve müdafaa edilmesi için görevlendiriliyor. Tiyatroyu bir tapınma biçimi olarak koruması isteniyor. Adama görevi olmadığı görevi vermek, vergi dairesindeki memura usulsüz iş yaptırmak için rüşvet vermek gibi bir şeydir. Kenan Işık’tan böyle bir görev beklemek için aptal olmak gerekir.

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Kaldı ki bu yasa çıkarılırken yüksek sesle karşı duruşlar olmuş hatta İzmir'de sanatçılar yürüyüş yapmış bu yasanın sakıncalarını dile getirmiştir. Yine katma bütçeden tiyatro çıkarılırken tiyatrom olarak biz, İştisan, ve tiyatro dünyasından kişiler uyarılar yapmıştır. Oyunda bir kutu meyve suyu gereksinimi olsa ihale açılmak zorunda kalınacaktır denilerek örneklenmiştir. Kadir Topbaş'ın o günlerde tiyatrocu bir danışmanı olmayabilir ama emrindeki kuruluşun Genel Sanat Yönetmeni, yardımcıları ve yönetim kurulu üyeleri vardır. Kadir Topbaş değil dışardan gelecek seslere kulak vermek, kendine bağlı tiyatroların yönetim kurulundakilere bile danışıp fikir almaya gerek duymamış 1 YTL'ye tiyatro şovlarıyla ne kadar tiyatro dostu olduğunu ispatlamaya çalışmıştır.

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Kadir Topbaş, görevini yapmış. Tiyatro esnafı ağlamanın dışında bir halt edemiyorsa, adam ne yapsın? Saray Muhallebicisi olanaklarıyla; keşkül, tavukgöğsü, kazandibi, aşure, kaymaklı ekmek kadayıfı filan mı ısmarlasaydı köle ruhlu tiyatro esnafına…

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Sonuç olarak,

AKP sanat sevmez. Hem kitleleri uyandıran, bilinçlendiren, muhalif söylemleri olan bir faktör olduğu için sanat sevmez; hem de esnaf mantığıyla baktığı ve kar/zarar, arz/talep mantığıyla ölçtüğü için sanat sevmez. Tiyatro ve sanat dünyasında bina yıkımlarından, yılların Eminönü Halk Eğitim Merkezinin depoya dönüştürülmesine; 5018.yasada yapılan değişikliklerden katma bütçeden tiyatronun çıkarılmasına; Kültür Bakanlığının harcamalarından bir kısmını Özel tiyatrolara dağıtıp onları dizginleme çabasından halkın giderek daha az sanat tüketicisi olmasına... Sanatın bugün yaşadığı sancıların büyük bir bölümünün mimarı AKP anlayışıdır, ve bu anlayışa karşı örgütlü bir mücadele verilmedikçe de sancılar daha da artacaktır.


3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Sanat da AKP’yi sevmez. AKP, sanat sevmek zorunda değil. Sanat da AKP’yi sevmek zorunda değil. Sanat CHP’yi de sevmek zorunda değil. Halkı, “sanat tüketicisi” olarak gören bir salaklık içerisinde olan 3. Abdülhamid, bu sanat-manat işleriyle ilgilenmeyi bıraksa da, biz de yanıt vermek yerine, oturup adam gibi işlerle uğraşsak!...

3. Abdülhamid diyor ki:

..........Not: 5018 sayılı yasanın eski hali yada katma bütçeden pay verilmesi tiyatroların kayıtsız şartsız sorunsuzca ve sorumsuzca para harcamaları anlamına gelmiyordu elbette yine resmi bir kurumun titizliği ile bağlayıcı kuralları vardı. Fakat elbette devletin her kurumunda yaşanan türde yolsuzluk usulsüzlük, savrukluk söz konusu olabiliyordu (Örneğin Rahmi Dilligil davası) Bunun çözümü kapatmak yada engellemek değil doğru işlerlik kazandıracak tedbirleri almaktır.

3. Abdülhamid'i değerlendirelim:

Not: Karl Marks’tan bir söz: “Kapitalist toplumda; insanlar neden hırsızlık yapıyor diye sormamak, neden yapmıyor diye sormak gerekir.” Bizce, kapitalist toplumsal yapılanmada, hemen herkes, kıyısından köşesinden pisliğe bulaşmıştır. Bu pisliğin sona ermesi için sosyalist mücadele vermek gerekir. Ağlayarak, sızlayarak hiçbir yere varılamaz. Yalancılarla, iftiracılarla, sanal piçlerle, sansürcülerle, sanatsal soytarılarla… hiçbir yere varılamaz!...

(Kaynak: 3. Abdülhamid, "ESNAF ANLAYIŞI İLE ÜLKE YADA BELEDİYE YÖNETİLİRSE...")