29 Temmuz 2007 Pazar

Sanat Ticareti... Tiyatro Sorunları... Kurtarılmak...

Kemal Oruç, tiyatronun sanat boyutuyla uğraşmanın yanı sıra, bu sanatın gerektirdiği; işletmecilik ve eğitim konusuna da kafa yorup, uygulamaya çalışan bir genç...

Deneyimlerini ortaya koyma çabasını destekliyoruz. Ne var ki, yazarken, ad vermediği zaman, yazısının inandırıcılığı yara alıyor. Örnekse TOBAV tarafından, Kemal Oruç'a yapılan haksızlığı anlattığı (tıkla:
TOBAV POLEMİĞİ ve DENİZ YILDIZI HİKAYESİ) yazısı, ad verdiği için, son derecede inandırıcıydı. Ne yazık ki, TOBAV'ın karşı çıkışından sonra, yelkenleri suya indiren Oruç, farklı bir dil kullanmaya başladı...

Türkiye tiyatrosunun çürümesine, küflenmesine, ceset olup, intihar etmesine neden olmuş "eski"lerden medet uman Oruç'un, Coşkun Büktel'in yazdığı Theope gibi bir tiyatro metnini görmezden gelmiş, böyle bir yapıtın üstünü örtmeye çalışmış, yine Irwin Shaw'un yazıp, Büktel'in çevirisini yaptığı "Ölüleri Gömün"ü gömmek isteyen "eski"lerden hiçbir şey umulmayacağını öğrenmesi gerekiyor...

Tiyatroyu salt bir iş olarak değil, aynı zamanda bir sanat olarak yaşatan kişilerin, sanat yapamaması için, tüm gücünü kullanan "eski"miş Tiyatro Dükalığı mahkum edilmeden, yerden yere vurulmadan, tiyatro özgürlüğüne kavuşamaz. Büktel'in oyun metinlerini engelleyen, Bulunmaz'ın oyunlarını mühürleyen egemen anlayışla savaşım verilmeden, tiyatronun ciğerine işlemiş olan "sanatsal faşizm" imha edilemez...

Şimdi, "eski"lerden birşeyler beklemek değil, engellenmek istenenlerle işbirliği yapma zamanı...

Herşeye karşın; diğer tiyatro sitelerinin yaptığını yapmayan OYUN, Kemal Oruç'un yazısının virgülüne bile dokunmadan, yazısını aynen yayımlıyor:


Kemal Oruç
kemaloruc


Bu yazıyı hazırlamak zorunda oluşumun bazı nedenleri var.

Bu nedenlerin başlıcaları şunlar:


1. Günümüz tiyatrosu sorununun, sadece, seyirci kaygısı olduğunun düşünülmesi.

2. Tiyatro toplantılarında sadece nasıl daha çok bilet satılacağının tartışılması.

3. Internet ortamındaki platformlarda, bilinçsizce, bir lider olmaksızın, tiyatro sorunlarının tartışılması.

4. Tiyatrolarda, artık, çoğunlukla ticari organizasyonlara yönelinmesi.

5. Özel tiyatroların, ödenekli tiyatrolar karşısındaki durumu.

6. Günümüz siyasi durum ve tiyatroya yansıması.

7. Toplumsal yozlaşma ve bilinçsiz yönelimler.

8. Tiyatro okulları ve mezunlarının durumu.


Siyaset Meydanı adlı programda Türkiye Tiyatrosu tartışılmaktaydı. Neredeyse bütün tiyatroların temsilcileri oradaydı; ama amatör tiyatroları temsilen davet edilen kimseyi göremedim. Amatörler de en arka sıralarda oturmaktaydı; kaç kelime konuşabildiler? En çok konuşulan konu neydi? Seyirci kaygısı ve bilet satışı... Tiyatronun en büyük sorunu olarak “ticari durum” kabul edildi ve tartışıldı.

Şunu merak ediyorum: ticari tiyatro temsilcilerinin çoğunlukta olduğu bu programda “ticari durum” tartışıldıysa, bu işi hiçbir karşılık beklemeden sevdiği için yapan, bir oyun için aylarca kafa yoran, kendini geliştiren (dolayısıyla çevresindekileri geliştiren) amatör tiyatro temsilcileri ve hatta tiyatro seyircisi de orada olsaydı daha başka neler tartışılırdı?

İşte o zaman tiyatronun gerçek sorunları tartışılırdı! Çünkü bu işin ruhunu canlı tutan amatörlerdir ve seyirci olmadan da zaten bu işi yapmaya hiç gerek yoktur.

Sorun sadece salonun boş olması mı? Peki dolu olduğunda herşey çok mu farklı oluyor? Hayır! Birkaç oyun sonrasını ödenekli tiyatrolar dışında hangi tiyatro görebiliyor?

Tiyatronun gerçek sorunu “ticari durum” değil “EĞİTİM DURUMU”dur. Bizler, eğer tiyatro yoluyla insan eğitimine önem veriyor olsaydık, bugün herşey çok daha farklı olacaktı. Ya içeriksiz, manken oynatma zorunluluğu olan, bulvar oyunları ya da bizlere hiç mi hiç hitap etmeyen klasik oyunlar oynanmaktadır. Birisi, ticari kaygıdan ötürü, bizi eğlenceden öteye götürmüyor, bir diğeri de, aşırı sanatsal kaygıdan, kime oynandığını unutuyor.

Estetik kaygı elbette önemli; ama toplumu bilinçlendirmek; doğru zamanda, korkusuzca, doğru mesajları da verebilmek gerekir.

Eğitimde drama yöntemini bile, daha yeni ülkemize getirebildik; ama uygulamasını hala getiremedik. Oysa İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu, tiyatro sanatı ile toplumsal eğitim ve kalkınmanın daha kısa sürede gerçekleşeceğini belirtmiş, yıllarca bunun üzerine çalışmalar yapmıştır. Yine Muhsin Ertuğrul bırakın oyuncuyu, seyirciyi eğitmek için bile özel kitapçıklar çıkarmıştır. Peki ya bugün bunun için neler yapılıyor?

Bugün, hiçbir gerekli sebep gösterilmeksizin, hatta saçma sebeplerle AKM’yi yıkmaya çalışıyorlar. Birçok tiyatro adamı, biz ateşli gençler ve birkaç sivil toplum örgütü orada toplandık, eylem yaptık. Ama acı bir gerçekle karşılaştık! Halk neredeydi?

Tiyatroyu sadece tiyatrocuların savunması, koruması, geliştirmesi yetmez. Bir tiyatro oyununun oluşması için oyuncu ve seyirci olması gerekir; ama nedense savunurken sadece oyuncu ve diğer tiyatro insanları var. AKM önündeki eylemde halktan kimler vardı? Yoktu! Biz seyirci kavramını yanlış anlamışız meğer. Öyle bir seyirci yetiştirmişiz ki inanın herşeye seyirci kalıyor!

Sanat ticaretinin, sanatın önüne geçtiği ülkemizde halk neden sanatı savunsun ki? Halka göre onlar işini yapıyor! Bu bir iş!

Adana tiyatrosunda yetiştiğim ve sahne yaşamıma İstanbul’da devam ettiğim için bu iki büyük şehir üzerinde değerlendirme yapacağım.

Adana’da yıllar sonra Şehir Tiyatrosu, büyük çabalarla, yeniden kuruldu. Birçok genç bu kurumda tiyatro eğitimi aldı; ama bu işi yapamadı! Yıllar sonra Adana’ya gittiğimde, özellikle Şehir Tiyatrosu’nda hiç genç oyuncu kalmadığını gördüm. Sonradan öğrendiğime göre tiyatrodan ayrılmamışlar, resmen kaçmışlar.

Neden mi? Çünkü Şehir Tiyatrosu’nu ele geçiren “büyükler” bu gençleri eğitmek yerine ezmişler. Tiyatro işleri yerine ayak işleri yaptırmışlar. Yıllarca çalıştırılıp para vermemişler. Kadroya alınacaksınız deyip almamışlar!

Belli bir kalıba girmiş, kendini geliştirmekten aciz “büyükler” bu gençleri eğitememiştir. Şimdi konservatuaradan mezun olup da Şehir Tiyatrosu’na çalışmaya gelen birkaç genç de aynı sorunları yaşamaktaymış. Alt yapıdan yetişen gençler orayı terk etmiş ve her biri tiyatrodan elini, eteğini çekmişler. Oysa ben onları son gördüğümde, yazın bile, boş sahnede prova yapmakta ve içlerindeki bu aşkı daha da alevlendirmeye çalışmaktaydılar. Adana tiyatrosunu devam ettirecek olanlar “büyükler” değil, onların yetiştireceği gençlerdir. Ama görüyoruz ki oyuncu bulunamadığı için bir salon görevlisi ve başka bir kurumdan gelen memur, oyuncu olarak sahneye çıkmakta; bu yüzden senede sadece bir oyun sergilenmektedir. Şehir tiyatrosunda iç anlaşmalar bozulmuş, dostlar birbirinin kuyusunu kazar olmuş! Herkes işine geleni yapmakta; gençlere söz düşmemekte, hala çürümüş fikirler geçerli sayılmaktaymış! Şehir tiyatrosunun sonunu hayırlı görmüyorum.

Adana’da diğer “eski” tiyatrolarda da gençlere ücretli eğitimler verilmekte ve kısa eğitim döneminden sonra da bu henüz yetişmemiş genç oyuncular tiyatronun ticari oyununda oynatılmakta, tabiri yerineyse üzerinden para kazanılmaktadır. İşin kötüsü çocuk oyununda oynatılmaktalar. En çok üzerinde durulması gereken, gerçekten uzmanlarca yapılması gereken tiyatro türü olan çocuk tiyatrosunda...

Bunun dışında Adana’da gençler sadece “Liseler Arası Tiyatro Festivali”nde tiyatro yapabilmektedir. Lise bitince de Adana’da, kullanılmadan, tiyatro yapabileceği hiçbir yer yoktur! Çünkü birincisi “büyükler” her yeri zapdetmiştir ve ikincisi onlar asla para vermez!

Bütün bunların yanında, bu yaz Adana’ya gittiğimde iki güzel olayla karşılaştım: birincisi Hüseyin Akşen’in kurduğu ve Gökhan Okşar’ın işlettiği Akşen Sahnesi’nin yaptığı yepyeni işler ve “büyükler”i önemsemeden yapılan gençlere yönelik etkinlikler; ikincisi Şehir Tiyatrosu’nda alttan yetişip de kadroya girebilen tek kişi olan Orhan Kuşçu’nun yapmış olduğu büyük hizmettir. Orhan Kuşçu “büyükler”e meydan okurcasına gençlere yönelik projelerle, onlara hizmet için çalışmaktadır. Adana’daki gençlerin ücretsiz olarak hem tiyatro eğitimi alması hem de rahatça, herhangi bir baskı olmadan tiyatro yapabilmesi için bir mekan tutan Kuşçu: “Sadece gençlerin enerjileri, istekleri bile bana yeter.” diyor. Bu projeyi sonuna kadar destekliyor, Orhan Kuşçu’ya teşekkür ediyorum.

Böyle bir gereksinimi bana her gün gelen onlarca e- posta açıkça anlatmaktadır zaten. Bu e- postalarda, gençler, bulunduğu ilde nerede eğitim alabileceğini veya tiyatro yapabileceğini sormaktadır. Daha kötüsü tiyatro yapabileceği hiçbir yer olmadığını belirtmektedir. Bunun sebebi ise yeterince tanıtım yapılmaması, okullarda bu tür etkinlikler düzenlenmemesi veya gerçekten tiyatroya dair hiçbir ize rastlanmamasıdır.

İstanbul tiyatrosuna gelince, en fazla duyduğum şey İstanbul’da sadece birkaç tiyatronun artık kendini kurtardığı, diğerlerinin durumunun kötü olduğudur. Bana sorarsanız, kendini kurtardığı söylenen diğer tiyatroların da durumunun hiç de garanti olduğunu söyleyemem. Şehir Tiyatrosu, seçim kaygılarıyla, bilet fiyatını 50 kuruş ve 1 YTL yaptığında hangi tiyatro iki ay boyunca karnını doyurabildi? Resmen bir kriz yaşandı.

Devlet Tiyatrosu ve Şehir Tiyatrosu’nun salonu hep dolu olmasına, hatta iki hafta öncesinden biletlerinin tükenmesine rağmen özel tiyatrolar neden iki hafta sonra neler olacağını tahmin bile edemiyorlar? Elbette tiyatroların ve tiyatrocuların da para kazanması gerek. Neden seyirci kaygısı yaşanmakta? Çünkü oyun oynamaktan başka birşey yapmıyorlar. Ama oynayacak seyirci bulunamıyorsa neden oyun oynuyorlar?

Benim önereceğim çözüm galiba hem “eğitim durumu”na hem de “ticari durum”a büyük katkı sağlayacaktır.

İstanbul’da birçok üniversite bulunmakta ve milyonlarca öğrenci bu üniversitelerde eğitim almaktadır. Üniversiteler karması bir topluluğa iki yıl eğitim verdim. Marmara Üniversitesi’nde de üç yıldan beri eğitim verdiğim için bu toplulukların ve üniversite gençliğinin sorunlarını artık şöyle böyle bilmekteyim. Tiyatro atölyesine gelen gençlerle birçok konu üzerine tartışmaktayız ve durum aslında içler acısı...

Biliyor musunuz? Üniversitedeki gençlerin çoğu hayatında hiç oyun izlememiş!

Biliyor musunuz? Üniversite gençliğinin çoğu hiç kitap okumuyor!

Biliyor musunuz? Üniversite gençliğinin çoğu Şehir Tiyatrrosu ve Devlet Tiyatrosu’nun aynı şey olduğunu sanıyor. Kaldı ki diğer tiyatroları hiç tanımıyor bile.

Biliyor musunuz? Üniversite gençliğinin çoğu cemaat evlerine teslim oluyor! Hizmet için yetiştiriliyor. Hiç ummadığınız kişileri bile aralarına alıveriyorlar. Son 2-3 senede bu hiç de küçümsenmeyecek oranda arttı. Bu cemaat evlerine gidenlerden birisi bana şunları söyledi: “Biliyor musun biz her oyuna gidemeyiz. Bize hitap ediyorsa ancak gidebiliriz.” Onlara nelerin hitap ettiğini hepimiz çok iyi biliyoruz zaten. Yani bu da şu demek oluyor ki, seyircinizin çoğunu kaybettiniz!

Öncelikle bu işin kolayına kaçmak, onlara yönelik oyunlar yapıp zengin olmaktır! Ama yapılması gereken bunun tam tersi, yani zor olandır.

Yapılması gerekenlere geçmeden önce iki olay anlatmak istiyorum:

Marmara Üniversitesi’ne Macide Tanır, Bennu Yıldırımlar ve Şehir Tiyatrosu’ndan bazı oyuncular söyleşi için geldiler ve tahmin edin kaç kişi geldi? On beş kişi!

Aynı üniversiteye Acun Firarda’nın firarlık Acun’u geldi ve tahmin edin kaç kişi geldi? Salon doldu ve dışarıdan dinleyebilmek için kulağını duvara dayayanlar oldu! Geveze adlı bir şovmen geldi ve yine aynı şey oldu!

Peki neden onları izlemek için izdiham oldu da, gerçek sanatçılara hiç ilgi olmadı? Televizyonun, magazin programlarını ve kafa yormayacak, gereksiz programlar yapmalarını bir tarafa bırakırsak; asıl mesele okul içinde iyi tanıtım yapmaları ve okul idaresiyle iyi ilişkiler kumalarıdır.

İşte tavsiyem şudur:

Eğer ki zahmet edip üniversite yönetimiyle irtibata geçerseniz, şunları yapabilirsiniz:


1. Okul idaresi desteğiyle okul içinde stand kurabilirsiniz.

2. Kulüplerden destek alıp tanıtımınız yaygınlaştırabilirsiniz.

3. Ücretsiz ve öğrencilere hizmet eden etkinlikler düzenleyebilirsiniz.

4. Workshoplar düzenleyerek öğrencilere yönelik yaratıcı çalışmalar ya da kültürel etkinlikler yapabilirsiniz.

5. Tiyatro yapmanızın yanında oyunlarınız ve oyuncularınızı tanıtabilirsiniz.

6. Oyunlarınızı sergileyebilir; izleyemeyenler için ücretsiz bilet bırakarak sahnenize davet edebilirsiniz.

7. Yapılacak söyleşilerde kültür birikiminin, kitap okumanın, yaratıcı olmanın, başkalarına alet olmamanın önemini onlarla paylaşabilirsiniz.


Tiyatro Tanıtım Günleri adında bir organizasyonla bu işi yapabilir; öğrencilere İstanbul'da Şehir Tiyatrosu ve ve Devlet Tiyatrosu dışında tiyatrolar olduğunu da öğretebilirsiniz. Ama bu iş sadece öğrenci kulüpleriyle olmaz. Rektörlükle işbirliği yapmak zorundasınız.

Sandığınız gibi üniversite öğrencileri öyle de çok fazla kendini geliştiren geleceğini kurtaracak kişiler değil. Öyle olsa başkalarının kuklaları olmazlardı . Kendi fikirlerini ortaya çıkarabilirlerdi. Oysa başkalarından alıntı yaparak konuşmaktalar!

İşte tiyatroların yapacağı bu etkinlikler hem onlara tiyatroya gitme alışkanlığı sağlayacak hem de kafaların çalıştırmalarına, başkalarına alet olmamaya, belli bir dünya görüşüne sahip olmalarına yardımcı olacaktır. Beyinleri yıkanan bu gençleri kurtaracak olanlar sizlersiniz. Onların (artık) kurtarılmaya ihtiyacı var.

Bunu yapacak olanlar siz sanatçılarsınız. Çünkü siz kültürlü insanlarsınız. Çünkü sizin bir dünya görüşünüz ve bir durumunuz var. Çünkü sizler aydın insanlarsınız. Karanlığa karşı duracak olan ve bu gençleri aydın olmaya zorlayacak olanlar da sizlersiniz. Sanatçı olmak öyle kutsal bir şey ki; başkaları beyinleri sömürürken, sanatçılar insanlara beyinlerini nasıl kullanmaları gerektiğini öğretiyor. Sanat bunun için değil mi zaten?

Eğer siz onlara bunları sağlarsanız emin olun onlar da size karşılığını vereceklerdir. Bu hiç ama hiç yadsınamayacak bir gerçektir: İstanbul'da çok sayıda öğrenci ve eğer kazanılırsa, bu öğrencilerden oluşacak çok büyük bir seyirci potansiyeli var.

Öncelikle biz sanatçılar insanlara hizmet edeceğiz; onlar gerekli karşılı vereceklerdir zaten.

Yok eğer siz diyorsanız ki bu tür tanıtımlar, hizmetler çok zahmetli, biz yapamayız o zaman size inişli çıkışlı tiyatro hayatınızda iyi şanslar diliyorum. Çünkü ancak iyi şans size yardımcı olabilecektir.

Sanat ticareti, sanatı yok etmektedir ve bunun önüne geçilmesi gerekmektedir!

Son olarak şunu söylemek istiyorum: Eskiden şehirlerarası yolculukta oturduğum koltuğun üst tarafındaki lambayı açar ve yolculuk boyunca utana utana kitap okurdum. Utanırdım, çünkü diğer lambaların hepsi kapalıydı ve ben diğer kişileri rahatsız ettiğ imi düşünürdüm. Biliyor musunuz artık şehirlerarası yolculuklarda yanmayan lambalar beni rahatsız ediyor ve sırf bu yüzden onlardan utanıyorum!


GÜNLERİNİZ AYDIN OLSUN SEVGİLİ DÜŞÜNCE DOSTLARI!

Kemal ORUÇ
29.7.2007