14 Mayıs 2007 Pazartesi

[KÂRHANECİLER, SANAL DÜNYA, ŞİZOFRENİ VE TİYATR…]

Semih Çelenk

Tarih: 30 Mart 2007 Cuma


BU YAZININ OKURLARINA ZORUNLU BİR NOT:
Aşağıda okuyacağınız yazı ile, bir süreliğine de olsa internet ortamında tiyatro ile ilgili olmak üzere hiçbir yazı yazmayacağımı ve tartışmalara katılmayacağımı belirtmiştim. Aşağıdaki yazının bu sayfada yayınlanmasının hemen ardından, Hilmi Bulunmaz
www.tiyatroyun.com adlı sitesinde, bu yazının her cümlesi ile ilgili notlar düşerek "Semih Çelenk ile Veda Hutbesi Diyalogu" başlıklı bir yazı yazdı. (Sayın Semih Çelenk, yüzlerce yazının bulunduğu sitemizin adını vermiş. Ne yazık ki, ilgili yazıya link vermemiş. Biz, görüşlerimizin okunmasını arzu ettiğimizden, link veriyoruz: Semih Çelenk ile Veda Hutbesi Diyalogu OYUN) Yukarıda belirttiğim kararımı bozmamak adına bu yazıyı internet üzerinden yanıtlamayacağım.
Bu yazıya verdiğim mecburi yanıt SINIRDA dergisinin mayıs sonunda çıkacak yeni sayısında yayınlanacaktır. Yanıtın muhatabına ve bu yazının okurlarına bildirmeyi bir zorunluluk sayıyorum. (semih çelenk)


............................................................................

Giderek daha çok dillendirilmeye başlandı.

Ülkemizde tiyatro sanatı bir çöküş yaşıyor.

İktidar, belki de tiyatro sanatı ile halkın arasındaki bağın zayıflamasını fırsat bilip, her türlü yıkıcılıkla saldırıyor. Oyunların yasaklanmasından, Devlet Tiyatrosu’na, İstanbul Şehir Tiyatrosu’na yapılan baskılara, salonların yerle bir edilme planlarına kadar baskının ve şiddetin binbir türlüsü, adeta bir intikam duygusu ile gün aşırı uygulamaya konuluyor.

Evet, gördüğümüz böyle bir resim. Peki bu resmin ardında ne var?

Hepimiz belki bu saldırıları görüyoruz, hepimiz belki bu saldırılara karşı sesimizi yükseltiyoruz ama bu saldırının odağını, ardında yatan zihniyeti nedense doğru tarif edemiyoruz. Bu yüzden de, bütün olanı biteni bir “ilerici- gerici” kavgasına indirgiyoruz. Yok AKM yıkılacakmış da yerine cami yapılacakmış, yok ortalığı kara çarşaflılar saracakmış falan filan… Bunların tamamı meselenin aslını örten “folklorik” ögelerdir.

Yaşantımızın giderek hoyratlaşması, şiddet, temel insani değerlerin kaybolması, lumpenleşme, ölüme ve öldürmeye eğilimli insanların giderek çoğalması, kentlerin yaşanmaz hale gelmesi, işsizlik, yoksulluk ve açlığın iç acıtan bir hal alması, bunların hepsi sadece basit bir “ilerici-gerici” kavgası ile açıklanabilecek şeyler değildir.

Bu saldırının ardındaki zihniyeti iyi tarif etmemiz gerekiyor.

Bu saldırının ardındaki zihniyet, “azgın liberalizm”dir. Azgın liberalizm insanı, doğayı takmadığı gibi inançları, dini, gelenekleri görenekleri de iplemez. “Takiyye” deyip duruyoruz ya, bu “azgın liberaller” için, “tersine bir takiyye”den söz etmek mümkün olabilir ancak. Azgın, doyumsuz liberal zihniyetlerini “islami” bir örtüyle sakladıklarından bahsedilebilir belki ama “dinci” ya da “dindar” oldukları kocaman bir yalandır.

Kapitalizm’in çağımızdaki, güya “insan”ı ve “özgürlük”ü merkeze koyan bu azgın “liberal” aşaması ve onun folklorik giysilerinden biri olan “küreselleşme”nin tek bir parametresi var. O da “kârlılık”. “Kâr getirmeyen hiçbir şey gerekli değildir.” şiarından hareket eden bu azgın liberalizm, “tüketici birey”i herşeyin merkezine koymaktadır. Tüketmeyen, yoksul, işsiz, aç insanları sistem dışı kabul etmekte; büyük kitleleri sadece bir “güvenlik” sorununa indirgemektedir. Yani ya kârhane düzeninden yanasınız ya da sadece basit bir “güvenlik” sorunusunuz.

Bugün AKP iktidarı ve belediyeleri, çıkarttıkları yasalarla, yaptıkları düzenlemelerle, dünyanın azgın liberal politikalarının dümen suyunda gidiyorlar. Yaptıkları aykırı birşey yok. Kendiliklerinden yaptıkları hiçbir şey yok. Bugün dünyanın her köşesindeki iktidarların “azgın liberalizm”in acentesi oldukları, her ülkenin giderek bir “küresel kapitalizm” markasının, “franchising” işletmesi olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.

Türkiye’de kültür ve sanata yapılan yatırımların azaldığını, varolan mekanların yıkıldığını, kültür ve sanatın engellendiğini, desteklenmediğini vb. söyleyip duruyoruz. Peki o üzerine kültür sanat söylenceleri ürettiğimiz batıda kültür ve sanat, eskiden olduğu gibi koşulsuz destekleniyor mu? Belki sanatçıları, kültür adamlarını paralize etmeye yarayan kimi fonlardan ve desteklerden söz edilebilir ama koşulsuz, sınırsız bir destekten bahsetmek mümkün değil. Amerika’da son on yıl içinde kaç tane senfoni orkestrasının kapatıldığını biliyor musunuz? Kıta Avrupa’sında onlarca sanat kurumu ödeneklerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya. Geçen gün Almanya’da yaşayan bir meslektaşım, Berlin’de bir bankanın eski bir tiyatro binasını satın aldığını ve şimdilerde binayı yıkarak yerine büyük bir bina yapmakta olduğunu söylüyordu. İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde önce tiyatro binalarını onaran Büyük Almanya’nın düştüğü hâl bu işte. Onardığı tiyatro binalarını artık yıkmaya başlıyor. Çünkü o zaman onlara ihtiyacı vardı. Şimdi yok. Avrupa’da, İngiltere’de ve Amerika’da parasız ve herkese eşit sağlık, eğitim hizmeti gibi uygulamalar giderek ortadan kalkıyor. Azgın liberalizm, içinde “kamu”nun, “kamusal”ın adı geçen herşeye savaş açıyor. Avrupa’nın her yanından arkadaşlarımla konuşuyorum, yazışıyorum; söyledikleri, kültürle sanatla ilgili söylencelere konu olan o Avrupa imgesinin artık yavaş yavaş kaybolduğudur.

Sanata, sanat kurumlarına, mekanlarına yapılan saldırı, tüm insani değerlere, insanlığın tüm kazanımlarına, kamusal olana yapılan makro saldırının sadece bir parçasıdır.

Sanat ve özelde tiyatro günlük hayatımızın içinden sökülüp atılırken, hem de insanlığın sanata en çok ihtiyaç duyduğu, silahsız bırakıldığı bu saatte böylesi bir çöküş yaşanırken, entellektüellerin, sanatçıların, kültür insanlarının yaptığı nedir?

Klavyenin başında kendisi olmayan bir tiyatro üzerine sanal tartışmalar yapıyoruz. Üzerine tartışma yaptığımız meselenin kendisi yok olurken, ayağımızın altındaki zemin kayarken biz sanal, zemini olmayan, sadece ve sadece söylem düzeyindeki bir işle uğraşıyoruz.

1996 yılında Gölge Tiyatro’yu çıkartırken, daha çok haber dergisi niteliğinde olan bir Tiyatro Tiyatro ve uzun aralıklarla çıkan Mimesis vardı. Şimdi bakıyorum da internetin üzerinde 20’yi aşkın basılı olarak ise 10’a yakın dergi var. Ama ülkemizdeki tiyatro etkinliği 11 yıl öncesine göre neredeyse yarı yarıya azalmış durumda.

Toprağı bol olsun Baudrillard, yaşasaydı daha neler görecekti neler… Köleleşmek, paralize olmak pahasına sanal demokrasinin ve sanal iktidarın nimetleriyle mutlu olmaya çalışıyoruz. İnternetten örülü “F” tipi hücrelerimizde, bloglarda, forumlarda, mail gruplarında, web sayfalarında “kayıkçı kavgası” yapıyoruz. Kuşkusuz internet büyük bir kolaylık. Büyük bir iletişim aygıtı ve ansiklopedik bir bilgi kaynağı. Ancak doğası gereği, derinlikli olması mümkün değil. Hız arttıkça anlam ve derinlik kayboluyor. Bugün tıpkı insanların televizyonu kendi sınırları içerisinde hapsetmeye başladığı gibi, yarın bu açlık bittiğinde, internet üzerinden doyumsuzluklar tatmin edilmeye başlandığında, o da kendi sınırları içine hapsolacak ve bugünkü kadar hayatın her alanına sirayet eden bir “virüs” olma özelliğini de yitirecek.

Böyle bir zamanın geleceğine inanıyorum.

Ancak bunun zaman alacağı ve kendiliğinden olmayacağı açıktır.

İşte bu yüzden bu yazının bir teklifi var.

Gelin, internet üzerindeki tiyatro tartışmalarıyla biraz daha az vakit geçirelim.

Gücümüzü, entellektüel enerjimizi ve sanatsal üretkenliğimizi tiyatro yapmak için, birkaç insanı daha tiyatro ile tanıştırmak için kullanalım.

İnternet ve onun dolayımıyla yapılan tartışmalar, bizi giderek meselenin özünden uzaklaştırmakta ve sanal bir labirentin içine hapsetmektedir. Bu tanımlanmamış bir şizofrenidir. Bir felç halidir.

İnternet üzerinde değil, tiyatro salonlarında, sahnenin ışığında karşılaşmak ve buluşmak dileğiyle… Yukarda belirttiğim nedenlerden ötürü, en azından bir süreliğine, internet üzerinde tiyatro adına yapılan tartışmaları izlememeye, katılmamaya, internette bu yazı dışında yazı yayınlamamaya ve istemeyerek de olsa, bir internet organı olduğu için, hem basılı olarak hem de internet ortamında emeğimin geçtiği www.tiyatroevi.com ile ilişkimi kesmeye karar verdim. Bugüne değin yazılarımı paylaşan, okuyan, tartışan, eleştiren, üzerinde fikir açıklayan tüm okurlara, dostlara duyururum.


Semih Çelenk
semih.celenk@gmail.com