Atilla Birkiye'nin yazdığı "gümüşsuyu papatyalar" romanı, çıktığı günden bu yana, her nedense sevimli bir düşünüş oluşturmuştu bende...
Okumadım, belki de okumayacağım... Ne var ki, bugün bir e-posta ile tanıtılan bu romanı, en azından bilgilenmeniz açısından, tadımlık olarak görüşlerinize sunmak istiyoruz...
e-posta ile birlikte gelen bilgilerin bir kısmını sunuyoruz:
Roman içinde bir oyun gümüşsuyu papatyalar... Bir oyunun romana dönüşmesi, romanın içinde oyunun sürmesi… Tiyatroyla romanın buluşması…
Oyun yazarı Atilla, yazdığı tek kişilik oyunu, uygun bir oyuncu bulana dek gün ışığına çıkarmamaya kararlıdır. Sonunda bir gün Selma’yla tanışır. Selma bu rol için biçilmiş kaftandır. Hatta karakterin sancılarını ruhunda fazlasıyla taşımaktadır. Selma’nın rolü kabul etmesi, hem gümüşsuyu papatyalar’ın canlanışı olur, hem de yeni bir aşkın başlangıcı. Diğer yandan sevgilisi tarafından terk edilen roman yazarı Kemal, Atilla’yla karşılaşınca, kendi buhranlı dünyasından sıyrılır ve gümüşsuyu papatyalar’ın renkli dünyasına girer. Ama Hamlet'in hayaleti romanın içinde gezinir.
Bir oyunun sahneleniş sancıları, aşk acılarına karışırken; yazar arka planda modernizmi sorgular. Farklı yönlerden kurgulanmış paraleller, roman boyunca kimi zaman teğet geçer, kimi zaman kesişirler. Yenilikçi üslubu ve deneysel kurgusuyla, alışılanın tersine, bir oyunun romanlaştırılmasıdır gümüşsuyu papatyalar.
“Tek kişilik bir kadın oyunu; parçalanmış bir yaşam, toplumsal sorunlar içinde bölünmüş bir kişilik. Çocukluğundan unutamadığı anlar, izler. Freud’a göndermeler... Bazı yaşananlardan hiç kurtulamamak, ömür boyu acı çekmek.”