10 Nisan 2015 Cuma

Silik kimliğini yitirmiş biri hiç dilli bir tin gibi silinmiş filin yitik çilingir dilidir!

Harflerin sesini yitirdiği, ülkesiz bir ülkede dünyaya gelebildi! Hece hece öğrendi hayatı ve tümce kurarken alın terini sildi ellerinin tersiyle! Attığı her adımda bir kan gördüğü her zamanda biriken kin buldu... Durmadan akan kan, gittikçe büyüyen kin gibi sesleniyordu... Kan ile kin arasındaki tahta köprülerden geçti her dâim. Her geçişte bir ipinin koptuğuna tanık olduğu köprülerin, havaya uçurulmaları gerekmezdi! Kimsenin köprüleri havaya uçurmaya asla niyeti yoktu... İn ile cin sessizce inlerken, kimsesiz uçurumlarda olurdu. Uçurumların derinliğini seyretmeye, hiç doymazdı! İntiharın ne demek olduğunu ve neye yaradığını bilmiyordu... Bir kimliği bile olmadığı için hiç kimse soru sormuyordu. Kimse derdini bilmiyordu. Sahi, dert nasıl bir şeydi? Bunu asla bilmiyordu. Sahibini arayan kurdun, köpeğe dönüşmesi zamanıydı yanı başından akan ırmak. Yalnızdı... Sahi, yalnızlığın dışındaki hayat nasıldı? Merak bile etmiyordu... Merak etmek için merak duygusuna da sahip olmak gerekirdi! Merak duygusuna sahip olmak, kendi kendine edinilecek basit bir iş değildi... Hava o kadar sıcak, güneş o kadar yakındı ki, elini uzatsa güneşi yakalayacak gibiydi. Güneşe gülüp, yağmura ağlıyordu... Ağlamak neydi? Gülmek? Hiçbir şeyin hiçbir anlamı yoktu. Hayır, her şey anlamsız değildi. Anlam yada anlamsızlık!... Bunların anlamı yoktu... Yok ülkenin kesik dilli evrenindeki evsiz barksız yoksulluk vardı. Onu kimse doğurmamış, o kimseyi doğuramamıştı... Bir vardı, bir yoktu... Güneş bir görünüyor, bir siliniyordu. Dil üzerinden kin beslemeyi, göz içinden kan dökmeyi bilmiyordu. Bilmek neydi? Bilmem!