19 Mart 2013 Salı

SANSÜRCÜ BİRGün'den Nedim Saban'ın "Hedda Gabler" üfürüğü

Oyun'un notu: SANSÜRCÜ BİRGün yazarı Nedim Saban'ın yazısındaki bazı önemli yazım yanlışlarını "maymungötürengi" ile belirgin hâle getirip, doğrularını "çimenrengi" ile biz yazdık!

***

Sanat uzun, hayat kısa

Nedim Saban
19 Mart 2013

Sanat uzun, hayat kısa sanıp çıkmıştık sanat yolculuğuna. Ard (Art) arda yaşadığımız kayıplarda hayat uzun olsa da, meğer sanat gittikçe kısalan bir yolculukmuş. Galiba bu gerçeği  kabullenememek çökertiyor ruhumuzu…

AKP'nin etkileri laiklik, demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü  filan üzerinde epey tesirli oldu. Yan etkileri arasında umutsuzluk, inançsızlık, güvensizlik var. Ve tabi (tabiî) her alanda, her meslekte olduğu gibi, sanat dünyasında da kavram kargaşalarından beslenen  kaygan bir zeminde, ahlak kaybı yaşanıyor. Ahlağı (Ahlâkı) içkide, sigarada, kadın bedeninde arayarak, adres şaşırtan  bir hükümetin aslında beynimizde çöküntü yarattığını anlayamıyor muyuz?

Sanat gittikçe kısalıyor, hükümdarlar ise sanatı kısaltarak,  hükmetme, zulm etme (zulmetme) ömürlerini arttırmaya çalışıyorlar . Bu hafta, hükümetin yan etkilerinin yansımalarını parantez olarak açayım istedim.

…..)))) KLASİKLERE MODERN YORUMLAR

Bernarda Alba'nın evi'ni (Evi'ni) çok fazla kez, hem de çok kötü yorumlarda izlediğim için, Tiyatro Oyunbaz'ın prodüksiyonuna gitmeyi erteliyordum. Son oyunlarını yakalayabildiğim için kendimi şanslı his ediyorum (hissediyorum). Bir daha Bernarda izlemem artık. Lorca'nın kafamda bu  mükemmel yorumla kalmasını isterim…

Lorca'nın dünyasını, aşkı (âşkı), şehveti, sıkıştırılmışlık duygusu (duygusunu) ve toplumsal yasakları bu kadar korkusuz, yaratıcı ve sade biçimde sunma cesaretini gösteren ekibi kutlarım. İddia ediyorum, oyunun yönetmeni Abdullah Cabaluz, klasiklerin modern vurgularını en iyi biçimde yapan üç yönetmenimizden biri. Benim için diğerleri Başar Sabuncu ve Engin Alkan…

Engin Alkan'ın Şehir Tiyatrosu'ndaki (Tiyatroları'ndaki) "Vişne Bahçesi"nin, Peter Brook yorumundan ve Vanessa Redgrave ile izlediğim prodüksiyondan çok daha iyi olduğuna kalıbımı basarım.

Engin ile Abdullah’ın farkı: Engin, kişiliğini rejisine korkusuzca yansıtıyor; Abdullah ise biraz daha yazarın arkasına sığınıyor sanki.

Engin Alkan'ın kabul edilmeme nedeni sadece dehadan korktuğumuz ve orta zekalılara (zekâlılara) sığınarak kendimizi güvende his etmemizden (hissetmemizden) değil, aynı zamanda onun kendini cömertçe ortaya koyması karşısındaki derin kıskançlığımızdan kaynaklanıyor. Bizler Fazıl Say'ları red edip (reddedip), Tuluyhan Uğurlu'lara sığınan bunalımlı bir post modern (postmodern) kuşağız.

Tiyatro oyunlarını iyi, daha iyi diye sınıflandırmak doğru değil ama hazır, "Engin'in Vişne Bahçesi Peter Brook'tan (Peter Brook'un 'Vişne Bahçesi'nden) daha iyi" demişken, Abdullah'ın Bernarda Alba'sı da, Engin'inkinden (Engin'in "Bernarda Alba"sından) "kat kat iyiydi" diyelim bari!

……)))) İBSEN İBSEN (IBSEN IBSEN) OLALI

İbsen, İbsen (Ibsen, Ibsen) olalı böyle zulüm görmedi dedirten bir Hedda Gabler var Şehir Tiyatrosu'nda (Tiyatroları'nda)

Emre Koyuncuoğlu, söylendiği kadar iyi bir tiyatro insanıysa, nasıl bu kadar kötüsünü yapmayı becerebilmiş diye düşünmeden edemedim. Eraslan Sağlam, Alev Oraloğlu gibi yetenekli oyuncuları nasıl böyle harcayabilmiş, bu da bir yetenek doğrusu. Bazıları diyor ki: Şebnem Köstem iyi oynuyormuş. Evet iyi oynuyor, ama Hedda Gabler'da değil, başka bir oyunda iyi oynuyor, ekiple değil tek başına harika oynuyor.

Koyuncuoğlu, hem reji, hem çeviriyi yaptığını iddia ediyor. Bence ikisini de yapmamış. O çevirdiyse, demek ki yaşamda da Arapça kökenli sözcükler kullanan bir İstanbul Beyefendisiymiş (Beyefendisi'ymiş / Beyefendisi imiş / beyefendisiymiş). Oyun dili  çok eski çünkü… Aradan sızan, 50 yıllık sözcükler insanın kuşkularını arttırıyor.

Tiyatro Oyunbaz, örnek bir davranışla program dergisinde "Bernarda Alba'nın Evi" çevirisinde Oflazoğlu, Toledo ve Svich çevirilerinden yola çıktığını söylemiş, Şehir Tiyatrosu (Tiyatroları) bunu bile yapmaya zahmet etmemiş.

Oysa o tiyatroya emek veren, Muhsin Ertuğrul’un çocuğuna,  Tunç Yalman’a en azından bir vefa borçları var. Biz Yalman çevirisinden esinlenmek istiyoruz deseler, Tunç Bey’in varisleri mutlaka kabul eder, para bile istemezdi.

Ama kolay kazanç yolunu seçiyorlar. Karısı yazıyor, kocası çeviriyor, kendisi çevirdiğini söyleyip, ölmüş birinin çevirisini oynuyor. Biletin % 30'u böylece hesaplara geçiyor. Ne güzel iş!

Oynamıyor, ama emekli de olmuyor. Dizide oynuyor ama istifa da etmiyor. Öte yandan  sabırla kadro bekleyen çocuklar var… Bu çocukları öyle yıldırdılar ki, hepsi istifa etmeye hazırlanıyor. Böylece tiyatroyu kapatmadan kapatmış olmayı becerecekler.    

Yazının konusu AKP Hükümeti'nin açtığı çöküntülerdi değil mi? Umarım konu dışına çıkmamışımdır.

(Kaynak: BİRGün)

***

Ayrıca Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın yazısını okuyunuz:

"Makinist seees" / "Ümraniye Ümraniye olalı böyle zulüm görmedi"