28 Mart 2013 Perşembe

"Benim" diyen eleştirmenin eline su dökemeyeceği Güneş yazdı!...

Teşekkür edecek kadar çok beğendiğim bir oyun: "ATEŞ YÜZLÜ"

Nurhayat Yılmaz Güneş
27 Mart 2013

Türkiye, "genç" Alman yazar Marius von Mayenburg'u ilk olarak "Feuergesicht" eseriyle Mayıs 2002'de tanıdı. Eseri, Sibel Arslan Yeşilay, "Ateş Yüzlü" adıyla Türkçeye çevirdi. Marius von Mayenburg, "Ateş Yüzlü" oyununu, 1997 yılında yazdı ve bu oyun, birçok ülkede sahne aldı. Bu eser, yazarına, 1997'de "Kleist Özendirme Ödülü", 1998'de "Frankfurt Yazarlar Derneği Ödülü" ve 1999'da da "Yılın Genç Oyun Yazarı Ödülü"nü kazandırdı...

Mayıs 2002'de, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları ve Goethe Enstitüsü'nün katkılarıyla "Okuma Tiyatrosu; Çağdaş Alman Yazarları" kapsamında, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde dinleyici / seyirci karşısına çıktı.

2010 yılında, "Siyah Beyaz ve Renkli (SBR) Topluluğu" tarafından sahnelenen oyunun yönetmenliğini Çağrı Şensoy yaptı. Oyunda, Hans'ı (baba) Muharrem Özcan, anneyi Süreyya Güzel, Kurt'u (oğul) Hüseyin Sevimli, Olga'yı (kız) Güneş Sayın ve Paul'u (Olga'nın erkek arkadaşı) Salih Bademci oynadı.

27 Mayıs 2010 akşamı, biri üniversite öğrencisi, diğeri ise şu ân on bir yaşında bir çocuğu olan bir anne olmak üzere, üç kişi olarak, Kenter Tiyatrosu'na, "Ateş Yüzlü" oyununu seyretmeye gitmiştik.

Oyun, biri kız, diğeri erkek, iki çocuklu orta sınıf bir ailenin yemek masasında, sükunetle yenen yemekle başlar. Evin oğlu Kurt'un, birilerinin yaralanıp yaralanmadığını, banyoda gördüğü kan izlerinin kime ait olduğunu, sormasıyla sükunet ortamı bozulur.

Tartışmalardan, banyodaki kan izlerinin annenin regl kanı olduğu anlaşılır. Baba Hans, annenin bu hijyen zafiyeti üzerine hakarete varan sözler söyler. Anne ise, ergenlik çağındaki oğlunun, bunu bu zamana kadar öğrenmemiş olması üzerine serzenişlerde bulunur. İki çocuk, yemek masasını terk ederek oradan uzaklaşır. İlk etapta, geçimsizliklerinin had noktada olduğunu düşündüğümüz bir karı-kocaya, anne-babaya dikkat çekilir. 

Doğal olayların, olağan şekilde tiyatro sahnesinden sergilenmesine karşın, kafamızda "regl kanı" teriminin duyulması üzerine, sıra dışı bir şeyler seyredeceğimize dair bir izlenim uyanır.

Kurt, ergenlik çağında, keskin sınırları bulunan, ailede sadece ablası Olga'ya yakın olan bir gençtir. Olga, Kurt'ün sınırlarına girmeyi başaran tek insandır. Baba Hans, etrafında olup bitenle çok ilgilenmemekle birlikte, toplumsal olaylara duyarsız değildir. Anne, kendisini ailesine adama rolü biçmiş olmakla birlikte, onları anlamakta ve yardımcı olmakta yetersizdir.

Motosikletli genç Paul, Olga'nın sevgilisidir... Paul, babasıyla birtakım sorunlar yaşayan, sorumsuzluğu yüzünden işten kovulan, motosiklet alırken babasından ödünç aldığı parayı babasına ödeyemediğinden dolayı, aile içi şiddete maruz kalan bir gençtir. Hâl böyle iken, yine de, yetişkinlerin hayatına Olga ve Kurt'tan daha fazla adapte olması nedeniyle, Olga'nın anne ve babasından takdir görür.

Evin oğlu Kurt'un, hayatındaki tek anlamlı şey ateştir. Yakma, yıkma, yok etme eğilimlidir. Kurt, Heraklit'i okur. Hattâ, ateşe olan tutkusundan, onun Heraklit hayranı olduğu rahatlıkla söylenebilir. Kurt'un psikolojisini anlayabilmek için, Heraklit'ten (Herakleitos'dan) biraz bahis açmak gerekir. Herakletios, MÖ 535-475 yılları arasında Anadolu Efes'te yaşamış İyonya'nın sonuncu ve en büyük filozofudur. Onun varlık öğretisinin birinci tezi, kavganın, mücadelenin, çatışmanın ve nihayetinde savaşın her şeyin babası olduğudur. Varlık öğretisinin ikinci tezi ise, her şeyin birliğini ortaya koyar. Herakleitos'a göre, âlemi meydana getiren töz (cevher) ateştir. Her şey ateşten geldi ve yok olup tekrar ateşe dönecektir. Herakleitos, birlikten çokluğa geçiş ve oluş sürecini, ateşle ve dolayısıyla akış düşüncesiyle açıklamıştır. Bu, onun varlık görüşünün üçüncü temel tezini oluşturur. Şeylerin sürekli akışı, evrenle ilgili en önemli doğrudur. Ona göre, evrende kalıcılık ve durağanlık yoktur. Her şey değişmekte, yakarak, yıkarak yaşamaktadır. Değişmeyen tek şey değişimdir.

Kurt, aile içerisinde, ablası Olga dışında ve bâzen onu bile dahil ederek, herkesi "yığın" olarak görmektedir. Kurt, kendisiyle ciddi bir biçimde ilgilenmeye çalışan anne ve babasına asla tahammül edememekte, onların, kendisini ve ablası Olga'yı ele geçirerek, kendilerine benzeteceklerinden korkmaktadır... Kurt, ablası Olga dışında, herkesle iletişimini minimuma indirger. Hayatında sadece Olga'nın olması nedeni ve Olga'nın birtakım tahrik ve teşvikleriyle, iki kardeş arasında cinsel açıdan önemli bir yakınlaşma olur.

Buna rağmen, Kurt'un, ablası Olga'dan bile sakladığı bir hayatı vardır. Geceleri gizlice evden çıkıp, okul, ambar, kilise, tekstil atölyesi gibi toplumsal kurumları kundaklamaktadır. Bu iş için, kendi imal etmiş olduğu bombaları kullanır. Bir gün, yine bir kundaklamada, Kurt'un yüzünün sol yarısı yanar, Olga, bütün bu olup bitenin farkındadır. Olga, ateşin kontrolünün elinde olduğunu düşündüğü Kurt'un yüzünün yanması vâkasını bile isteye yaptığını öğrenir.

Olaylar bu boyuta geldiğinde, anne, oğlunun bu vaziyetinden ciddi bir endişe duymasına rağmen, baba, hâlâ her şeyi ergenliğe yüklemekte, bu sınırlarda görmeye devam etmektedir.

Kurt, Paul'un ablasına yakınlaşmasını kıskanmaktadır. Onu, ablasından uzaklaştırmak için, ona, ablasıyla ensest ilişkisi olduğundan ima yoluyla bahseder. Deliye dönen Paul, Olga'ya hakaretler savurarak, onu terk eder. Bu olay, Olga'yı kardeşi Kurt'a daha çok yakınlaştırır.

Olga, kardeşi Kurt'a, kundaklamaları onun yaptığını bildiğini ve eğer kendisini kundaklamaya götürmez ise, onu ihbar edeceğini açıklar ve bir gece tekstil atölyesini kundaklamaya birlikte giderler.

Paul, bir müddet sonra pişman olup döner. Niyeti, sevdiği kızı  Kurt'tan kurtarmaktır. Aileyi bu konuda ikna etmeye çalışır. Kurt ve Olga birlikte olduğu müddetçe, hiçbir şeyin düzelmeyeceği ve bu sapkın ilişkinin devam edeceğini bilmektedir. Aile, Kurt'u teyzesine göndermeye karar verir, Kurt'un tüm itirazlarına, yıkıp dökmelerine rağmen, buna kimse aldırış etmez ve Kurt, köydeki teyzesine, bir yaz mevsimini geçirmeye gider. İşler, tahmin edildiği gibi yürümez ve iki kardeş, bu ayrılık sürecinde, diğer insanlara daha çok öfkelenip, kin duygusu beslerler. Bu ayrılık, onların şiddet dürtüsünü daha da artırır. Yaz mevsimi biter ve Kurt eve döner. Anne ve baba artık bir karar almıştır; Kurt'u, kundaklama olaylarından dolayı polise teslim edeceklerdir. Bunu Kurt'a açıklayıp, uyumaya çekilirler. İki kardeş, bu karara inanamazlar ve bu kararı engellemek için düşündükleri çözüm cinayettir. O gece, uyumakta olan anne ve babalarını çekiçle öldürürler. Bir müddet sonra eve Paul gelir. Olga pişmandır, annesini ve babasını Kurt'un öldürdüğünü söyler. Kendisini evden çıkartması, oradan uzaklaştırması için Paul'e yalvarır. Paul ve Olga evden çıkarken, Kurt üzerine benzin döker ve kibriti çakar. Evet, Herakleitos'a göre, insan yaşamında biyolojik ve toplumsal çelişmeler, çatışmalar, kavgalar, mücadeleler, savaşlarla aşılabildiği sürece, hayat devam eder... Sürüp giden bu çelişmeler, çatışmaya dönüşüp aşılamazsa ölüm gerçekleşir.

***

Nedense, yazının burasında, Hilmi Bulunmaz'ın Şubat 2013'te Petersburg seyahati sırasında, Kostroma Garı'nda yollarının kesiştiği ihtiyar ve kimsesiz adam geldi aklıma. Hani, Bulunmaz'ın "Dünyaları içinde barındıran yalnız adam" nitelemesi ile tanımıştık onu. Sovyetler Birliği dağıldığı zaman İstanbul'da da bulunmuş olan ve içtiği bir yudum kahvenin karşılığını imkanı olsa en iyi şekilde vermek isteyip de, veremeyecek yalnız ve yaşlı adam. Bir mucize olsa, bir şekilde maddi imkanlarını iyileştirebilse ve o bir yudum kahvenin karşılığını ödemek için İstanbul'a gelebilse bile, o kahveyi ısmarlamayı umduğu, Haydarpaşa Garı nerede? Hilmi Bulunmaz'ın, Haydarpaşa Garı'nın yakıldığını ve başka amaçlarla kullanılmak istendiğini anlatması karşısında, adamın sarsıla sarsıla ağlamaya başlamasını itiraf etmeliyim ki, çok abartılı buldum. Hem ona ne oluyordu ki? Yanan benim geçmişim, benim tarihim, benim geleceğim idi. "Kraldan çok kralcı" olması sinir bozucuydu.

Yangınların her birini teker teker o derece kanıksadık ki, artık alevleri bütün göğü saran yangın yeridir ülkem. Yüzleri, ateşin aksıyla ışıldadığından "aydın" namını aldığını sandığım insancıkların, bu yangınlara ateş taşımak için birbirlerini ezdiği zavallı ülkem. Çelişkilerini aşabilmek için mücadele veren, çatışan aydınlarımızın yapabildikleri tek şey, o yangının kısa bir süre sonra kendilerini de yutacağından bîhaber, ha bire yangına ateş taşımalarıdır... 

Tabiî ki kimse ensestin bir sorun olmadığından bahsedemez, bu soruna ciddi mesai harcayan uzmanların çabaları azımsanamaz, er ya da geç toplumlar bu soruna kesin olmasa da ona yakın çözüm bulacaklardır. Ancak asıl sorun kendini bilmez aydınların her gelen devirde artarak devam eden aymazlığıdır. İşte buna çözüm bulmak kolay mıdır ve yakılan ateşi, söndürmeye Kostroma Garı'ndaki yalnız ve yaşlı adamın gözyaşları yeter mi! Yanan benim geçmişim, benim tarihim, benim geleceğimken ona ne oluyor ki. Asıl sorun toplumda elini kolunu külhanbeyi modeli sallayarak gördüğü her materyalin ateşe dönüşebilme hızını ölçme niyetiyle hareket eden, okul, gar, tarihi bina, orman, vatan demeden yakıp geçen ateş yüzlü, ateş elli, ateş ruhlu insanlardır! Ve bunların tedavilerinin olmamasından korkarım. 

***

Tekrar oyuna ve oyunun özüne dönelim: Ben, "Ateş Yüzlü" oyununu, özellikle hâli hazırda ebeveyn ve adayları için çok eğitici buldum. Az yada çok, her toplumda görülen ensest, kanayan bir yara ve bir şekilde tedavi edilmesi, önlenmesi gerekir. Yazar, bu oyunda, ne ebeveyni, ne ergenlik çağındaki gençleri ve ne de Heraklit'i suçluyor. Bence, bu durum, seyirciyi daha fazla kendisini sorgulamaya, aile içi kontrol sistemini yeniden gözden geçirmeye ve kim bilir, belki de bugüne kadar hiç düşünmediği önlemler almaya yönlendirebilir. Üniversite öğrencisi kardeşim benimle aynı fikirdeyken, şu ân on bir yaşında bir kız çocuğu olan anne ise Türk toplumunda ensest içerikli oyunun oynanmasının çok yanlış  bulduğunu şiddetle belirtti ve bir daha alt yaş sınırı oyunlara davet etmemem konusunda beni sert bir dille ihtar etti.

Oyundaki duygu geçişleri, karakter değişikliklerindeki hız, oyunun başlarında göze batmakla birlikte, ilerideki dakikalarda, benim açımdan sorun kalmadı. Dekor ve müzik kusursuzdu. Oyuncular, rollerinin haklarını layıkıyla verdiler. +16 yaş sınırını da uygun bulduğumu belirtmek isterim. Emeği geçen herkese teşekkürler...