4 Ocak 2013 Cuma

Hilmi Bulunmaz, "'Zengin Mutfağı'nı Marksistler oynayabilir" dedi!

Hilmi Bulunmaz
4 Ocak 2013

Bir saat sonra yola çıkıp Hindistan'ın sanayi, sinema, ticaret ve tiyatro başkenti Mumbai'ye gideceğim. Beş gün önce izlediğim "Zengin Mutfağı" oyunu hakkındaki izlenimlerimi yazmadan yola çıkıp da Hindistan'a gidecek olursam, bu konuda hiçbir zaman için yazamayacağım korkusu içerisindeyim. Oysa ki, "Zengin Mutfağı" 
adlı oyun hakkında yazı yazmak kesinlikle gelmiyor içimden!...

Yazının taaa en sonunda söylememin daha doğru ve daha uygun olacağını düşündüğüm görüşümü, en başta söylemek istiyorum:

Bu oyun, Türkiye ve dünyanın içinde bulunduğu nesnel koşullara baktığımızda, çağın gerisinde kalmış ve toplumsal çıkarsamalarla ölçebileceğimiz bir oyun değil. Tabii ki, "oyun" derken, sadece bir oyun metninden değil, sahnede izlediğim oyundan bahsediyorum. "Zengin Mutfağı" adlı oyunun yönetmeni Aslı Öngören, üstüne üstlük, bir de oyunun yazarı Vasıf Öngören'in kızı olması, yani öznel bir duygu içerisinde bulunması nedeniyle, bu oyuna nesnel yaklaşamamış ve bu oyunu, betimlememiz gerekirse büyük bir akvaryuma sıkıştırılmış koca bir okyanus balığı gibi sunmuş!... 

Oyunun toplumsal istemini dramatik bir yapıt olarak değil, sanki ilginç bir ansiklopedik kitap olarak izleyicilere aktarmaya yeltenen yönetmen, hem oyunun tarihselliğine, hem de kuramsal sezginin ivmelendirici imgelemine poetik olarak yaklaşamamış. Sözün özü, epik ve/ya diyalektik bir mantıkla yazılan "Zengin Mutfağı", ancak epik ve/ya diyalektik bir mantıkla sahnelenebilir. Bunun yanı sıra, poetik imgesellik de olmazsa olmazlardandır. Yani ısrarla ve inatla şunu vurgulmak zorundayım; "Zengin Mutfağı" yönetebilmek için, o oyunun yazarının çocuğu olmak, bir yeterlilik değildir!...

Uygulamadaki düzeysizlikler ve oyunculuk başarısı... 

Her şeyden önce, oyunda görev alan kişiler, epik ve/ya diyalektik tiyatro oyunlarının gerektirdiği "sosyalist masa başı çalışması"na yanaşmamışlar yada yanaşmış olsalar bile, bu çalışmanın neliğini, niceliğini, niteliğini algılayamamışlar ve durum böyle olunca da izleyiciye epik ve/ya diyalektik felsefenin somut duygularını zerk edememişler. Bunun birçok nedeni var. Ancak, en önemli neden, Marksist bir mantıkla yazılan ve bilimsel sosyalizmi ölçüt olarak alan bir dramatik yapıt, sadece Marksist insanlar tarafından sahneye konulabilir. Oysa, 1914 yılında kurulan "İstanbul Korsan Tiyatroları" ve bu kurumun içerisinde "söz sahibi" olan hemen hemen hiçbir kişi Marksist değil yada moda durumu öyle gerektiği için Marksist görünüm çizen salon sosyalistleri olabiliyorlar!...

Oyunu sahneleyen hemen hemen hiçbir kimse Marksist bir kavganın içerisinde bulunmadığı, bilimsel sosyalizmin başyapıtlarını içselleştirmediği, toplumsal duyarlılıkların günümüzdeki yansımalarını doğru dürüst okuyamadığı için, "sadece ve yalnızca iki kadının ülkücü protesto" içerisinde bulunmalarını bile, sanki, "devrimci - faşist kavgası" olarak duyumsadıkları gibi, kitlelere de bu yönde duyumsatıyorlar!...

Oyunu oynayan beş kişinin hemen hemen tümü, büyük bir oyunculuk gayreti içerisinde olmalarına karşın, ellerine sadece sahnede tutuşturulmuş bulunan "artı - değer" kitabını ve diğer Marksist klasikleri gece gündüz okumadıkları için, tabii ki, izleyiciye ders veren "didaktik hocalar" görünümünde oluyorlar. Bunun ötesine geçmeye ne onların, ne onları yöneten kişilerin niyeti var. Zâten AKP'nin şemsiyesi altında Muhsin Ertuğrul'un koltuğunu işgâl eden Hilmi Zafer Şahin'in böyle bir donanımı olmadığı gibi, böyle bir niyeti de asla ve kesinlikle bulunamaz!... 

"Vasıf Öngören'in oyunlarını herhangi bir resmî tiyatro kurumu sahneye koymasın da, Vasıf Öngören'in varisleri, örnekse Aslı Öngören, yüzde kırk (rakamla % 40) telif almasın mı canım?"

Tabii ki, alan razı veren razı... Ancak, ben, Vasıf Öngören'in politik varisi olarak, Vasıf Öngören'in dünya görüşüne sahip çıktığım gibi, onun oyunlarının epik ve/ya diyalektik özüne de sahip çıkıyorum.

Koskoca Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'ni, âdeta daraltarak boğmak ister gibi bir dekor anlayışı ile hareket edildiği için, oyunu izlerken müthiş derecede sıkılıyor ve boğulma duygusuyla kıvranıp duruyorsunuz. Ayhan Doğan'ın sahne tasarımı, herhangi bir sektör fuarında bile kullanılmayacak anlamsızlıkta sırıtıyor!...

Oyunda kullanılan Nihal Kaplangı'nın özensiz ve doğru dürüst işlevi bulunmayan giysileri, neredeyse örtünmek için kullanılmış.

Kemal Yiğitcan'ın ışık tasarımı, Türkiye tiyatrosunu hızla, hem de şimşek hızıyla kirletmek için hokkabazlık yapmak için ışıkları yerli yersiz kullanan LİNÇÇİ Genco Erkal'ın oyunlarına benzemiş!...

Tam tamına üç tane yönetmen yardımcısının bu oyundaki işlevini bir türlü anlayamadım. Yönetmen yardımcıları Tankut Yıldız, Nurdan Gür ve Zeynep Ceren Gedikali, epik ve/ya diyalektik bir mantıkla yazılan bu oyuna Marksist bir imge kazandırmak için mi, yoksa ceplerindeki boşluğu doldurmak için katılmışlar bu oyuna?

Müthiş derecede hareketli bir oyun çıkarmalarına karşın, epik ve/ya diyalektik oyun sergilemenin olmazsa olmazlarının en başında gelen Marksist bilince sahip olma donanımı içerisinde bulunmadıkları için, artistik olarak başarılı, ancak estetik olarak başarısız beş oyuncunun tümünün de adlarını, "oyun oynama isteği" nedeniyle tebrik ederek tek tek sıralamakta yarar var:

Ali Mert Yavuzcan, Irmak Örnek, Murat Garipağaoğlu, Ozan Gözel ve Selçuk Yüksel...

Şunu de belirtmekte yarar var: Bu oyun, Marksist olmayan bir kadro tarafından kotarıldığı için, zâten başarısızlığa mahkûmken, yani aslında ölü doğan bir bebekken, bu ölü doğan bebeği kuvöze iyice yerleştirmek için, "iki kadının bozkurt işâreti yapıp protesto etmesi" eylemini abartarak müşteri arayışına girilmişse, bu son derecede yanlış bir iştir. Çünkü, hiçbir güç, ölüyü diriltemez!...