Ölüleri Gömün – İstanbul Devlet Tiyatrosu
Avi Maraşlıyan
14 Kasım 2012
Irwin SHAW’ın kaleme aldığı, Coşkun BÜKTEL’in çevirdiği, Şakir GÜRZUMAR’ın sahneye koyduğu, Dekor Tasarımı Behlüldane TOR’a, Giysi Tasarımı Nalan ALAYLI’ya, Işık Tasarımı ise Yakup ÇARTIK’a ait ‘’ÖLÜLERİ GÖMÜN’’ isimli oyunu izlemek üzere Devlet Tiyatroları Cevahir Sahnesi’nin yolunu tuttum.
Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, web portalında oyun için şu bilgilendirmeye yer vermeyi uygun görmüş: ‘’Oyun pek çok soruyu gündeme getirmektedir: Dünyanın her tarafında sürüp giden savaşların birinde vurulan askerler gömülmeyi reddederek mezarlarından kalksalar ve savaşı durdurmaya kalksalar neler olurdu? Ordu, hükümet, silah tüccarları, politikacılar, iş adamları, din adamları, medya ve sıradan insanlar bu alışılmadık ve inanılması güç isyana nasıl tepki verirlerdi? Ya kocalarını, sevgililerini, babalarını ve oğullarını kaybedenler ne hissederlerdi? Birkaç kişinin direnişi gerçekten bir şeyler değiştirmeye yeter mi? Tüm bunlar ancak “gerçekten savaşsız bir dünyayı istiyor muyuz?” sorusuna samimi bir yanıt aramakla yanıtlanabilir. Süper Güç hakimiyetinin, bölgesel savaş ihtimallerinin, iç savaşların her an gölgesini hissettiren bir coğrafyada yaşayan bizler için Ölüleri Gömün gündemimizin tam da ekseninde oturan ürkütücü, düşündürücü ve kışkırtıcı bir oyun.’’
Devlet Tiyatroları’nın, web portalı’nda da açıkladığı gibi ‘’gömülmeyi reddeden ölü askerler’’ düşüncesi bile, tanıtım yazısını okuduğunuz andan salon ışıkları kapanıp oyun başlayana dek heyecanlanmanıza ve merakla beklemenize yetiyor. Savaş sırasında ölmüş 6 askerin, mezarlarında dirilerek mevcut halleriyle gömülmeyi reddetmeleri ve bu direniş karşısında ordunun, hükümetin, kilise ve basının tutumu eleştirilerek izleyiciyle paylaşılmaya çalışılıyor.
Eskiden beri izlediğim Devlet Tiyatrosu oyunlarında göreni anında etkileyiveren dekor, kostüm ve teknik donanım imkânları Ölüleri Gömün oyununda had safhaya ulaşarak, izleyiciyi belki gömülmeyi reddeden 6 askerin mezarına, belki de şarapnel parçaları, tüfekler, siperler, tepelerin-bayrakların olduğu savaş alanına hapsediveriyor. Özellikle ışık ve yüksekliğinden ötürü izleyicinin kulaklarını tırmalayan müzik/ses her şeye rağmen, dekor ve kostümün önüne geçerek tebrik sırasında öncelik alıyor.
Işığın çok fazla mekânı resmetmede, bol detayı göstermede ve ‘ölü ile yaşayan’ arasındaki farkı betimlemedeki renk ve zamanlama becerisine şapka çıkarmak gerekli. Aynı şekilde bir başka etken olan müzik, Hollywood savaş filmlerini aratmayan, hatta tam da o filmin içerisindeymişsiniz izlenimi uyandıracak şekilde tasarlanarak oyuna asiste edilmiş.
Ancak, müzikte bu başarının yakalanması, konsept açısından her ne kadar ‘başarı’ sayılacak olsa da, sahne dışında kalanlar için fazla yapay olduğunu söylemek gerekli. Bir metni izlerken, o metin için tasarlanmış müziği işittiğimiz zaman ‘’tıpkı şu filmdeki gibi’’ dediğimiz vakit, imitasyon sayesinde ekonomi devi haline gelen, ancak toplamda özgün bir şey üretemeyen Çin’i de anlamaya başlıyoruz demektir. Müziğin, geneli Amerikan ordusunun mutlak galibiyetiyle sonuçlanan ticari yapımları anımsatsa da, Ölüleri Gömün metnindeki askerlerin orduya direnmesi düşünülerek aslında tam da bu başarıyı gölgelemek amacıyla yapıldığı fikri de ortaya atılıp, iddia edilebilir; ancak bunun böyle olmadığını, kilise sahnesinde din adamının vaazı/konuşması esnasında iyice yükseltilerek Handel’in Hallelujah’ını duyduğumuz an anlıyor ve tüm bu hengâmenin sahne illüzyonuna hizmet etmesi açısından tasarlandığını ve herhangi bir alt metin iletisinin olmadığını kavrıyoruz. Bu manada müzik, eklenti hissi uyandırıyor ve ‘’bildik-tanıdık’’ ve de sevilmeyen bir ‘başarı-Yankee’ hikâyesine doğru sürüklüyor izleyiciyi.
Oyuncu kadrosunun oldukça geniş olduğu Ölüleri Gömün isimli yapımın, performansıyla öne çıkan hiçbir oyuncusu yok. Hemen her oyuncuya eşit alanda pay edilmiş rol kişilerinin öne çıkacak bir performans göstermelerine olanak tanınmamış. Söz alan’ın sırası çok geçmeden bir başka sahnedeki bir başka oyun kişisine geçiyor ve sahnede yaratılan ‘zaman’, oyun kişilerinin bir önceki sahnede kalan kısa performanslarının izlerini siliveriyor zihinlerden.
Bu durum da oyuncu kadrosunun niteliğinden çok ‘ambiyans’ı öne çıkarmaya çalışan, belki de haklı bir tutumdur, kararsızım.
Oyunun Rejisörü Şakir Gürzumar’ın metin-sahne-izleyici’ye olan tutumu oldukça değişken bir yorum çıkmasını sağlamış ortaya. Müzik için tercih edilen tutum, sahne yorumu için de gösteriyor kendisini. Sözünü ettiğim ‘değişken olma hali’ni, izleyiciyi sahne illüzyonuna hapsederek Devlet Tiyatroları’nın o ihtişamlı görsel zenginliğini sonuna dek kullanıp; ağzı açık, başı dönmüş, kendinden geçecek bir hayranlıkla –adeta bir sinema yapıtı izler gibi- izlemesini sağlayarak sahnede olan biten’i ikinci sıraya iterek sağlamış.
Bu sırada öyle bir izleyici profili yaratılabilir ki, değil izleyiciyi oyunun içine çekmek, o büyülü ambiyansa hapsetmek; hüviyetini çalsalar yerinden kıpırdamaz. Bu illüzyonu sağlamanın temel amacı nedir, diye sormak lazım… Niçin bir rejisör ağzından salyalar akan bir izleyici yaratma işine koyulur, niçin onu etkileme işini yönetsel becerileriyle değil de, dekor-giysi-ışık gibi çevresel etmenlerle sağlamaya çalışır, niçin her şey bu kadar ‘birebir’ olmalı; muhtevadan çok görsel beğeniyle dayalı subliminal bir tercih söz konusu olur, anlamaya çalışıyorum.
Oyun geneline baktığınız vakit, sahne yorumunda rejiye dair pek çok iz göremeyeceksiniz. Reji matematiği işlememiş, belki de işin o kısmına hiç dokunulmamış belli ki. Rejisör yorumu, panoramik bir gözlemde –sahne dışı etmenler haricinde- 6 ölü askerin toplu hareketlerinde bas tonlarla sertleşen müzik, bembeyaz’ı/yaşamayan’ı resmeden ışık eşliğinde yer değiştirmesi; ipe dizilir gibi aynı anda sırtlarını dönmeleri veya mevcut yaşayan askerleri ürkütecek cinsten jest ve sahne duruşlarıyla pozisyon almaları olabilir mi? Ya da din adamının vaaz verdiği sahnedeki rabarba’yla yükselen ve de hep bir ağızdan söylenen Hallelujah performansı olabilir mi? Belki de olabilir… Ancak bütün bu olasılıklar toplamı rejisörün ayak izlerine büyüteçle bakmanızı sağlıyor.
Rejisöre sorulması gereken bir başka soru ve beklide sorulacak en önemli soruların başlarında gelen ‘’haç’’ sahnesi olabilir… Haç kaldırma sahnesi-Hallelujah-Rabarba-Işıklar, yani tüm bu hengâme ‘’bu orijinal fikir benim’’ demenin başka bir ismi şeklinde geçiyor izleyene. Oyunun gösterge ve göndergeleri arasında en büyük yeri tutan haç sahnesi akla gelebilecek en orijinal fikir bile olsa, o oyunun bu oyun olmadığı maalesef ki gün gibi ortada duruyor. İzlemeyenlerin hafızasında somutlaşması için kısaca anlatmakta fayda olabilir: Oyunda, ölmemek/gömülmemek için direnen askerlerin o halleriyle gömülmeleri için iş adamlarının, ordunun, basının hummalı çalışmaları ve kamuoyu yaratma girişimleri bir kreşendo’ya dönüştüğü vakit sahnenin ortasından, tahminimce 3–3,5 metre uzunluğunda bir haç yükselir. Siz o haç’ın başına neler geleceğini, orada asılı mı duracağını, onunla mı oyuna devam edileceğini ya da bu muazzam tekniği de gördükten sonra oyunun kalan kısmını nerede izleyeceğiniz gibi merak içerisinde haç’a bakakalmışken haç, kalktığı gibi yavaşça yerine iner ve hiçbir şey olmamış gibi oyun devam eder. Bu sürrealist yorum, ölünün canlanıp gömülmeyi reddetmesi eyleminden daha uzakmış izlenimi yaratmakta. O haç’ın yerinden kalkıp yeniden yerine oturtulması, kiliseyi resmeden oyuncuyu yok sayarak, ikinci ve fazla bir yorum olarak algılanmakta. Bu nedenlerden ötürü haç sahnesi, evet, bir rejisör istediğinde Devlet Tiyatroları’nın neler yapabileceğini göstermekle birlikte, bir rejisör istese ve kurum bu imkânı sonuna dek sağlasa bile 500 insanın yazar, yönetmen, oyuncular ve teknik ekiple orada buluşması eylemini anlamlı kılmaya yetmeyen, ayrık bir sahne olarak kalmış. Bundan ötürü ki, efektten verilen helikopter sesi yerine sahneye sahiden helikopter inse; anlatınız bir adım öne çıkmayacak ve bu görsel bir şov’a dönüşüp gidecektir. Nitekim Şakir Gürzumar’ın Ölüleri Gömün yorumu ayaklanıp yürüyememiş ve hatta sahne illüzyonu ile Irwin SHAW arasına sıkışıp kalmış.
Haç sahnesine başka bir yaklaşım da dini bir çıkarsamada bulunduğumuz ya da o tip bir okuma yapıldığı vakit anlamlandırılabilir: Denilebilir ki din; savaşı körükleyen, bitmemesini sağlayan, sürmesindeki asli neden… Evet, bunların tümü olabilir, Ölüleri Gömün metni içerisindeki din adamı bu sav’ı karşılamaktadır. O halde fazlası, ya bunu izleyicinin gözüne parmak sokmak’la ya da yukarıda sözünü ettiğim görsel kaygılarla ilintilidir.
Altı ölü ve gömülmeyi reddeden oyun kişisinin eş-dost-akrabalarıyla hesaplaştığı sahneler oyunun yaratılan yapay temposunu sekteye uğratıyor. Uzun diyaloglar anlatılmak istenenin uzağına, konunun dışına itiyor izleyeni. Bu sahnelerin uzunluğu (beklide daha da uzundu ve kısaltıldı) 6. oyun kişisi söz aldığı vakit bir mutluluğa dönüşüyor ve ölülerin hesaplaşmasında sona gelindiği için bu büyük yükü atmış gibi hissediyor izleyici.
Devlet Tiyatroları’nın bilinçaltına hitap eden fantastik dekor, ışık vs. gibi tercihleri kuşkusuz ki izleyende büyük bir hayranlık uyandırıyor. Rejisörlerin bu faktörü göz önünde tutarak bir daha düşünmeleri gerekirken, belli ki onların da ruhunu okşayan bu beğeni/hayranlık bir şeylerin gözden kaçmasına neden oluyor. İzleyenin beğenisini hesaplayarak tam da oraya oynamak ne denli doğrudur, ciddi biçimde sorgulanması gerekir. İzleyici dediğimiz kitle, nitelikli izleyici safında olsa bile bu tutumun ona sunulmuş görsel bir şölen olduğunu düşünmek istemiyor o an. Kalıp, bu şölene ortak olmak ve keyfini sürmek istiyor. O halde Devlet Tiyatroları’nın oyuna dair açıklamalarını bir kenara bırakmamız gerekiyor: ‘’ Ordu, hükümet, silah tüccarları, politikacılar, iş adamları, din adamları, medya ve sıradan insanlar bu alışılmadık ve inanılması güç isyana nasıl tepki verirlerdi?’’
O gün, o salondan ayrılan tek kişinin bile yazarın muazzam fikrini, ölülerin gömülmek yerine kalıp direnmek isteyişlerini, bu enfes ayak direme öyküsünü düşündüğünü sanmıyorum. Her izleyicinin yüzünde hafif bir gülümseme, gözlerinde dekorun ihtişamı, kulaklarında Vietnam’ı yerle bir eden Hollywood yapımcılarının tutturduğu o zafer ezgisi vardı…
Oysa yeniden, bir kez daha düşünmek için sessiz olup işitmeli:
Üçüncü zil çalmıyor…
(Kaynak: tiyatronline)
***
Ayrıca bakınız:
Tiyatro eleştirisi mantığını asla ve kesinlikle zerre kadar olsun hiç kavrayamayan Mehmet Bozkır tarafından Shakespeare'in aptalca sözlerinin yayınlandığı www.tiyatronline.com sitesinde, gerçekleri söyleyen olağanüstü güçlü bir eleştirmen var: AVİ MARAŞLIYAN...
Ciddi eleştiriler yapan Avi, bakalım "OYUN"u doğru eleştirmiş mi?
Melih Anık, Coşkun Büktel'in gösterdiği Maraşlıyan'ı işaret ediyor!
Türkiye Tiyatrosu'nu LİNÇÇİ olmayan tiyatrocular inşa ediyor hâlâ!
Avi Maraşlıyan, LİNÇÇİ tiyatronline'da temkinli bir eleştiri yapmış!
Yazının "y"sinden anlamayan LİNÇÇİ Yaşam Kaya tarafından yönetilen LİNÇÇİ tiyatronline.com gibi pespaye bir sitede yazı yazan Avi Maraşlıyan, ciddi bir yazı daha yazmayı başarmış!
LİNÇÇİ tiyatronline, Avi Maraşlıyan'ın yazısını yayınlayacak mı?
Avi Maraşlıyan
14 Kasım 2012
Irwin SHAW’ın kaleme aldığı, Coşkun BÜKTEL’in çevirdiği, Şakir GÜRZUMAR’ın sahneye koyduğu, Dekor Tasarımı Behlüldane TOR’a, Giysi Tasarımı Nalan ALAYLI’ya, Işık Tasarımı ise Yakup ÇARTIK’a ait ‘’ÖLÜLERİ GÖMÜN’’ isimli oyunu izlemek üzere Devlet Tiyatroları Cevahir Sahnesi’nin yolunu tuttum.
Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, web portalında oyun için şu bilgilendirmeye yer vermeyi uygun görmüş: ‘’Oyun pek çok soruyu gündeme getirmektedir: Dünyanın her tarafında sürüp giden savaşların birinde vurulan askerler gömülmeyi reddederek mezarlarından kalksalar ve savaşı durdurmaya kalksalar neler olurdu? Ordu, hükümet, silah tüccarları, politikacılar, iş adamları, din adamları, medya ve sıradan insanlar bu alışılmadık ve inanılması güç isyana nasıl tepki verirlerdi? Ya kocalarını, sevgililerini, babalarını ve oğullarını kaybedenler ne hissederlerdi? Birkaç kişinin direnişi gerçekten bir şeyler değiştirmeye yeter mi? Tüm bunlar ancak “gerçekten savaşsız bir dünyayı istiyor muyuz?” sorusuna samimi bir yanıt aramakla yanıtlanabilir. Süper Güç hakimiyetinin, bölgesel savaş ihtimallerinin, iç savaşların her an gölgesini hissettiren bir coğrafyada yaşayan bizler için Ölüleri Gömün gündemimizin tam da ekseninde oturan ürkütücü, düşündürücü ve kışkırtıcı bir oyun.’’
Devlet Tiyatroları’nın, web portalı’nda da açıkladığı gibi ‘’gömülmeyi reddeden ölü askerler’’ düşüncesi bile, tanıtım yazısını okuduğunuz andan salon ışıkları kapanıp oyun başlayana dek heyecanlanmanıza ve merakla beklemenize yetiyor. Savaş sırasında ölmüş 6 askerin, mezarlarında dirilerek mevcut halleriyle gömülmeyi reddetmeleri ve bu direniş karşısında ordunun, hükümetin, kilise ve basının tutumu eleştirilerek izleyiciyle paylaşılmaya çalışılıyor.
Eskiden beri izlediğim Devlet Tiyatrosu oyunlarında göreni anında etkileyiveren dekor, kostüm ve teknik donanım imkânları Ölüleri Gömün oyununda had safhaya ulaşarak, izleyiciyi belki gömülmeyi reddeden 6 askerin mezarına, belki de şarapnel parçaları, tüfekler, siperler, tepelerin-bayrakların olduğu savaş alanına hapsediveriyor. Özellikle ışık ve yüksekliğinden ötürü izleyicinin kulaklarını tırmalayan müzik/ses her şeye rağmen, dekor ve kostümün önüne geçerek tebrik sırasında öncelik alıyor.
Işığın çok fazla mekânı resmetmede, bol detayı göstermede ve ‘ölü ile yaşayan’ arasındaki farkı betimlemedeki renk ve zamanlama becerisine şapka çıkarmak gerekli. Aynı şekilde bir başka etken olan müzik, Hollywood savaş filmlerini aratmayan, hatta tam da o filmin içerisindeymişsiniz izlenimi uyandıracak şekilde tasarlanarak oyuna asiste edilmiş.
Ancak, müzikte bu başarının yakalanması, konsept açısından her ne kadar ‘başarı’ sayılacak olsa da, sahne dışında kalanlar için fazla yapay olduğunu söylemek gerekli. Bir metni izlerken, o metin için tasarlanmış müziği işittiğimiz zaman ‘’tıpkı şu filmdeki gibi’’ dediğimiz vakit, imitasyon sayesinde ekonomi devi haline gelen, ancak toplamda özgün bir şey üretemeyen Çin’i de anlamaya başlıyoruz demektir. Müziğin, geneli Amerikan ordusunun mutlak galibiyetiyle sonuçlanan ticari yapımları anımsatsa da, Ölüleri Gömün metnindeki askerlerin orduya direnmesi düşünülerek aslında tam da bu başarıyı gölgelemek amacıyla yapıldığı fikri de ortaya atılıp, iddia edilebilir; ancak bunun böyle olmadığını, kilise sahnesinde din adamının vaazı/konuşması esnasında iyice yükseltilerek Handel’in Hallelujah’ını duyduğumuz an anlıyor ve tüm bu hengâmenin sahne illüzyonuna hizmet etmesi açısından tasarlandığını ve herhangi bir alt metin iletisinin olmadığını kavrıyoruz. Bu manada müzik, eklenti hissi uyandırıyor ve ‘’bildik-tanıdık’’ ve de sevilmeyen bir ‘başarı-Yankee’ hikâyesine doğru sürüklüyor izleyiciyi.
Oyuncu kadrosunun oldukça geniş olduğu Ölüleri Gömün isimli yapımın, performansıyla öne çıkan hiçbir oyuncusu yok. Hemen her oyuncuya eşit alanda pay edilmiş rol kişilerinin öne çıkacak bir performans göstermelerine olanak tanınmamış. Söz alan’ın sırası çok geçmeden bir başka sahnedeki bir başka oyun kişisine geçiyor ve sahnede yaratılan ‘zaman’, oyun kişilerinin bir önceki sahnede kalan kısa performanslarının izlerini siliveriyor zihinlerden.
Bu durum da oyuncu kadrosunun niteliğinden çok ‘ambiyans’ı öne çıkarmaya çalışan, belki de haklı bir tutumdur, kararsızım.
Oyunun Rejisörü Şakir Gürzumar’ın metin-sahne-izleyici’ye olan tutumu oldukça değişken bir yorum çıkmasını sağlamış ortaya. Müzik için tercih edilen tutum, sahne yorumu için de gösteriyor kendisini. Sözünü ettiğim ‘değişken olma hali’ni, izleyiciyi sahne illüzyonuna hapsederek Devlet Tiyatroları’nın o ihtişamlı görsel zenginliğini sonuna dek kullanıp; ağzı açık, başı dönmüş, kendinden geçecek bir hayranlıkla –adeta bir sinema yapıtı izler gibi- izlemesini sağlayarak sahnede olan biten’i ikinci sıraya iterek sağlamış.
Bu sırada öyle bir izleyici profili yaratılabilir ki, değil izleyiciyi oyunun içine çekmek, o büyülü ambiyansa hapsetmek; hüviyetini çalsalar yerinden kıpırdamaz. Bu illüzyonu sağlamanın temel amacı nedir, diye sormak lazım… Niçin bir rejisör ağzından salyalar akan bir izleyici yaratma işine koyulur, niçin onu etkileme işini yönetsel becerileriyle değil de, dekor-giysi-ışık gibi çevresel etmenlerle sağlamaya çalışır, niçin her şey bu kadar ‘birebir’ olmalı; muhtevadan çok görsel beğeniyle dayalı subliminal bir tercih söz konusu olur, anlamaya çalışıyorum.
Oyun geneline baktığınız vakit, sahne yorumunda rejiye dair pek çok iz göremeyeceksiniz. Reji matematiği işlememiş, belki de işin o kısmına hiç dokunulmamış belli ki. Rejisör yorumu, panoramik bir gözlemde –sahne dışı etmenler haricinde- 6 ölü askerin toplu hareketlerinde bas tonlarla sertleşen müzik, bembeyaz’ı/yaşamayan’ı resmeden ışık eşliğinde yer değiştirmesi; ipe dizilir gibi aynı anda sırtlarını dönmeleri veya mevcut yaşayan askerleri ürkütecek cinsten jest ve sahne duruşlarıyla pozisyon almaları olabilir mi? Ya da din adamının vaaz verdiği sahnedeki rabarba’yla yükselen ve de hep bir ağızdan söylenen Hallelujah performansı olabilir mi? Belki de olabilir… Ancak bütün bu olasılıklar toplamı rejisörün ayak izlerine büyüteçle bakmanızı sağlıyor.
Rejisöre sorulması gereken bir başka soru ve beklide sorulacak en önemli soruların başlarında gelen ‘’haç’’ sahnesi olabilir… Haç kaldırma sahnesi-Hallelujah-Rabarba-Işıklar, yani tüm bu hengâme ‘’bu orijinal fikir benim’’ demenin başka bir ismi şeklinde geçiyor izleyene. Oyunun gösterge ve göndergeleri arasında en büyük yeri tutan haç sahnesi akla gelebilecek en orijinal fikir bile olsa, o oyunun bu oyun olmadığı maalesef ki gün gibi ortada duruyor. İzlemeyenlerin hafızasında somutlaşması için kısaca anlatmakta fayda olabilir: Oyunda, ölmemek/gömülmemek için direnen askerlerin o halleriyle gömülmeleri için iş adamlarının, ordunun, basının hummalı çalışmaları ve kamuoyu yaratma girişimleri bir kreşendo’ya dönüştüğü vakit sahnenin ortasından, tahminimce 3–3,5 metre uzunluğunda bir haç yükselir. Siz o haç’ın başına neler geleceğini, orada asılı mı duracağını, onunla mı oyuna devam edileceğini ya da bu muazzam tekniği de gördükten sonra oyunun kalan kısmını nerede izleyeceğiniz gibi merak içerisinde haç’a bakakalmışken haç, kalktığı gibi yavaşça yerine iner ve hiçbir şey olmamış gibi oyun devam eder. Bu sürrealist yorum, ölünün canlanıp gömülmeyi reddetmesi eyleminden daha uzakmış izlenimi yaratmakta. O haç’ın yerinden kalkıp yeniden yerine oturtulması, kiliseyi resmeden oyuncuyu yok sayarak, ikinci ve fazla bir yorum olarak algılanmakta. Bu nedenlerden ötürü haç sahnesi, evet, bir rejisör istediğinde Devlet Tiyatroları’nın neler yapabileceğini göstermekle birlikte, bir rejisör istese ve kurum bu imkânı sonuna dek sağlasa bile 500 insanın yazar, yönetmen, oyuncular ve teknik ekiple orada buluşması eylemini anlamlı kılmaya yetmeyen, ayrık bir sahne olarak kalmış. Bundan ötürü ki, efektten verilen helikopter sesi yerine sahneye sahiden helikopter inse; anlatınız bir adım öne çıkmayacak ve bu görsel bir şov’a dönüşüp gidecektir. Nitekim Şakir Gürzumar’ın Ölüleri Gömün yorumu ayaklanıp yürüyememiş ve hatta sahne illüzyonu ile Irwin SHAW arasına sıkışıp kalmış.
Haç sahnesine başka bir yaklaşım da dini bir çıkarsamada bulunduğumuz ya da o tip bir okuma yapıldığı vakit anlamlandırılabilir: Denilebilir ki din; savaşı körükleyen, bitmemesini sağlayan, sürmesindeki asli neden… Evet, bunların tümü olabilir, Ölüleri Gömün metni içerisindeki din adamı bu sav’ı karşılamaktadır. O halde fazlası, ya bunu izleyicinin gözüne parmak sokmak’la ya da yukarıda sözünü ettiğim görsel kaygılarla ilintilidir.
Altı ölü ve gömülmeyi reddeden oyun kişisinin eş-dost-akrabalarıyla hesaplaştığı sahneler oyunun yaratılan yapay temposunu sekteye uğratıyor. Uzun diyaloglar anlatılmak istenenin uzağına, konunun dışına itiyor izleyeni. Bu sahnelerin uzunluğu (beklide daha da uzundu ve kısaltıldı) 6. oyun kişisi söz aldığı vakit bir mutluluğa dönüşüyor ve ölülerin hesaplaşmasında sona gelindiği için bu büyük yükü atmış gibi hissediyor izleyici.
Devlet Tiyatroları’nın bilinçaltına hitap eden fantastik dekor, ışık vs. gibi tercihleri kuşkusuz ki izleyende büyük bir hayranlık uyandırıyor. Rejisörlerin bu faktörü göz önünde tutarak bir daha düşünmeleri gerekirken, belli ki onların da ruhunu okşayan bu beğeni/hayranlık bir şeylerin gözden kaçmasına neden oluyor. İzleyenin beğenisini hesaplayarak tam da oraya oynamak ne denli doğrudur, ciddi biçimde sorgulanması gerekir. İzleyici dediğimiz kitle, nitelikli izleyici safında olsa bile bu tutumun ona sunulmuş görsel bir şölen olduğunu düşünmek istemiyor o an. Kalıp, bu şölene ortak olmak ve keyfini sürmek istiyor. O halde Devlet Tiyatroları’nın oyuna dair açıklamalarını bir kenara bırakmamız gerekiyor: ‘’ Ordu, hükümet, silah tüccarları, politikacılar, iş adamları, din adamları, medya ve sıradan insanlar bu alışılmadık ve inanılması güç isyana nasıl tepki verirlerdi?’’
O gün, o salondan ayrılan tek kişinin bile yazarın muazzam fikrini, ölülerin gömülmek yerine kalıp direnmek isteyişlerini, bu enfes ayak direme öyküsünü düşündüğünü sanmıyorum. Her izleyicinin yüzünde hafif bir gülümseme, gözlerinde dekorun ihtişamı, kulaklarında Vietnam’ı yerle bir eden Hollywood yapımcılarının tutturduğu o zafer ezgisi vardı…
Oysa yeniden, bir kez daha düşünmek için sessiz olup işitmeli:
Üçüncü zil çalmıyor…
(Kaynak: tiyatronline)
***
Ayrıca bakınız:
Tiyatro eleştirisi mantığını asla ve kesinlikle zerre kadar olsun hiç kavrayamayan Mehmet Bozkır tarafından Shakespeare'in aptalca sözlerinin yayınlandığı www.tiyatronline.com sitesinde, gerçekleri söyleyen olağanüstü güçlü bir eleştirmen var: AVİ MARAŞLIYAN...
Ciddi eleştiriler yapan Avi, bakalım "OYUN"u doğru eleştirmiş mi?
Melih Anık, Coşkun Büktel'in gösterdiği Maraşlıyan'ı işaret ediyor!
Türkiye Tiyatrosu'nu LİNÇÇİ olmayan tiyatrocular inşa ediyor hâlâ!
Avi Maraşlıyan, LİNÇÇİ tiyatronline'da temkinli bir eleştiri yapmış!
Yazının "y"sinden anlamayan LİNÇÇİ Yaşam Kaya tarafından yönetilen LİNÇÇİ tiyatronline.com gibi pespaye bir sitede yazı yazan Avi Maraşlıyan, ciddi bir yazı daha yazmayı başarmış!
LİNÇÇİ tiyatronline, Avi Maraşlıyan'ın yazısını yayınlayacak mı?