Esatoğlu'nun Tiyatro Yapma Hakkı Engellenmeli mi?
Ömer F. Kurhan
16 Ocak 2009
Yeni Tiyatro sitesinin Genel Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş "BEHRUZ MEHMET ESATOĞLU, TACİZ VE SANATÇININ SUÇLULUĞU ÜZERİNE" başlığı taşıyan yazısında, gerçekten de tartışılmaya değer bazı sorular sordu. Doğrudan alıntı yapacak olursak: “Diyelim ki, Esatoğlu “tacize” yeltendi, öyle bir “girişimde” bulundu. (Tabii bu arada “taciz”le “tecavüz”ü de birbirine karıştırmamak gerekiyor; çünkü “taciz” doğrudan “tecavüz”ü çağrıştıran “bıçak sırtı” bir sözcüktür.) Bir kez ya da daha çok bu “yanlışlığı” sürdürdü; elbette ki kınamalıyız, eleştirmeliyiz ve yargılamalıyız. Ama bu noktada “bu yanlışlığı” sürdüren “kişinin” üretimleri de sürüyor; bunu da elbette “inandırıcı” ve “tutarlı” bulmayabiliriz; yönettiği oyunlara gitmeyiz, düzenlediği etkinlikleri eleştiririz; ancak o kişiye, “sen yazı yazma”, “sen oyun yazma” deme hakkımız nereye kadardır? Yani bu noktada o kişiyi engellemeli miyiz? Çünkü sanat ve tiyatro tarihinde “suça bulaşmış” pek çok kişi var. Bu beğendiğimiz “yapıtlar” karşısında tavrımız ne olacaktır? Bu soruları netleştirmemiz gerekmiyor mu?”
Erbil Göktaş bu soruları sorunca, aklıma yıllar önce yürütülen bir tartışma geldi. Tartışma, tacizci olduğunu düşündüğümüz Esatoğlu’nun yazdığı ve sanatsal değer biçtiğimiz bir oyunun oynanmasının doğru olup olmadığı üzerineydi. Benim bu konudaki görüşüm gayet netti: Tabii ki oynanabilir.
Dolayısıyla, Erbil Göktaş’ın “… o kişiye ‘sen yazı yazma’, ‘sen oyun yazma’ deme hakkımız nereye kadardır?” sorusunu da yanıtlamış oluyorum. O kişiye “yazı yazma” ya da “oyun yazma” demek bir yana, oyunlarının oynanmasına itiraz edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bu düşünce basit bir varsayıma dayanıyor: Tacizden sorumlu olan, yazılan bir oyun ya da bir yazı değil, o oyunu ya da yazıyı yazan kişidir.
Peki bir eseri sahibinden ya da üreticisinden ne kadar ayırabilirsiniz? Varsayalım ki Esatoğlu’nun yazmış olduğu bir oyunu beğendik ve oynamak istiyoruz. Ne yapmalı? Esatoğlu şunu söylemişse sorun yok: “Yazdığım oyunların benden izin almaksızın ve benimle muhatap olmaksızın oynanmasında sakınca yoktur.” Böylece eserle baş başa kalır, taciz eylemlerinden sorumlu kişiyle bir şekilde yan yana gelme mecburiyetinden kurtulursunuz.
Aynı şey Esatoğlu’nun yazıları için de geçerli. Örneğin, İATP-G sitesinde, 3. Aydın Tiyatro-Drama Günleri’nde şenlik komitesinin bir sansür eylemi olup olmadığını araştırırken, internet ortamında Mehmet Esatoğlu ve Amatör Tiyatrolar Çevresi imzalarını taşıyan bir bildiri bulundu. Bu bildiri belge niteliği taşıdığı ve kamuoyuna dönük bir açıklama olduğu için, İATP-G sitesinde yayımlanmasında hiç bir mahzur görmedik. Fakat bu demek değildir ki, Esatoğlu ile oturup birlikte bir dergi çıkarır ya da site yönetiriz. İtirazımız, Esatoğlu’nun hiçbir şey olmamış gibi kamusal alanda tiyatro adına boy göstermesinedir. Buna hakkı yoktur, çünkü taciz suçlamaları karşısında vermesi gereken hesabı vermemiş, vermesi talep edildiğinde ise yakın çevresini de manipüle ederek provokasyon yaratmaya varan bir pişkinlik sergilemiştir.
Esatoğlu’nun kamusal alanda görünürlüğünü sorgulamak tiyatro yapma hakkının engellenmesi anlamına gelir mi? Bu bir yerde kaçınılmazdır. Tiyatro etkinliği, tiyatro eğitimi, tiyatro sözcülüğü vs. kamusal bir görünürlük gerektirir. Bunları yaptığında Esatoğlu’ndan örneğin şu mu talep edilecek? Tamam, oyununu oynadın, ama sen sen ol, sakın selama çıkma; çünkü artık şu ya da bu rolün içindeki kişi olarak değil, Esatoğlu olarak seyirciden alkış beklemektesin. Seyirci olarak tacizle suçlanmış, ama hiçbir şekilde hesap vermemiş, vermemekte direnmiş bir kişiyi nasıl alkışlayacağız? Ya da bir yandan onu alkışlarken, diğer yandan protesto mu edeceğiz? Dahası, birlikte selama duranları ondan nasıl ayıracağız?
Esatoğlu, kendisini bir odaya kilitleyip tiyatro ile ilişkisini oradan kurmuyorsa ne yapması gerektiği bellidir: Hesap vermek. Hesap vermekten kaçtığı sürece, tiyatro alanında sosyal ve ahlaki sorumluluktan muaf bir şekilde serbestçe hareket etme tutkusu, taciz karşıtları için bir itirazın konusu olmayı sürdürecektir.
Erbil Göktaş’ın kaygısı doğrudur: Tacize karşı tavır alacağız diye hak ihlal eder duruma düşme tehlikesi vardır. Suçlular yazamaz, çizemez, oynayamaz denilebilir mi? Fakat bu sorunu çözmek için ne yapılması gerektiği bellidir: Sanatçı etiğini masaya yatırmak. Sanatsal faaliyet içinde olmak bizleri sıradan vatandaşların yükümlülüklerine sahip olmadığımız imtiyazlı bir sınıf haline getirmez. Hatta, bir parçasını oluşturduğumuz sıradan vatandaşlar karşısında, bilgiyi işleme ve aktarma misyonu olanların çok daha fazla sosyal sorumluluğa sahip olduğu iddia edilebilir.
Tiyatro alanında sanatsal faaliyeti bir imtiyaz ve sosyal sorumsuzluk gibi algılamak / algılatmak isteyenler var. Esatoğlu vakası tartışılırken bunlar ortaya çıkıp, Esatoğlu tacizciymiş değilmiş bizi ilgilendirmez, diyebiliyorlar. Böylece daha bir sanatçı olabileceklerini düşünüyorlar. Bu kesimin niçin Esatoğlu’nun tacizciliğini sanat adına aklama ya da görmezden gelme gereği duydukları ayrıca değerlendirilmelidir. Bugün için, bu kesimlere verilen mesaj, tiyatro faaliyetinin imtiyaz talebinde bulunmaksızın ve sosyal bir sorumlulukla yürütülmesi gerektiğidir.
Toplum vicdanı kendini ifade etme olanağı bulduğunda, sanat adına imtiyaz sahibi bir sınıf oluşturma gayretlerinin boşa çıkacağı kesindir. Bugünlerde olup biten biraz da budur. Esatoğlu vakası bağlamında, ama aslında bu vakayı aşan bir şekilde mesajlar veren “EĞİTİMİN YOZLAŞTIRILMASINA VE SANATTA TACİZE VİCDANEN KARŞIYIM!” kampanyası, tiyatro alanındaki envai çeşit kirlenmenin önüne geçebilmek için umut veriyor. Umut vermekle de kalmıyor, sonuç alabiliyor.
(Kaynak: Yeni Tiyatro Dergisi)
Ömer F. Kurhan
16 Ocak 2009
Yeni Tiyatro sitesinin Genel Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş "BEHRUZ MEHMET ESATOĞLU, TACİZ VE SANATÇININ SUÇLULUĞU ÜZERİNE" başlığı taşıyan yazısında, gerçekten de tartışılmaya değer bazı sorular sordu. Doğrudan alıntı yapacak olursak: “Diyelim ki, Esatoğlu “tacize” yeltendi, öyle bir “girişimde” bulundu. (Tabii bu arada “taciz”le “tecavüz”ü de birbirine karıştırmamak gerekiyor; çünkü “taciz” doğrudan “tecavüz”ü çağrıştıran “bıçak sırtı” bir sözcüktür.) Bir kez ya da daha çok bu “yanlışlığı” sürdürdü; elbette ki kınamalıyız, eleştirmeliyiz ve yargılamalıyız. Ama bu noktada “bu yanlışlığı” sürdüren “kişinin” üretimleri de sürüyor; bunu da elbette “inandırıcı” ve “tutarlı” bulmayabiliriz; yönettiği oyunlara gitmeyiz, düzenlediği etkinlikleri eleştiririz; ancak o kişiye, “sen yazı yazma”, “sen oyun yazma” deme hakkımız nereye kadardır? Yani bu noktada o kişiyi engellemeli miyiz? Çünkü sanat ve tiyatro tarihinde “suça bulaşmış” pek çok kişi var. Bu beğendiğimiz “yapıtlar” karşısında tavrımız ne olacaktır? Bu soruları netleştirmemiz gerekmiyor mu?”
Erbil Göktaş bu soruları sorunca, aklıma yıllar önce yürütülen bir tartışma geldi. Tartışma, tacizci olduğunu düşündüğümüz Esatoğlu’nun yazdığı ve sanatsal değer biçtiğimiz bir oyunun oynanmasının doğru olup olmadığı üzerineydi. Benim bu konudaki görüşüm gayet netti: Tabii ki oynanabilir.
Dolayısıyla, Erbil Göktaş’ın “… o kişiye ‘sen yazı yazma’, ‘sen oyun yazma’ deme hakkımız nereye kadardır?” sorusunu da yanıtlamış oluyorum. O kişiye “yazı yazma” ya da “oyun yazma” demek bir yana, oyunlarının oynanmasına itiraz edilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Bu düşünce basit bir varsayıma dayanıyor: Tacizden sorumlu olan, yazılan bir oyun ya da bir yazı değil, o oyunu ya da yazıyı yazan kişidir.
Peki bir eseri sahibinden ya da üreticisinden ne kadar ayırabilirsiniz? Varsayalım ki Esatoğlu’nun yazmış olduğu bir oyunu beğendik ve oynamak istiyoruz. Ne yapmalı? Esatoğlu şunu söylemişse sorun yok: “Yazdığım oyunların benden izin almaksızın ve benimle muhatap olmaksızın oynanmasında sakınca yoktur.” Böylece eserle baş başa kalır, taciz eylemlerinden sorumlu kişiyle bir şekilde yan yana gelme mecburiyetinden kurtulursunuz.
Aynı şey Esatoğlu’nun yazıları için de geçerli. Örneğin, İATP-G sitesinde, 3. Aydın Tiyatro-Drama Günleri’nde şenlik komitesinin bir sansür eylemi olup olmadığını araştırırken, internet ortamında Mehmet Esatoğlu ve Amatör Tiyatrolar Çevresi imzalarını taşıyan bir bildiri bulundu. Bu bildiri belge niteliği taşıdığı ve kamuoyuna dönük bir açıklama olduğu için, İATP-G sitesinde yayımlanmasında hiç bir mahzur görmedik. Fakat bu demek değildir ki, Esatoğlu ile oturup birlikte bir dergi çıkarır ya da site yönetiriz. İtirazımız, Esatoğlu’nun hiçbir şey olmamış gibi kamusal alanda tiyatro adına boy göstermesinedir. Buna hakkı yoktur, çünkü taciz suçlamaları karşısında vermesi gereken hesabı vermemiş, vermesi talep edildiğinde ise yakın çevresini de manipüle ederek provokasyon yaratmaya varan bir pişkinlik sergilemiştir.
Esatoğlu’nun kamusal alanda görünürlüğünü sorgulamak tiyatro yapma hakkının engellenmesi anlamına gelir mi? Bu bir yerde kaçınılmazdır. Tiyatro etkinliği, tiyatro eğitimi, tiyatro sözcülüğü vs. kamusal bir görünürlük gerektirir. Bunları yaptığında Esatoğlu’ndan örneğin şu mu talep edilecek? Tamam, oyununu oynadın, ama sen sen ol, sakın selama çıkma; çünkü artık şu ya da bu rolün içindeki kişi olarak değil, Esatoğlu olarak seyirciden alkış beklemektesin. Seyirci olarak tacizle suçlanmış, ama hiçbir şekilde hesap vermemiş, vermemekte direnmiş bir kişiyi nasıl alkışlayacağız? Ya da bir yandan onu alkışlarken, diğer yandan protesto mu edeceğiz? Dahası, birlikte selama duranları ondan nasıl ayıracağız?
Esatoğlu, kendisini bir odaya kilitleyip tiyatro ile ilişkisini oradan kurmuyorsa ne yapması gerektiği bellidir: Hesap vermek. Hesap vermekten kaçtığı sürece, tiyatro alanında sosyal ve ahlaki sorumluluktan muaf bir şekilde serbestçe hareket etme tutkusu, taciz karşıtları için bir itirazın konusu olmayı sürdürecektir.
Erbil Göktaş’ın kaygısı doğrudur: Tacize karşı tavır alacağız diye hak ihlal eder duruma düşme tehlikesi vardır. Suçlular yazamaz, çizemez, oynayamaz denilebilir mi? Fakat bu sorunu çözmek için ne yapılması gerektiği bellidir: Sanatçı etiğini masaya yatırmak. Sanatsal faaliyet içinde olmak bizleri sıradan vatandaşların yükümlülüklerine sahip olmadığımız imtiyazlı bir sınıf haline getirmez. Hatta, bir parçasını oluşturduğumuz sıradan vatandaşlar karşısında, bilgiyi işleme ve aktarma misyonu olanların çok daha fazla sosyal sorumluluğa sahip olduğu iddia edilebilir.
Tiyatro alanında sanatsal faaliyeti bir imtiyaz ve sosyal sorumsuzluk gibi algılamak / algılatmak isteyenler var. Esatoğlu vakası tartışılırken bunlar ortaya çıkıp, Esatoğlu tacizciymiş değilmiş bizi ilgilendirmez, diyebiliyorlar. Böylece daha bir sanatçı olabileceklerini düşünüyorlar. Bu kesimin niçin Esatoğlu’nun tacizciliğini sanat adına aklama ya da görmezden gelme gereği duydukları ayrıca değerlendirilmelidir. Bugün için, bu kesimlere verilen mesaj, tiyatro faaliyetinin imtiyaz talebinde bulunmaksızın ve sosyal bir sorumlulukla yürütülmesi gerektiğidir.
Toplum vicdanı kendini ifade etme olanağı bulduğunda, sanat adına imtiyaz sahibi bir sınıf oluşturma gayretlerinin boşa çıkacağı kesindir. Bugünlerde olup biten biraz da budur. Esatoğlu vakası bağlamında, ama aslında bu vakayı aşan bir şekilde mesajlar veren “EĞİTİMİN YOZLAŞTIRILMASINA VE SANATTA TACİZE VİCDANEN KARŞIYIM!” kampanyası, tiyatro alanındaki envai çeşit kirlenmenin önüne geçebilmek için umut veriyor. Umut vermekle de kalmıyor, sonuç alabiliyor.
(Kaynak: Yeni Tiyatro Dergisi)