25 Haziran 2012 Pazartesi

Beni sürekli dâvâ edip sürekli BERAAT ettiğim Ömer Kurhan Boğaziçili...




Melih Anık'la Tartışmamızda Yeni Bir Aşama: Eleştiri Nedir, Ne Değildir?

Ömer Faruk Kurhan
25 Haziran 2012

Melih Anık'ın, Oyun Atölyesi'nin "Antonius ile Kleopatra" gösterilerinde içine düştüğü bir işletme ve hakla ilişkiler zaafı ya da Üstün Akmen'in bir oyun eleştirisi yazısında kopyala-yapıştır şeklinde bir durumun yaşanması üzerine geliştirdiği eleştirilerde doğru bulduğum hususları dile getirdim. Öte yandan, Melih Anık’ın "BEN ve diğerleri" yaklaşımını niçin yanlış bulduğumu da belirttim. Bu yaklaşım yazılarına giderek daha fazla egemen oluyor ve husumet edebiyatına katkı sunuyor. Çok doğru olduğu belli bazı eleştiri unsurlarının üzerine husumet edebiyatının gölgesi düşüyor.

Eleştirmenlerin tiyatro literatürünün nasıl biçimleneceği konusunda sorumlulukları epeyce fazladır.  Zaten bu nedenle, kendilerini yalnızca BENlikleri üzerinden değil, örgütsel araçlarla da ifade etmeleri, eleştiri standartları geliştirmeleri beklenir - elbette eleştirmen olarak BENliklerini aşacak ve paylaşımı içerecek şekilde seyirciyi aydınlatmak gibi bir sorumluluğa sahip olduklarını düşünüyorlarsa.

Kendisinin muhatap olarak kabul ettiği, içine sindirdiği bazı yayınları teatral olarak muhatap almamı sağlamaya çalışması boşa bir çabadır. Bu tuzağa düşmeyecek kadar yaşımız ilerledi :) Varlık nedenlerini husumet edebiyatının tiyatro dünyasını istila etmesi ön kabulüne dayandırmış, kendilerini nefreti, teşhirciliği ve küfrü doğallaştırmak ve sistemli kılmakla yükümlü kılan kişi ya da yayınlarla işim olmaz.

Melih Anık bakış açısını genişletip tiyatro dünyasında neler olup bittiğine bakarsa, dönemsel olarak önerdiğim bakış açısının çok güçlü bir zemine dayandığını görecektir. Çünkü şu sıralar, “sürpriz” bir şekilde faşizan baskıyı total olarak üzerinde hisseden tiyatro camiası, BENlik örgütlenmesinin değil, sosyal örgütlenmenin hayati bir gereksinim olduğunu fark etmiş bulunuyor. Bu nedenle İKSV Tiyatro Festivali aniden bir direniş festivali halini alıyor. Ya da bu nedenle bir haftaya yayılan bir Sanat Maratonu organize edildi.

Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce tiyatro sitelerini ziyaret ederken Mimesis’teki bir haber dikkatimi çekti. Duygu Dalyanoğlu imzalı ve "Mimesis’in 19. Sayısı Müstehcen Bulundu" başlığı taşıyan habere göre, “Elazığ Halk Kütüphanesi yaptığı inceleme neticesinde müstehcen içerikli bulduğu derginin Elazığ Halk Kütuphanesi ve Elazığ İlçe Halk Kütüphanelerine bağış yolu ile olsa dahi gönderilmemesini talep” etmiş.

Buyurun size bir “sürpriz” gelişme daha. Ne yazık ki, bu tip olayların üzerine gitmek için, BENlik örgütlerine değil de, sosyal örgütlere ihtiyaç duyuluyor. Mesela bu olay karşısında TEB'in, OYÇED'in, Oyuncular Sendikası’nın vs. ne diyeceği, önem kazanıyor. Yine, söz gelimi tiyatro yayıncılarının örgütlü olmaması, diğer basın yayın örgütleriyle ilişkisini tarif etmekte zorlanması bir zaaf olarak karşımıza çıkıyor. Yani bu işler, Facebook’du, Twitter’dı, arama motorlarıydı, bu gibi alanlarda kendilerini ifade eden BENlik örgütlerini fersah fersah aşıyor.

Yeri gelmişken şunu tekrar vurgulamak isterim: Melih Anık’a mutlaka TEB üyeliğini önermiyorum. Üye olursa sevinirim, ama beğenmiyorsa, alternatif bir eleştirmenler örgütü için de çalışmalar başlatabileceğini söylüyorum. TEB karşısında BENliğin otorite olarak ilan edilip, BEN bir yana TEB bir yana şeklinde bir ilişkinin kurulmasına itiraz ediyorum. Hiç merak edilmesin, önerdiğim türden sosyal açılımlar, BİREY’i fakirleştirmeyecek, aksine zenginleştirecektir – çünkü ve galiba insanın sosyal bir varlık olması gibi bir durum gerçekten var.

Melih Anık’ın benim teatral olarak muhatap almadığım yayınları muhatap almayı içine sindirme tavrında, temelde "BEN ve diğerleri" anlayışının ve empati eksikliğinin belirleyici olduğundan şüphe etmiyorum. Bazı konularda Amerika’yı bir de kendi adına keşfetmeyi sürdürebilir. Bu kendisini ilgilendiren bir meseledir ve belki de alıştırma niyetine yapmaktadır. Fakat kolayca haklı bulunacak eleştiri unsurları kişilerin aile boyu aşağılanması bağlamına yerleştirildiğinde, buna itiraz etmeyip teşekkür edilecek, önemsenecek bir jest olduğunu kabul etmesi, husumet edebiyatına eğilimli olmanın ötesinde, desteklediğini ima eder.

Demek ki, mesela Oyun Atölyesi'nin asgari olarak bir işletme ve halkla ilişkiler zaafını eleştiri konusu yaparken, o toplulukta önemli bir yeri olan bir kişiyi aile boyu aşağılama amaçlı teşhire yedirilmesini eleştiri standartlarımız içinde doğallaştıracağız. Demek ki, kendisi de aynı şekilde “eleştirildiğinde” buna müsamaha gösteriyor –mu? - ve gösterecek.

Kusura bakmasın, benzer bir durumla kendisi de karşı karşıya kalırsa, buna ilkesel olarak itiraz edecek ve belki sergileyeceği hoş görüye rağmen, bunun yanlış olduğunu, husumet edebiyatının karşısında durulması gerektiğini belki kendisine rağmen savunacağım. Bununla da kalmayacak, ben bilmem BİREY bilir demeyecek ve sıhhatim elverirse, içinde yer aldığım ya da etkin olabileceğim ilişki ağlarını da harekete geçirmeye çalışacağım.

Önerim, eleştirmen kimliği ile bulanık sular yaratıp avlanmaya çalışmamasıdır. Bunun tiyatromuza faydası yok. Eleştiri literatürü inşa etmek başka, BEN ve tiyatro kurgusuyla husumet edebiyatına arka çıkmak ve bu edebiyatı doğallaştırmak başkadır. Bunu anlamak için, mutlaka o BEN'in de doğrudan ve açıkça hoşgörü, teşekkür ve muhatap kabul edilen “eleştiri” biçimi ile mi karşı karşıya kalması gerekiyor?

Sular nasıl bulanık hale gelmez? Mesela teşekküre layık ve eleştiri literatürüne katkı olarak kabul edilen yazılı-görsel malzeme gönül rahatlığıyla aktarılır ve işte ben buna teşekkür ediyorum ya da bunu eleştiri literatürüne katkı olarak değerlendiriyorum denir. O zaman Melih Anık’ın nasıl bir eleştiri literatürü ya da dünyası talep ettiği de açıkça anlaşılmış olur. Bloglar arasında dört dönmenin alemi yok – bu, onca gündem arasında okura zaten zahmetli geliyor.

Bunu yaparken ben basit bir alıştırma yapmasını öneriyorum: Teşekküre layık ve eleştiri literatürüne katkı olarak değerlendirdiği yazılı-görsel malzemede ismi geçen kişinin kendisi olduğunu varsaysın ve sonra çıkıp desin ki, eleştirel söylem adına ben bunda bir sorun görmüyorum. (Eleştiriden muaf olabilecek bir insan olmadığını, mesela insanın Allah olmadığını kabul ettiğimizde, bu alıştırmanın nesnesinin Melih Anık dahil, herhangi bir kişi olabileceğini varsayabiliriz.) O zaman yukarıda sözünü ettiğim empati eksikliği eleştirimin geçersizleşeceğini kabul ederim. Zaten tartışma da bambaşka bir düzleme kayar.

Kim bilir, bu köhnemiş, ama Melih Anık’ın gündeme getirdiği konunun tartışılmasından TEB gibi kurumlar ya da eleştirmen çevreleri de bir fayda sağlar mı? Hiç sanmıyorum. Yine de buyursun "eleştiridir" dediği ve teşekküre layık gördüğü şeyin eleştiri olduğunu, yayınlanmaya da değer olduğunu göstersin. Belki de, hayır bu tür yayınlar eleştiri değil, tiyatroya zarar veren ve eleştiri amaçlı olmayan yayınlardır demiş olan onca tiyatro kurumu ve insanı yanılgı içindedir.

(Kaynak: Ömer F. Kurhan TİYATRO YAZILARI)