24 Haziran 2012 Pazar

Kurhan, Anık'a estetik, etik, patetik, sentetik dersleri vermeye yelteniyor

Oyun'nun notu: Melih Anık'ın "Ömer F. Kurhan ve Hilmi Bulunmaz'ın Yazdıkları Üzerine" başlıklı yazısına LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan'ın eklediği evlere şenlik yorumunu sunuyoruz.


***


Ömer F. Kurhan

24 Haziran 2012 

Birileriyle aramda bir denge kurmaya çalışmanız ya da mesafe tarifiniz yanlış bir tespitten kaynaklanıyor.


Evet, sizinle tartışıyor, haberleşiyoruz, anlaştığımız, anlaşamadığımız noktalar var, ve tabii ki ve büo'lu kaynaklara inen bir saygım da var. Ama nihayetinde temel tavır bakımından bana daha uzaksınız.

Çünkü benlik söylemine merkezi rol atfeden, benliği kurumsal muhataplık düzeyine yükselten bir eleştirel tavrı yanlış buluyorum. Uç noktada nerelere varabileceğini bilmek içinse, tiyatro dünyası yeterince veri sunuyor.

Üslubu değil, bu tavrı sorunlu görüyorum. Bununla birlikte bu söylem içinde saklı doğruları da özenle seçmeye çalışıyor ve yeniden değerlendirmeye çalışıyorum.

Örnek: Evet, gerçekten de, şu oyunu sergileyen şu topluluğun seyirciyi bilgilendirmesi gereken bir konuda bilgilendirmemiş olması en azından bir işletme ve halkla ilişkiler faciasıdır.

Öte yandan, sözgelimi, o oyundan birinci dereceden sorumlu olduğu varsayılan bir kişinin, bu durum kullanılarak /araçlaştırılarak aile boyuna varan bir teşhire ve aşağılamaya maruz kalması apaçık ahlak dışılığı gösterir.

Bu tavırlardan birincisinin en sertinden eleştirileri hak ettiğini düşünürken - ki burada bir sorun görmüyorum - ikincisini görmezden gelme, ne yazık ki eleştirmenin adalet anlayışını ve bir bütün olarak eleştirisini güvenilmez kılar.

Eleştiri, kamuoyuna dönük olarak kurumsal ve örgütlü bir çerçeve edinmedikçe, ister istemez Ben / diğerleri üzerinden bir kutuplaşma (ya da bazı durumlarda taktik anlaşma) olacaktır. Bu Ben'ler zaman zaman "Biz" de olabilir, ama mantık değişmez.

Sonuç olarak, sizin bazılarına dönük sert eleştirilerinize, hatta faş etmelerinize paralel olarak başka bazılarına dönük toleransa, hoşgörüye nedense sahip olamıyorum. Daha doğrusu sahip olma fırsatı sonuna kadar tanındı ama kabul edemedim.

Emile Zola'nın "j'accuse" söyleminin sorunsallaştırılabileceğini söylediğimde, önemli bulduğum bir incelemeyi referans alıyorum (Kamusal İnsanın Çöküşü / Richard Sennett). Sennett kamusal alanın nasıl tasfiye edildiğini, giderek artan şekilde narsisizmin nasıl gündelik yaşamımıza egemen kılındığını analiz eden araştırmacılardan birisidir. (Söz gelimi, politik liderlerin mahremiyeti dahi PR'ın bir parçası haline gelmiştir.)

Araştırmacı bu durumun Emile Zola'nın "J'accuse" ilanı için de geçerli olduğunu, hatta mitleştirilmesine yardımcı olduğunu ima ederken, bunun bir case-study olarak sunumunu yapar.

Benim seçimim, kamusal insanın canlandırılması ve narsisizmin sosyal alanı istila etmesine itiraza dayalıdır. Bu yaklaşım bireyin aynı zamanda sosyal gövdeye aidiyetini tanıyarak söylem kurar, kendisini onun ötesinde ve üzerinde görerek değil. Dolayısıyla Ben'liğimi çeşitli kurumların doğrudan muhatabı kabul etmemin imkanı yok :) Vatandaş olarak değil, vatandaşLAR olarak hareket etmek, arayışına girmek daha doğru gibime geliyor.

Bu nedenle, mesela Üstün Akmen'in "Özdemir Abi'ye Mektuplar"da Otorite olarak eleştirmeni merkezden kaydırmasını esin verici bulurum. Bu Stanislavski okulunda ya da Brecht okulunda okurken de öğrenebileceğimiz bir şeydir. Bu anlamda, mesela Moliere okulu da öğreticidir, mesela Shakespeare okulu biraz tekinsizdir ve dikkat gerektirir.

Çok uzattım; artık burada keseyim. Yazının tamamını yanıtlamak için, bu uzunlukta en az birkaç yazı daha yazı yazmam gerekir.

NOT: "Narsisizm" sosyal bir fenomen anlamında kullanılmıştır, bir polemik unsuru olarak değil. (Ben algılamasına karşı bir önlem :)

(Kaynak: Günlük)

***

Ayrıca bakınız:


1974 yılında Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Fakültesi'nden mezun, yıllarca tiyatro sanatıyla oyuncu, yazar ve yönetmen olarak çok yakından ilgilenmiş, Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları Kurucusu, Ahlâklı Becerikli Çelebi Dürüst Efendi Görgülü Kibar Namuslu Onurlu Şerefli Yiğit Terbiyeli Tiyatro Yazarı Melih Anık, "1992 yılından bu yana Boğaziçi Üniversitesi Tiyatro Kulübünde Tiyatro Yönetmenliği yapmış" Shakespeare Çocuğu Terbiyesiz Tiyatro Yazarı LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan'ın hiçbir tat alma duyusuna asla sahip olmayan ağzına Şanlıurfa / Siverek biberi sürer sürmez, "1992 yılından bu yana Boğaziçi Üniversitesi Tiyatro Kulübünde Tiyatro Yönetmenliği yapmış" Shakespeare Çocuğu Terbiyesiz Tiyatro Yazarı LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan, içindeki yenilgi pisliğini ânında, birdenbire, derhal, hemen, ivedilikle kusarak, her zamanki Mimesis diliyle konuştuğu için kapalı bir dille demiş ki: "Beni Hilmi Bulunmaz ile aynı terazinin iki kefesine koyma. Senin duruşunu Hilmi Bulunmaz'a daha yakın buluyorum. Kişilere yönelik eleştiriler değil doğru tavır, duruşları eleştirmek doğrudur. Bu nedenle üslubunu sorunlu buluyorum ama içinde bana doğru gelen bir şey varsa 'görüyorum'. Haluk Bilginer'i yaptığı bir hata nedeniyle aile boyu teşhir eden ve aşağılayan Hilmi Bulunmaz'ın davranışı ahlâk dışıdır. Sen Haluk Bilginer’in davranışını görüyorsun ama Hilmi Bulunmaz'ınkini görmüyorsun. Bu nedenle adil ve güvenilir değilsin. Haluk Bilginer'in şahsına saldırıyorsun. Oysa Oyun Atölyesi'nin yaptığını eleştir. Ve bunu TEB üyesi kimliğini kazanarak yap." (Mimesisçeden Türkçeye çeviren: Melih Anık)