Erbil Göktaş: "Hadi şimdi defolun gidin hayatımdan, defolun!..."
Mustafa Şükrü Demirkanlı
14 Mart 2012
Coşkun Büktel, Hilmi Bulunmaz ve Feridun Çetinkaya üçlüsünün yalnızlığını Yeni Tiyatro Dergisi Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş bozmuştu...
Büktel'in yaşamı boyunca görüp göreceği en büyük "kıyağı" yapmış, Dergisinin kapağına kondurmuştu, yetmedi "beraat söyleşileri" adı altında akla ziyan söyleşi yapıp iki sayıda yayımladı.
21 yıldır yaşadığım, tanık olduğum süreç bir kere daha yaşanıyordu, her ilişkide olduğu gibi Erbil de işi bitince bir kenara atılacak, atılmakla kalmayıp saldırılacaktı. Beklediğimden daha kısa oldu bu kez, kısaydı çünkü yiyecekleri kimse kalmamıştı etraflarında, en yakındaki Erbil'i gözlerine kestirdiler, en kanlı canlı olan oydu...
Düne kadar "en yaygın ve en saygın dergi" artık gözden düşmüş, bu üçlünün oklarına hedef olmuştu...
Erbil hâlâ arayı düzeltebilirim mi diye çırpınırken şunun farkında değildi: Bütün olarak teslim olmamış, yapılmaması gereken bir şey yapmış, söyleşilerindeki gereksiz ve anlamsız lafları edit etmişti. "Sansürcü" olması için yeter bir sebep, o söyleşi 2 sayıda bitmemeli en az 10 sayı devam etmeliydi, bu dahiler 2 sayıyla sınırlanabilir miydi?.. Aynı içeriği 2 sayıda vermiş olmak mazeret değil, 10 sayıya böl ki 10 ay gündemde olabilsinler, onları önemseyen bir tek Yeni Tiyatro'ydu, "bari orada sürekli kapak, sürekli dosya, sürekli gündem olabilelim" derdindeydiler, bunu da mı fark edemedin Erbil?..
Sonrasında Feridun Çetinkaya, İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürü Şakir Gürzumar'la söyleşi yapacakmış, reklam kulelerinin hesabını soracakmış ve Yeni Tiyatro'da yayımlanacakmış. Erbil Göktaş bunu da kabul etmiş, Şakir Gürzumar bunları muhatap alıp kabul eder miydi bilemem... (*)
Erbil Göktaş şu taahhütte bile bulunmuş: "... , Feridun'a da 'yaptığın söyleşileri virgülüne dokunmadan yayınlayacağım' demedim mi?..." Hangi yayıncı sokaktan geçen birine bu taahhütte bulunabilir? Erbil bu güvenceyi bile vermiş...
Bütün iyi niyeti, bulaştım bir kere, gittiği yere kadar gitsin demesine rağmen, bu ikilinin (üçüncü ayak kuyumculuk faaliyetleri için yurtdışında olduğu için, şimdilik 'ikili') tazyiklerine karşı durmamış/duramamış.
Büktel'in fecabook'unda Erbil Göktaş'ı doğduğuna pişman etmişler, bunları yakından tanıyan, beraber yediği içtiği zamanların çok olduğu Erbil, çıkarları olduğu için (Biri kapak olup söyleşi yaptırdı, diğeri içinde kalan gazetecilik hevesini giderecekti.) kendisini pohpohladıklarını ancak anlamış ve dökülmüş, bu insanları yakından tanıyan birinin tanıklıklarının önemli olması gerek. Aşağıdaki alıntılar Büktel'in facebook'undaki yazışmalarından...
Erbil Göktaş: Şu "utanıp sıkılmadan" gibi, "herifler" gibi sözcükleri kullanınca bir şey mi söyledim sanıyorsunuz?... Bütün kötü sözleriniz, değerbilmezlikleriniz, nezaketsizlik ve teşhircilikleriniz sizin olsun o zaman!... Ayrıca madem iş "her şeyi "teşhir" etmeye kadar geldi, şunu sen kendin, kendi ağzınla söylemedin mi; "Mustafa Demirkanlı'nın dergisi habercilik alanında çok iyi" diye... Akşam aramızda söylenen bu sözü, sabah niye yadsıyorsun ben dile getirince... Ayrıca Bay Puntila ve Uşağı Matti'yi de siz Coşkun Büktel'le oynayın bundan sonra, sizin hiç bir oyununuzda ben olmayacağım; eğer olursam "tarih taksiratımı affetsin"!... (Büktel'de bir zamanlar Hilmi Bulunmaz'ın çıkartmaya çalışıp, bir türlü beceremediği Oyun dergisi için şu başlıklı bir yazı yazmıştı: "Ben bu Oyun'da yokum". Y.N:)
***
Erbil Göktaş Ben neyin yalanını söylemişim; neyi saptırmışım?... Feridun travmatik bir biçimde, "ödenekli" tiyatrolar kapansın demedi mi? Sen de ben de, buna karşı çıkmadık mı? travmatik çünkü kendisini pek çok insandan yetenekli gördüğü halde, ödenekli bir kurumda çalışamayıp onlara olan kızgınlığını bu biçimde dile getirmedi mi? hatta ben de ona, "ne gerekiyorsa yapalım, kimle gerekiyorsa konuşup dilekçe ver" demedim mi?... Ayrıca sen de travmatik bir biçimde Erbil Göktaş'ı "LİNÇ" etmiyor musun?... Hadi diğer insanları "LİNÇÇİ" diyerek "linç" ediyorsun da, beni niye "LİNÇ" etmeye kalkıyorsun?... Çünkü bu senin doğanda da var... Evet, senin yaptığın da bir "linç" GİRİŞİMİDİR; bu GİRİŞİMİNİZİ KINIYORUM. okurlar beni zaten yeterince "onore" ediyorlar, daha bu sabah 3 kişi abone oldu; geçen sayıda Yeni Tiyatro Dergisi'nin satışı yüzde 30 arttı; sen "ALMAYIN" diye veryansın ettiğin halde bir çok insan abone oldu; ancak bunlar senin dediğin gibi "LİNÇÇİ"lerden değildi... Okurlar kesiminde durum böyle; tarih kesiminde ise evet "tarih" beni affetmeyebilir; seninle, Feridun'la oturduğum için; söyleştiğim için... Size yakın durup sizin de hakkınızı savunabildiğim kadar savunduğum için... Evet benim için, "utanmaz" demek de, "herif" demek de, nezaketsizliktir, hakarettir; siz oturup bir şeyleri paylaştığınız insanlara bu biçimde davranırsanız, bu aynı zamanda aymazlıktır; evet bu kadar "insanlıktan çıktığınızı", bu kadar "nefret dolu" olduğunuzu "yeni" farkettim; hele zavallı Feridun'un "ben sistemin dışındayım, yani bir çıkarım yok" derkenki psikolojisini çözümlemeyi kendisine bırakıyorum; çünkü ben çözümlemeyeceğim, kendisi bu durumla bir yüzleşsin; sen de öyle; daha önce de söylediğim gibi, o kahrolası öfke ve nefretlerinizle belki yüzleşebilir, aynalara yumruk atabilirsiniz. Evet, ben gardımı aldım, sizin yumruklarınız artık bana işlemez; ama bir kez de aynalara yumruk atıp elinizi kanatın; bir kendi kanınızı da akıtın; çünkü onlarca insanın ağzını yüzünü kan içinde bıraktınız; hakedeni de etmeyeni de... Evet bu benim için yol ayrımı oldu, iyi de oldu... (Geç olsa da Erbil Göktaş bile tanımış bu şahsiyetleri, şahsiyetlerin sorunlarını. M.D.)
***
ERBİL GÖKTAŞ: İşte Feridun Çetinkaya'nın terbiyesi bu kadar!... Ne oldu senin "terbiyeli yavruya" Coşkun Büktel!.... Gizli kapılar ardında insanları kıskanmak, onların devletten maaş alıyor oluşundan nefret etmek ve bunu çekiştirmek kolaydır. Yüreğin yetmediği için "ben öyle şey" demedim diye yalan söyledn, ben de beni yalancı çıkarman pahasına göz yummuştum ama değmezmişsiniz. . Sen "ödenekli kurumlar kapatılsın" dedin mi demedin mi? İnsanların maaşlarını kıskandığın, bunun travmasını yaşadığın her konuşmanda ortaya çıktığı gibi bunu gözlerinde de gördüm; hiç kıvırmaya kalkmayın. Siz gidin, kumda oynayın, tiyatro yapan insanların, iyi niyetli insanların yakasını rahat bırakın. Açıklamayım açıklamayım diyordum, ille de yukarda da yalan söylediğini açıklatacaksın bana; bir kere "Coşkun'u da alalım, gidelim kiminle konuşulacaksa konuşalım" demedim mi ben sana... (Demek ki bu bile denmiş, şaşırmadım, Coşkun'a da denmişti geçmişte ama o dramaturgluğu kabul etmeyip, yönetmenlik kadrosu istemişti... Kabul etse DT'nin bir elemanı olacaktı ya da rejisörlüğünü kabul etseler yine DT'nin bir elemanı olcaktı. Feridun'un derdinin de bu olduğu biliniyordu, şimdi kanıtlandı. Onları bünyesine katmayanlar yok olsun... M.D.) Çünkü gözlerindeki o zavallılık beni etkilemişti; değmezmişsin, değmezmişsiniz; o "aşşağılık" laflarını al da, tiyatro yapan insanları nefretle çekiştirirken meze yaparsınız; ama beni meze yapamazsınız; hadi şimdi defolun gidin hayatımdan, defolun!...
Kavgada bile söylenmeyecek ağır sözler denebilir belki ama bu üçlünün küfür ve hakaretlerinin yanında kaale bile alınmayacak kadar hafif kalır bence. Erbil Göktaş'ın, özellikle Feridun Çetinkaya'ya yönelik tespitlerinin çok objektif olduğunu söyleyebilirim, kendisini tanıma şansızlığım oldu, üstelik Dergi'de de yazdırma gafletinde bulunmuştum. Zor iş, bir eğitim alıyorsun, o aldığın eğitime yönelik bir iş yapmak istiyorsun, üstelik kendini çok yetenekli sanıyorsun ama mezun olduğun okuldan her yıl onlarca insanın mezun olduğunu unutuyorsun, onlar daha mı yeteneksizdi bay yetenek!.. Belki de hiç sevmediğin bir işi yapıyorsun, doğal olarak hırçınlaşıyorsun, öfkeleniyorsun ve saldırıyorsun...
Dikkat ederseniz bu üçlünün ortak paydası bu: Tiyatro ile var olmak istemişler ama olamamışlar... Olamamalarının nedeni kendi yetenek/sizlik ve beceri/ksizliklerinde değil, "sistem"de, onlara karşı olanlarda, herkes set örmüş, bu üçlüye izin vermiyor... Oysa her biri ne kadar yetenekli, bir bilseniz... Ancak ölünce değerimiz anlaşılacak romantizminde yaşamayı seçmişler. Biri uluslararası elmas kalemleri ticaretinde var olmuş, diğeri ebleh bir dizinin dizi yazarlığında var olabilmiş ancak, öteki reklam metni yazarlığında vayaşamı kucaklamış. Üçü de düzene karşı:)))
Erbil Göktaş bile bu dahileri anladıysa artık söz bitmiş demektir...
Son inanan canlı Erbil'di...
(*) Bu konu açıklandı, tarafımdan da yazıldı ama görmek istemeyen bu şahsiyetler, muhalefet ediyorum görüntüsü altında kahramanlığa devam etmeyi tercih ediyorlar. Konu şu: İstanbul D.T. kuleleri bir reklam şirketiyle ortak olarak alınmış, yapım, bakım, afiş değişim reklam şirketinde, kulelerin kullanım hakkı ise 15'er gün olarak belirlenmiş ve resmi sözleşme yapılmış... Yanılmıyorsam Bozkurt Kuruç zamanında... Bu resmi anlaşma da sürüyor. Bu şahıslar bağırıp çağırıyorlar, ayın 15'nde tiyatro ilanları gelince "muhalefetimize dayanamadılar" diyorlar, sonraki 15 gün kaldıkları yerden devam ediyorlar. Konu kısaca bu.
Sanki dertleri DT'nin kuleleri daha fazla kullanmasıymış gibi höykürüyorlar... Erbil anlatmış, Feridun "DT kapatılsın"ı savunuyor. Şu magazin hayatımıza girdi gireli, üstelik reklam metni yazarları tarafından, sap-saman birbirine karıştı, ayıkla ayıklayabilirsen.
(Kaynak: Tiyatro... Tiyatro... Dergisi)
Mustafa Şükrü Demirkanlı
14 Mart 2012
Coşkun Büktel, Hilmi Bulunmaz ve Feridun Çetinkaya üçlüsünün yalnızlığını Yeni Tiyatro Dergisi Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş bozmuştu...
Büktel'in yaşamı boyunca görüp göreceği en büyük "kıyağı" yapmış, Dergisinin kapağına kondurmuştu, yetmedi "beraat söyleşileri" adı altında akla ziyan söyleşi yapıp iki sayıda yayımladı.
21 yıldır yaşadığım, tanık olduğum süreç bir kere daha yaşanıyordu, her ilişkide olduğu gibi Erbil de işi bitince bir kenara atılacak, atılmakla kalmayıp saldırılacaktı. Beklediğimden daha kısa oldu bu kez, kısaydı çünkü yiyecekleri kimse kalmamıştı etraflarında, en yakındaki Erbil'i gözlerine kestirdiler, en kanlı canlı olan oydu...
Düne kadar "en yaygın ve en saygın dergi" artık gözden düşmüş, bu üçlünün oklarına hedef olmuştu...
Erbil hâlâ arayı düzeltebilirim mi diye çırpınırken şunun farkında değildi: Bütün olarak teslim olmamış, yapılmaması gereken bir şey yapmış, söyleşilerindeki gereksiz ve anlamsız lafları edit etmişti. "Sansürcü" olması için yeter bir sebep, o söyleşi 2 sayıda bitmemeli en az 10 sayı devam etmeliydi, bu dahiler 2 sayıyla sınırlanabilir miydi?.. Aynı içeriği 2 sayıda vermiş olmak mazeret değil, 10 sayıya böl ki 10 ay gündemde olabilsinler, onları önemseyen bir tek Yeni Tiyatro'ydu, "bari orada sürekli kapak, sürekli dosya, sürekli gündem olabilelim" derdindeydiler, bunu da mı fark edemedin Erbil?..
Sonrasında Feridun Çetinkaya, İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürü Şakir Gürzumar'la söyleşi yapacakmış, reklam kulelerinin hesabını soracakmış ve Yeni Tiyatro'da yayımlanacakmış. Erbil Göktaş bunu da kabul etmiş, Şakir Gürzumar bunları muhatap alıp kabul eder miydi bilemem... (*)
Erbil Göktaş şu taahhütte bile bulunmuş: "... , Feridun'a da 'yaptığın söyleşileri virgülüne dokunmadan yayınlayacağım' demedim mi?..." Hangi yayıncı sokaktan geçen birine bu taahhütte bulunabilir? Erbil bu güvenceyi bile vermiş...
Bütün iyi niyeti, bulaştım bir kere, gittiği yere kadar gitsin demesine rağmen, bu ikilinin (üçüncü ayak kuyumculuk faaliyetleri için yurtdışında olduğu için, şimdilik 'ikili') tazyiklerine karşı durmamış/duramamış.
Büktel'in fecabook'unda Erbil Göktaş'ı doğduğuna pişman etmişler, bunları yakından tanıyan, beraber yediği içtiği zamanların çok olduğu Erbil, çıkarları olduğu için (Biri kapak olup söyleşi yaptırdı, diğeri içinde kalan gazetecilik hevesini giderecekti.) kendisini pohpohladıklarını ancak anlamış ve dökülmüş, bu insanları yakından tanıyan birinin tanıklıklarının önemli olması gerek. Aşağıdaki alıntılar Büktel'in facebook'undaki yazışmalarından...
Erbil Göktaş: Şu "utanıp sıkılmadan" gibi, "herifler" gibi sözcükleri kullanınca bir şey mi söyledim sanıyorsunuz?... Bütün kötü sözleriniz, değerbilmezlikleriniz, nezaketsizlik ve teşhircilikleriniz sizin olsun o zaman!... Ayrıca madem iş "her şeyi "teşhir" etmeye kadar geldi, şunu sen kendin, kendi ağzınla söylemedin mi; "Mustafa Demirkanlı'nın dergisi habercilik alanında çok iyi" diye... Akşam aramızda söylenen bu sözü, sabah niye yadsıyorsun ben dile getirince... Ayrıca Bay Puntila ve Uşağı Matti'yi de siz Coşkun Büktel'le oynayın bundan sonra, sizin hiç bir oyununuzda ben olmayacağım; eğer olursam "tarih taksiratımı affetsin"!... (Büktel'de bir zamanlar Hilmi Bulunmaz'ın çıkartmaya çalışıp, bir türlü beceremediği Oyun dergisi için şu başlıklı bir yazı yazmıştı: "Ben bu Oyun'da yokum". Y.N:)
***
Erbil Göktaş Ben neyin yalanını söylemişim; neyi saptırmışım?... Feridun travmatik bir biçimde, "ödenekli" tiyatrolar kapansın demedi mi? Sen de ben de, buna karşı çıkmadık mı? travmatik çünkü kendisini pek çok insandan yetenekli gördüğü halde, ödenekli bir kurumda çalışamayıp onlara olan kızgınlığını bu biçimde dile getirmedi mi? hatta ben de ona, "ne gerekiyorsa yapalım, kimle gerekiyorsa konuşup dilekçe ver" demedim mi?... Ayrıca sen de travmatik bir biçimde Erbil Göktaş'ı "LİNÇ" etmiyor musun?... Hadi diğer insanları "LİNÇÇİ" diyerek "linç" ediyorsun da, beni niye "LİNÇ" etmeye kalkıyorsun?... Çünkü bu senin doğanda da var... Evet, senin yaptığın da bir "linç" GİRİŞİMİDİR; bu GİRİŞİMİNİZİ KINIYORUM. okurlar beni zaten yeterince "onore" ediyorlar, daha bu sabah 3 kişi abone oldu; geçen sayıda Yeni Tiyatro Dergisi'nin satışı yüzde 30 arttı; sen "ALMAYIN" diye veryansın ettiğin halde bir çok insan abone oldu; ancak bunlar senin dediğin gibi "LİNÇÇİ"lerden değildi... Okurlar kesiminde durum böyle; tarih kesiminde ise evet "tarih" beni affetmeyebilir; seninle, Feridun'la oturduğum için; söyleştiğim için... Size yakın durup sizin de hakkınızı savunabildiğim kadar savunduğum için... Evet benim için, "utanmaz" demek de, "herif" demek de, nezaketsizliktir, hakarettir; siz oturup bir şeyleri paylaştığınız insanlara bu biçimde davranırsanız, bu aynı zamanda aymazlıktır; evet bu kadar "insanlıktan çıktığınızı", bu kadar "nefret dolu" olduğunuzu "yeni" farkettim; hele zavallı Feridun'un "ben sistemin dışındayım, yani bir çıkarım yok" derkenki psikolojisini çözümlemeyi kendisine bırakıyorum; çünkü ben çözümlemeyeceğim, kendisi bu durumla bir yüzleşsin; sen de öyle; daha önce de söylediğim gibi, o kahrolası öfke ve nefretlerinizle belki yüzleşebilir, aynalara yumruk atabilirsiniz. Evet, ben gardımı aldım, sizin yumruklarınız artık bana işlemez; ama bir kez de aynalara yumruk atıp elinizi kanatın; bir kendi kanınızı da akıtın; çünkü onlarca insanın ağzını yüzünü kan içinde bıraktınız; hakedeni de etmeyeni de... Evet bu benim için yol ayrımı oldu, iyi de oldu... (Geç olsa da Erbil Göktaş bile tanımış bu şahsiyetleri, şahsiyetlerin sorunlarını. M.D.)
***
ERBİL GÖKTAŞ: İşte Feridun Çetinkaya'nın terbiyesi bu kadar!... Ne oldu senin "terbiyeli yavruya" Coşkun Büktel!.... Gizli kapılar ardında insanları kıskanmak, onların devletten maaş alıyor oluşundan nefret etmek ve bunu çekiştirmek kolaydır. Yüreğin yetmediği için "ben öyle şey" demedim diye yalan söyledn, ben de beni yalancı çıkarman pahasına göz yummuştum ama değmezmişsiniz. . Sen "ödenekli kurumlar kapatılsın" dedin mi demedin mi? İnsanların maaşlarını kıskandığın, bunun travmasını yaşadığın her konuşmanda ortaya çıktığı gibi bunu gözlerinde de gördüm; hiç kıvırmaya kalkmayın. Siz gidin, kumda oynayın, tiyatro yapan insanların, iyi niyetli insanların yakasını rahat bırakın. Açıklamayım açıklamayım diyordum, ille de yukarda da yalan söylediğini açıklatacaksın bana; bir kere "Coşkun'u da alalım, gidelim kiminle konuşulacaksa konuşalım" demedim mi ben sana... (Demek ki bu bile denmiş, şaşırmadım, Coşkun'a da denmişti geçmişte ama o dramaturgluğu kabul etmeyip, yönetmenlik kadrosu istemişti... Kabul etse DT'nin bir elemanı olacaktı ya da rejisörlüğünü kabul etseler yine DT'nin bir elemanı olcaktı. Feridun'un derdinin de bu olduğu biliniyordu, şimdi kanıtlandı. Onları bünyesine katmayanlar yok olsun... M.D.) Çünkü gözlerindeki o zavallılık beni etkilemişti; değmezmişsin, değmezmişsiniz; o "aşşağılık" laflarını al da, tiyatro yapan insanları nefretle çekiştirirken meze yaparsınız; ama beni meze yapamazsınız; hadi şimdi defolun gidin hayatımdan, defolun!...
Kavgada bile söylenmeyecek ağır sözler denebilir belki ama bu üçlünün küfür ve hakaretlerinin yanında kaale bile alınmayacak kadar hafif kalır bence. Erbil Göktaş'ın, özellikle Feridun Çetinkaya'ya yönelik tespitlerinin çok objektif olduğunu söyleyebilirim, kendisini tanıma şansızlığım oldu, üstelik Dergi'de de yazdırma gafletinde bulunmuştum. Zor iş, bir eğitim alıyorsun, o aldığın eğitime yönelik bir iş yapmak istiyorsun, üstelik kendini çok yetenekli sanıyorsun ama mezun olduğun okuldan her yıl onlarca insanın mezun olduğunu unutuyorsun, onlar daha mı yeteneksizdi bay yetenek!.. Belki de hiç sevmediğin bir işi yapıyorsun, doğal olarak hırçınlaşıyorsun, öfkeleniyorsun ve saldırıyorsun...
Dikkat ederseniz bu üçlünün ortak paydası bu: Tiyatro ile var olmak istemişler ama olamamışlar... Olamamalarının nedeni kendi yetenek/sizlik ve beceri/ksizliklerinde değil, "sistem"de, onlara karşı olanlarda, herkes set örmüş, bu üçlüye izin vermiyor... Oysa her biri ne kadar yetenekli, bir bilseniz... Ancak ölünce değerimiz anlaşılacak romantizminde yaşamayı seçmişler. Biri uluslararası elmas kalemleri ticaretinde var olmuş, diğeri ebleh bir dizinin dizi yazarlığında var olabilmiş ancak, öteki reklam metni yazarlığında vayaşamı kucaklamış. Üçü de düzene karşı:)))
Erbil Göktaş bile bu dahileri anladıysa artık söz bitmiş demektir...
Son inanan canlı Erbil'di...
(*) Bu konu açıklandı, tarafımdan da yazıldı ama görmek istemeyen bu şahsiyetler, muhalefet ediyorum görüntüsü altında kahramanlığa devam etmeyi tercih ediyorlar. Konu şu: İstanbul D.T. kuleleri bir reklam şirketiyle ortak olarak alınmış, yapım, bakım, afiş değişim reklam şirketinde, kulelerin kullanım hakkı ise 15'er gün olarak belirlenmiş ve resmi sözleşme yapılmış... Yanılmıyorsam Bozkurt Kuruç zamanında... Bu resmi anlaşma da sürüyor. Bu şahıslar bağırıp çağırıyorlar, ayın 15'nde tiyatro ilanları gelince "muhalefetimize dayanamadılar" diyorlar, sonraki 15 gün kaldıkları yerden devam ediyorlar. Konu kısaca bu.
Sanki dertleri DT'nin kuleleri daha fazla kullanmasıymış gibi höykürüyorlar... Erbil anlatmış, Feridun "DT kapatılsın"ı savunuyor. Şu magazin hayatımıza girdi gireli, üstelik reklam metni yazarları tarafından, sap-saman birbirine karıştı, ayıkla ayıklayabilirsen.
(Kaynak: Tiyatro... Tiyatro... Dergisi)