9 Ekim 2011 Pazar

Türkiye tiyatrosunun "Ali kıran baş kesen" aktörü, LİNÇÇİ Oyun Atölyesi'nin sahibi, LİNÇÇİ Kemal Aydoğan'ın patronu Haluk Bilginer'e tepkiler artıyor!

Asu Maro'ya Açık Mektup


Salih Dündar Müftüoğlu
9 Ekim 2011


Sayın Asu Maro,

Bundan birkaç ay önce, yine Devlet Tiyatroları üzerinden yaratılan bir "saptırma -kurgu- yönlendirme" sürecinde, tiyatro çevrelerinin önde gelen isimleri, "Devlet Tiyatroları'nı kapatmak, kültürel cinayettir!" anafikrinde birleştiler. (Bkz. aşağıdaki alıntılar.) Bu cinayet mecazından gidersek, diyebiliriz ki; "Birileri cinayet işlemeye niyetli / kararlı!" ise, bir tetikçi mutlaka bulunur, bulunmalıdır, bilirsiniz. Ve, o tetikçiye "yardım ve yataklık" yapacak birileri de!… Ben de, bu bilinenden yola çıkarak, Halûk Bilginer'le yaptığınız ve Milliyet Sanat Dergisi'nin Ekim 2011 tarihli sayısında yayınladığınız söyleşi üstüne düşüncelerimi aktarmak istiyorum, izninizle.

Sayın Maro, söyleşiniz şöyle başlıyor:

"…kendiliğinden açılan ilk konu Devlet Tiyatroları oldu ve ben gayrı ihtiyari teybin düğmesine bastım, gerisine karışmadım diyebilirim."

Şimdi, gözümün önüne getirmeye çalışıyorum olayı! Siz gidiyorsunuz kafeye, hoş geldin-beş gittin, çaylar-kahveler söyleniyor ve birden, Bay Bilginer başlıyor konuşmaya, öyle durduk yerde… "Eniştem beni niye öptü?", misali!:

"Benim en çok canımı sıkan nedir biliyor musunuz? Kimsenin Devlet Tiyatroları konusunda herhangi bir şey yazmaması. Hiç kimse 'Bu kadar kepazelik olur mu? Böyle bir kurum olur mu?' diye yazmadı Türkiye’de."

Siz de "gayrı ihtiyari" basıyorsunuz teybinizin düğmesine, akıp gidiyor konuşma! İnanın çok garip. Yani öylesine, şuursuzca bir başlangıç... Sonra da olduğu gibi dergiye aktarmak, söylenenleri! Küfür, beddua, yalan, dolan. Aslında bu şuursuzluk içinde normal karşılamak gerekir belki, ama yine de söylemeden edemeyeceğim. Bay Bilginer, böylesine 'yaşamının merkezine koyduğu' sorunsala biraz ilgisiz galiba. Kimse DT hakkında bir şey yazmıyor, "nedir bu kepazelik!" demiyor diye çok sinirlenmiş. A'cık okusa, baksa sağa sola görecek ki bir kısım cemaat ehli, bir kısım sağ liberal kalemşor, bir kısım dönek liboş, bir kısım iktidar yalakası, bir kısım medya, bir kısım meslek erbabı, bir kısım da cahil/şuursuz, bu konuda Haluk Bey'in yüreğini ferahlatacak kadar ağır ve ahlaksızca -sözüm meclisten dışarı- yazılarla, yalan yanlış, düzmece dayanaklarla, kulaktan dolma bilgilerle DT'yi karalamakta, kapatılmasını istemektedirler! Diyelim ki, Bay Bilginer -DT'ye öfkesi gözünü kararttığı için- göremedi yazılanları. Siz, gazeteci olarak uyarsaydınız ya! Söyleşiniz anlamlı olsun, değerli olsun…

Ben, Bayan Maro, size DT'nin nerelerde neler yaptığından, oyun, sahne, temsil, turne sayılarından, perde açtığı il, ilçe ve köylerden, seyirci sayısından, aldığı ödüllerden söz etmeyeceğim. Ben, Bayan Maro, bölgelerde görev yapan sanatçı arkadaşlarımızın hangi sosyal koşullarda çalıştıklarını, DT'de olgunlaşmış sanatçıların sinema, televizyon ve özel tiyatro alanında ne kadar arandıklarını anlatmayacağım (meraklısı için: bkz. oyunatölyesi.com). Çünkü ön yargılı, art niyetli insanlara DT'yi anlatmak, tanıtmak; haksızlığı, saldırganlığı bu yolla engellemeye çalışmak gibi bir derdim, muradım yok. Kurumumu da sakız edemem kirli ağızlara. (250.000'e , 150.000'e varan sayılarda seyircinin izlediği oyunları anmama gerek yok! Kavramak zordur bunun ne demek olduğunu. Sadece şunu belirteyim: 250.000 seyirci, Oyun Atölyesi'nin salonunun 1250 kez dolması demektir!) Ancak şu kadarını söyleyeyim; eğer Bay Bilginer, Anadolu'ya (arada-sırada) yaptığı turnelerde seyirci buluyorsa, bu büyük ölçüde DT sayesindedir. Burada, şu "cinayet" mecazını anlamaya çalışalım. Anımsarsınız, sağ liberal politikaların ülkeye dayatılmasıyla başlayan bir yanıltma/yönlendirme sürecinde, 'DT kapansın' diyenler pek çoktu. Sonra -gördüklerini, yaşadıklarını algılayıp, yorumlama ve çözümleme becerisine sahip olanlar- DT'nin Türkiye Tiyatrosu içindeki ağırlığını ve toplumsal/sanatsal katkısını gördükçe, Anadolu'nun her yerinde seyirciye ulaştığını, bir seyirci kitlesini -Hakkari'den Çorlu'ya dek- diri tuttuğunu, tiyatro fikrini Anadolu'nun günlük yaşamına soktuğunu farkedince, bu gün başka bir anlayışa geldiler. Sayın Ayşegül Yüksel'in dediği gibi, "Devlet Tiyatroları'nın, Türk Tiyatrosu'nun yarısı olduğunu…" anladılar. Ve diyorlar ki, dürüstçe; DT'yi kapatmak, kültürel cinayet olur! Kültürel cinayetten öte, bir kurumu, bir toplumsal yapıyı, bir zümreyi, bir soyu tümden ortadan kaldırmak ne insanîdir, ne adil, ne ahlaki, ne de bilimsel. Bu, bir ırka yapılınca, adı soykırım oluyor, bilirsiniz. Kurumlara yapılınca ne anlama geldiğini Emre Kongar'dan bir alıntıyla açalım... Hani yazının başında değindiğimiz -spekülatif- süreçte yazılmış bir yazısından, bir alıntı:

"Başbakan da, aile efradı da her sanat ve kültür olayında fikir beyan edebilir, övgüde veya eleştiride bulunabilir…

Bu onların kendi sanat ve kültür anlayışlarını yansıtan en doğal haklarıdır. Ama onların kendi anlayışlarını yansıtan bu tutum ve davranışlarına göre sanat dünyasını 'biçimlendirmek', ancak otoriter rejimlerde görülen bir davranıştır…

Ve dünyanın neresinde olursa olsun bunun adı 'Faşizmdir'!"
(Cumhuriyet / 19. 04. 2011)

Şimdi yazıyı, "Başbakan da, aile efradı da" sözünün yerine "Bay Bilginer de, onunla aynı kafadakiler de" yazarak yeniden okuyun, lütfen…

Ama Bilginer, bu faşizan yaklaşımın ayırdında değil! DT'nin hasta olduğuna, hastanın da can çekiştiğine karar vermiş, ötenazi gerektiğine inanmış, çekecek fişi, bitirecek işi. Kendine vehmettiği bir tanrısallık, kerameti kendinden menkul bir otorite olma iddiası, bir üst/ün insan çalımıyla karar veriyor, bir Roma İmparatoru gibi emrediyor, başparmağını aşağıya çevirip: Yok edilsin! Ama bu ahlaki anlayış, bu arızalı bireylik yapılanması, insanın sanatına da yansır. Sahnede sırıtır.

Evet, bu çıkışlar prim getirir, reytingini yükseltir, gündeme oturtur insanı… Bizim ülkede, bizim camiada bunun en kolay yolu da, DT'ye saldırmaktır. Belli kesimlerin gözüne girilir… Sağ liberal siyasilerle -hafif mütebessim- baş selamı verilir, karşılıklı… Reklamın iyisi kötüsü de yoktur. Ama ödenekli-ödeneksiz sanat kurumlarını, toplumsal gerçeklikten, alt yapı-üst yapı ilişkilerinden ayrı irdelerseniz, bilimsizliğin gayya kuyusuna düşüverirsiniz. Bu gün ülkemizde üst yapı kurumlarının hangisi acaba, Bay Bilginer'i ya da kamuyu mutlu ediyor. Ekonomik ilişkilerin, üretim ilişkilerinin, kültürel gelişimin, eğitim anlayışının bizdeki gibi olduğu bir ülkede, kusursuz bir tiyatro yapısı -belki de- aykırı olurdu! Bilim kurumları çok mu göğüs kabartan bir durumdadır? Yargı ve hukuk sistemi, ne haldedir? Felsefe, diyanet, sanat, siyaset… Bu gün Bay Bilginer, Türkiye' deki siyaset ilişkilerinden çok mu memnun? Ama yargıyı lağvetmeye, bilim kurumlarını, üniversiteleri yok etmeye niyetlenmiyor Haluk Bey!… Ya medya! Eleştirse ya medyayı da. "Böyle kepazelik olur mu?" diye sorsa ya! Özel tiyatroları da konuşalım isterse, Bay Bilginer'le! İstanbul'da kaç özel tiyatro, her hafta, düzenli bir program dahilinde perde açmaktadır? Özel tiyatrolar bir haftada kaç oyun oynamakta, kaç seyirciye ulaşmaktadır? Sırf devlet yardımı alabilmek için derme-çatma kadrolarla, üstünkörü provalarla oyun kotarıp, gereken sayıda temsili 3-5 seyirciye oynayan özel tiyatrolar var mıdır? Geçtik hepsini, geçelim… Çünkü niyet ortada! Çok da ciddiye almamalı belki. Ama adap ve edep bahsini ciddiye almak gerek. Bay Bilginer'in diğer ödenekli tiyatrolarla da bir derdi yok belli ki! Varsa, yoksa DT… Hepsini izlemiş, incelemiş, beğenmiş, bir DT gözüne girememiş. O yüzden de yok edile! Hatta iyice şirazeden çıkılarak, "Allah belanızı versin!"

"Ve biz hala Devlet Tiyatroları'nı korumaya çalışıyoruz…" diyerek hayıflanıyor Bilginer, koruyanlara veryansın ediyor. Koruyacağız tabii. Korunacak! Korumak, olduğu gibi kabul etmek anlamına gelmez. Korumak değişim, dönüşüm, gelişim sürecini engellemez, dışlamaz! Tutuculuk değildir. 60 yıllık bir sanat kurumunu elbet koruyacağız; salak ve cahil ya da hain değilsek! Ama korurken zaaflarını, eksiklerini görmezden gelmeyeceğiz. Korumak zaten böyle olmaz mı! Diyelim ki, biricik çocuğumuz "toplumca kabul görmeyen işlere" bulaşmış… Ne yapacağız? Çocuğumuzu ortadan kaldırıp, hemen ertesi gün yeni bir çocuk mu yapacağız! Şu da bilinmeli ki, bütün bunları yaparken, ön yargılı, öfke, nefret, haset dolu meslekdaşlara(!); tecimsel açıdan DT ile rakip olan, çıkar çatışması yaşayan patronlara ihtiyacımız yok! Kurumun sorunlarını Bilginer'den ve aynı anlayıştakilerden çok daha iyi bilen DT sanatçıları, zaten yıllardan beri bunun mücadelesini vermektedirler… iyi niyetli, ahlaklı, gerçek aydınlarla birlikte. Siz gölge etmeyin, yeter!

"…ben gayrı ihtiyari teybin düğmesine bastım, gerisine karışmadım…" diyorsunuz. Neden karışmadınız? Dersinize yeterince çalışmamış mıydınız, yoksa DT'ye böyle insafsızca, haksız yere saldırılması size -içten içe- haz mı verdi… ya da yaptığınız iş böyle bir şey midir?! DT'ye saldırıya katkı vererek gündeme oturmak -sizin de- işinize mi geldi? Sûreti haktan görünüp, yansız[mış] gibi davranıp, sessiz kalmışsınız… Ama, sûretiniz, sîretinize uymamış! Örneğin şöyle bir soru sorabilirdiniz, ya da uyarabilirdiniz: DT'de kaç çalışan vardır? (Ya da kaç sanatçı vardır!) "Çalış/a/mayan kaç kişi vardır. Çalış/a/mama sebepleri nedir. Bu sanatçıların sayısı DT çalışanları içinde %1' i geçer mi? Bölgelerdeki sanatçılar ve diğer DT çalışanları hangi koşullarda, hangi yoğunlukta çalışmaktadırlar." Ya da, ne bileyim, şunu sorabilirdiniz: "Bay Bilginer, DT'de ya da başka tiyatrolarda oynanan her oyun, zat-ı alinizin takdirine mazhar olmak zorunda mıdır?" Şunu diyebilirdiniz: "Haluk Bey; bu ülkenin cümle ödül jürileri, cümle eleştirmenleri, DT'nin oyunlarını izleyen 1,5 milyon seyirci, yurt dışındaki festivallere, yabancı ülkelere davet eden sanat yönetmenleri anlamıyor da, bir sen mi biliyorsun malın iyisini kötüsünü?! Bu kurum söylediğin kadar kötüyse, bunca iyi iş nereden çıkıyor?" Sizin, biriyle röportaj yaparken, "hiç karışmama" hakkınız var mıdır, Asu Maro? O zaman niye gidiyorsunuz söyleşiye? Teybinizi gönderin, soruları da yazın bir kağıda, muhatabınız doldursun teybi, geri göndersin. Kargo ücreti nedir ki! Galiba buradaki sihirli kelime, "haz"!… ne dersiniz? Haz ve haset… Ve de gündeme gelmek!

Sayın Maro! Herkes DT'nin oyunlarını beğenmek ya da beğenmemekte özgürdür. Birinin göklere çıkardığı bir oyunu, biri yerin dibine batırabilir. Ben de Bay Bilginer'in tiyatrosunda "Jan D'arc'ın Öteki Ölümü" adlı oyunu izlerken büyük acı duydum. Etlerim kerepetenlendi. Hele de, Bilginer'le Kıraç, seyirciyle dalga geçer gibi kendilerini eğlendirirken, diğer oyuncu Tülay Günal'ın sahnedeki durumu, acısı (bence tabii, bana göre!), kerpetenin daha da kıstırmasına neden oldu etlerimi. Ama, aynı gece oyunu birlikte seyrettiğimiz, bir başka seyirci böyle düşünmeyebilir.

Görece, dedik ya! Yine de oyunu yuhalamak aklımdan bile geçmedi. Sadece sahnedeki adamlar değil ki o oyuna emek verenler… Işıkçısı var, dekorcusu var, gişecisi var, temizlikçisi var, yönetmeni var, verilmiş ömürler var… Var oğlu var. Emek var, emek!

Bilir misiniz, ne demeğe gelir! Bilir misiniz, bir kurumun anlamı nedir, o kurumu 10 yıllardır var edenler için! Bakın Bayan Maro, bir kurum, bir sanat kurumu, yalnızca nicelikten doğru, teknik ölçütlerle değerlendiril/e/mez. Duygudan, insandan ari algılanamaz. Sadece siyasi mekanizmaların çıkarları doğrultusunda, kişisel avantaların dürtmesiyle irdelen/e/mez, ticari hesapların güdülemesiyle eleştiril/e/mez! Duygusu vardır insanların, kuruma ilişkin… Yaşamışlıkları, yaşlanmışlıkları, yaş almışlıkları, anıları… Acıları, kıvançları, başarıları, başarısızlıkları… Sevinçleri, hüzünleri… Kavgaları, barışları… Ben, örneğin, beni var eden pek çok ilişkiyi, dostluğu, önceki tiyatrolarımda da, ama en çok DT'de yaşadım. Ben, DT'de birlikte oynadığım pek çok ustamı, arkadaşımı öte dünyaya uğurladım… Gencecik kardeşlerimi sahneden alıp, toprağa verdim. Bir gün, arkadaşlarım da beni toprağa verecekler, DT'nin bir sahnesinden alıp… Bu kurumun hayatı, bizim hayatımızdır… Bu kurumun hayatı, benim hayatımdır; bu kurum benim varlık alanımdır, onurumdur, emeğimdir, ümitlerimdir, geleceğimdir… Ülkemin geleceğidir. Kurumların da duyguları vardır, anıları, acıları, savinçleri, hüzünleri, yaşamışlıkları vardır. Yaşar kurumlar… yaşıyor Devlet Tiyatroları da! Fişini çekmeye niyetli kendinden geçmişlere inat. Bu kurum, tiyatro sanatının pek çok değerini bağrında yaratmış, yaşatmış, o değerlerden doğru Türkiye'nin sanatına ve gündemine damgasını vurmuş, sonra o değerleri uğurlamış öte dünyaya, acısını çekmiş, yasını tutmuş, nöbetini devralmıştır. Ve bir adam çıkıyor, faşizan bir yaklaşımla, sadistik bir güdüyle, kurumumun fişini çekmekten bahsediyor. Dikkat etsin, o çektiği fiş, insanın elinde kalır sonra! Bu anlatmaya çalıştıklarımı, postmodern ilişkilerin ürünü, evropa tahsili görmüş beylerin anlamalarını beklemiyorum! Ama, saygısızlık, vicdansızlık, haksızlık yapmalarına da izin veremeyiz. Bu anlayışa, bu saldırganlığa hizmet etmek, altına yatak sermek de ahlaki değildir. Aşağılamaya yeltendiğiniz DT, bunun hesabını sorar, adap ve edep içre, bilesiniz!

Ulusal tiyatroyu kuruyor Haluk Bey, sözleşmeyi yapıyor (kendisi kim oluyorsa) 10.000 TL de maaş veriyor. E, ağanın eli tutulmaz! Ama ağaya soru sorulabilir, soralım:"tiyatromda 21 tane sigortalı var" demiş, Bilginer. (Türkçe'de insanlardan "tane" olarak söz edilmez Bayan Maro… Bilginize.) Bu, 21 sigortalı çalışanın, kaçı oyuncudur? 2010 yılı içinde kaç sigortalı oyuncunun tüm primleri ödenmiştir. Primler asgari ücret üzerinden mi ödenir? Kaç sanatçıya 12 ay maaş ödenir? Maaş ödenmeyen sanatçıların yevmiyeleri kaç liradır? Provalarda yevmiye ödenir mi? Sanatçılara yemek parası, servis hizmeti verilir mi? 15-20 kez sahnelenip kaldırılan oyunların oyuncuları, ne ederler sonrasında? Ben de bu soruların yanıtlarını merak etmekteyim. İşte siz, Bayan Maro, Bay Bilginer'i sessizce dinlemek yerine bunları sormak zorundasınız, mesleğinizin etiği açısından. Yoksa sizin yaptığınız gazeteciliği, teybiniz de yapar! "Ulusal Tiyatro'yu bir günde kurup, 10.000TL maaşla oyuncu istihdam edip, tiyatro yapmak!" fikrini ciddiye almak bence mümkün değil, (hele de bu ülkede) geçiyorum… Adama, "ya hesap bilmiyor, ya da hiç dayak yememiş!" derler. Zaten o da biliyor söylediklerinin manasız olduğunu. Zihin bulandırmak için söylediğini. Patrondur kendisi! Çıkarları çatışıyor. Sorun burada. DT kapanırsa, hem oyuncu bulmak kolaylaşacak ve ucuzlayacak, hem seyircisi çoğalacak, hem özel tiyatrolara yapılan devlet yardımı artacak… Hangi patron istemez!

Kamuyu yanıltan bir konu vardır, Sayın Maro, hep laf canbazlığına boğulan. Ağızlarda sakız haline getirilen. DT'nin siyasi baskı altında olduğu, meselesi. Şu, meşhur memurluk meselesi! Bu demagoji en çok da "memurlar" kara çalmasıyla somutlanır, akılları sıra. O "aşağılamayı" çok severler. Oysa (bence), DT oyuncuları, rejisörleri, kreatörleri; özel tiyatrodakilerden çok daha özgürdürler…

Çünkü, özel tiyatro çalışanları, patronla ters düşemezler, işlerinden atılırlar. Oysa DT'de patron yoktur! Özel tiyatroda patron, sponsorlarla ya da devletle ters düşemez; desteği, yardımı kesilir. Bu yüzden, istemsiz de olsa oto sansür uygular. DT'nin buna ihtiyacı yoktur. Siyasi irade, DT ile uğraşır, ama, sanatsal üretime doğrudan müdahale etmez/edemez, kurum içinden uygun bir zemin oluşturulmadıkça. (Bırakın siyasi otoriteyi, Genel Müdürlük bile karışmaz.) Ben, DT'nin her oyunu bir başeserdir, demiyorum. Ama her oyun özgürce üretilir. Üretenlerin yeterlilikleri ölçüsünde bir ürün çıkar ortaya. Üretimin kalitesini (daha da) arttırmak için neler yapılması gerektiğini biz 30 yıldır tartışıyoruz. Siz de bize kara çalıp, çelme takacağınıza, soykırıma yelteneceğinize, gelin bu konuda ortak akıl oluşturalım.

Bay Bilginer diyor ki, "biri bana yetki versin, hemen lağvederim!" Biri de bana yetki versin, hemen yarın, Bilginer'in oynadığı dizileri yasaklarım! O diziler, halkı toplumsal gerçeklerden, nesnel gerçeklikten koparan, sorunlarından uzaklaştıran, ülkesinden, küresinden bihaber bireyler oluşturmak için örgütlenmiş; uyutan, uyuşturan bir "ucube"den başka nedir ki! Bay Bilginer'in oyununu seyrederken etlerim çekilmişti, dizilerini gördüğümde midem kalkıyor… Sen; ajanstan bindirme, mankenden devşirme, şarkıcıdan türetmelerle ve de basmakalıp oyunculuklarla komiklik yapacaksın medyada; sonra da haddini aşıp, DT'nin oyuncularına, oyunlarına çamur atacaksın. Ben de seni ciddiye alacağım!

Bay Haluk Bilginer'in de gündeme gelmeye, dikkat, ilgi çekmeye ihtiyacı vardır tabii. Sezon açılıyor, oyunlar, diziler başlıyor… Bunu anlayışla karşılamak lazım. Bunun en kolay, en masrafsız, en risksiz yollarından biri de, DT'ye sallamaktır. Devlet Tiyatroları'na atış serbesttir! Ne kadar sallarsanız, o kadar gözüne girersiniz büyüklerinizin… Ama bu, bir koca sanat kurumunu, onun sanatçılarını, çalışanlarını bunca aşağılamaya cüret ederek, genellemelerle, ötekileştirmeyle yapılınca; bu dikkat çekme, tebarüz etme olayı histerik bir hale bürününce, bireyin -gecikmeden- profesyonel yardım alması gerekir.

Peki, Bay Bilginer'in söylediklerinde doğrular yok mudur? Olmaz mı… Vardır elbet! Çok! Ama, bunca saldırganlık, hakaret, düşmanlık, hoyratlık içinden onları bulup, çıkarmak; okuyup, tartışmak çok zor. İşimiz değil, yararı da yok! Bu öfke ve pervasızlık içinde okumaya tartışmaya değer eleştiriler ve öneriler de (varsa eğer) güme gider. Çünkü amacı/nız üzüm yemek değil, bağcı dövmek!

1 Ekim DT'nin sezon açılışıdır. Kutlu günüdür. Tam da o gün yayınlanan derginizde, DT'nin sezon açılışını anlatıp, duyurmak; tiyatro seyircisini haberdar etmek, bu kutlu günü paylaşmak varken, siz, teybinize üfürenlerle birlikte, DT'ye küfretmeyi seçiyorsunuz… Sanatı, sanat kurumlarını, sanatçıları ispiyonlayıp, "birilerinin" önüne atıyorsunuz. Bu yakışıksız ve kasıtlı duruşunuz için kınıyorum sizi. Bayan Maro, Cumhuriyet'in en sağlam, en köklü, en çalışkan, en üretken sanat kurumlarından birini -kalitesini her gün çoğaltarak- koruyup, kollayacağız; sonsuza dek yaşatacağız. Bu nafile saldırılar, bu soykırım hevesi, bu üslup, DT'nin büyüklüğü karşısında, sizi küçültür. Hani, tavşan dağa küsmüş, dağın haberi olmamış. O hesap. Üfürükçüler söyler, siz dinlersiniz… Kendi hasetinizle, kendi öfkenizle, kendiniz çalar, kendiniz oynarsınız. Sağlıklı günler dilerim.

Salih Dündar Müftüoğlu
Oyuncu
İstanbul Devlet Tiyatrosu

Sayın Maro, konuyla ilgili birkaç alıntı aşağıdadır… Zihninizi açması, -bundan sonra- sorular sordurması dileğiyle…

***

"Hükümetlerin tiyatrosu olmaz, ama devletin tiyatrosu olur. Devletin tiyatrosu olur mu olmaz mı tartışmalarını yapanlar kendi cahilliklerini ortaya koyuyorlar." (Lemi Bilgin / Cumhuriyet / 04.05.2011)

***

“Devlet bütün bu sanat etkinliklerini kendi öz kaynaklarıyla destekler; ama doğrusu devletin orkestrası, senfonisi, operası balesi, tiyatrosu olur mu?” diye de soruyor. Ben de inatla “olur” diye yanıtlıyorum. Ve ne yazık, korkarak algılıyorum ki, Devlet Baba yeni bir kültürel cinayete teşebbüs hazırlığı yapmakta, Bakan da bu hem zararlı, hem de fevkalade tehlikeli teşebbüse aracılık yapmakta. (Üstün Akmen / tiyatrodünyası.com)

***

Devlet tiyatrolarının kaldırılması kültürel cinayet olur. Hiçbir özel tiyatro devlet tiyatrosu çapında bir prodüksiyon yapamaz. Bu İngiltere’nin National Theatre, Fransa’nın da Comedie Française’i kaldırması gibi olur. Devlet tiyatrolarının özele devredilmesi, hele Türkiye gibi bir yerde, olamaz. Tiyatro sanatı biter. Hiçbir büyük klasik eser oynayamaz özel tiyatrolar. (Gencay Gürün/ aleviweb.com)

***

Zırhlı arabalar, binlerce koruma, seçim meydanlarında senin benim paramla yapılan acayip bayraklarla süslü meydanlar masfar olmuyor, Devlet Tiyatroları masraf oluyor. İşte bu bir zihniyetin sanata bakışıdır. Devlet tiyatrolarına lüzum yok demek ‘Sanatın içine tüküreyim’ ‘ucubeyi yıkın’ gibi bir zihniyetin sanata bakışının fotoğrafıdır. (Müjdat Gezen/ Aleviweb.com)

***

Siyasi erkin Devlet Tiyatroları'nı özelleştirme girişiminde bulunmaya haddi yetmeyecektir. Tiyatronun tanrıları siyasi erki yer! (Üstün Akmen/Evrensel.net)

***

Devlet Tiyatroları, bakanın ya da başbakanın özel parası ile bütçe oluşturmuyor, bu halkın vergisi ile 60 yıldır sanat üretme çabasında olan bir kurum. Kuşkusuz devlet tiyatroları tartışılmalıdır ama bu, kerimelerin oyunu terk etmesinin hemen ardından yapılırsa (Sümeyye Erdoğan/Genç Osman olayından bahisle) buradaki niyet sorgulanır. Bu tartışmalarda amaç belli; Devlet Tiyatrolarını kamuoyu önünde yıpratarak, itibarını zayıflatmak ve gözden düşürmek. Daha sonra da bir yolunu bulup özelleştirmek. (Metin Boran/Evrensel.net)

***

Dünyanın bütün gelişmiş ülkelerinde devlet ya da kamu kuruluşları sanat kurumlarını ve özellikle tiyatroyu desteklemektedir.

Amerika’da “National Endowment for the Arts”, İngiltere’de “Art Council” gibi kurumlar sanatın diğer alanlarıyla birlikte, ulusal bir kültür politikası çerçevesinde, tiyatroya da önemli ölçüde destek vermektedir.

Örneğin, Fransa’da devlet tiyatrolarına subvansiyon oranı %70’lerin üstündedir. Almanya’da bu oran %85’lere kadar çıkmaktadır. Diğer bir ifadeyle, tiyatroların harcamalarının %85’i kamu kuruluşları ve devlet tarafından karşılanmaktadır. Amsterdam’da izlenen bir dans tiyatrosu oyununun 10 Euro’luk fiyatı, eğer devlet desteği olmasaydı, 100 Euro olurdu. …

Kültür Bakanı’nın, "Devlet Tiyatroları’nın kapatılması gündeme gelebilir." yönündeki açıklamaları, kültüre verilen önem konusunda daha derin düşünmeyi gerekli kılmaktadır. Ülkemizde maalesef tutarlı bir kültür politikası yoktur. AKP hükümeti ise bu konudan bihaberdir.

Kültür Bakanı önce tiyatroları kapatmaktan bahsetti. Sonra çark etti. CHP ve halkımız şunu çok iyi biliyor: AKP, önce kurumları kötülüyor; "verimsiz, etkin, çalışmıyor" diyor. Sonra da özelleştiriyor. Yandaş sermayeye kamu mallarını peşkeş çekiyor. Bunun en açık örneklerini televizyon kanalları satışlarında gördük.

CHP, yapılması zorunlu olan bu eylemleri gerçekleştirecektir. Çünkü CHP biliyor ki; TÜRKİYE’DE DEVLET, TİYATROYA DESTEK VERMEK ZORUNDADIR. "DEVLET TİYATROLARI" BU KONUDA ÖNEMLİ BİR BİRİKİMİ TEMSİL ETMEKTEDİR. (Umut Oran / CHP Milletvekili - umutoran.com)

***

"Dâhi bir bilim adamı ile maganda bir kuru temizlemeciyi tıpatıp aynı sekilde oynayıp, ülkenin en büyük aktörü olmak istiyorum! 50-100 kişilik bir salonda, medyaya adeta pornografik demeçler vererek köpürttüğüm seyircilerle, normal bir tiyatronun bir gecelik seyircisiyle, 10-15 gecemi doldurup, -ben kapalı gişe oynuyorum- demek istiyorum! Beğenmediğim devlet yardımı gelebilsin diye güç odaklarına göz kırpıp, onların söylemlerine şehvetle destek vermek istiyorum!" Ama benim bunlara zamanım yok. Sevgili ülkemin, çok değerli bir köşesinde, DT çatısı altında, güzel insanlara, onurlu tiyatro yapmak gibi bir işle meşgulüm. Hem de özel yaşamımdan ciddi bedeller ödeyerek. O yüzden, bu beyefendiye kendi menüsünden bir seçenek sunuyorum: buyursun -k......ı yesin- (Boğaçhan Sözmen-Tiyatro Dünyası)

***

2005 yılında Haluk Bilginer, “Cimri” adlı oyunla Konya’ya turneye geldiğinde ben Konya Devlet Tiyatrosunda oynuyordum. Biletimi alıp gittim. Oyunda çok sevgili dostum Tekin Temel’de oynuyordu. Haluk Bilginer de yine bir virtüöz gibi usta oyunculuğunu bize sundu. Oyun sonrası tebrik etmek için bekledim ve Tekin beni Haluk Bilginer ile tanıştırdı. Haluk Bilginer kaç yıldır Konya’da tiyatro yaptığımı sordu. Ben "sekiz yıldır" dedim. Şaşırdı, maaşımı sordu. “Bu parayı İstanbul’da limon satarak bile kazanırsınız ne işiniz var Konya’da” dedi. Nutkum tutuldu bir şey söyleyemedim.

Evet aslında hata tabii bizim Anadolu’da tiyatro yapmamız! Bizim İstanbul’a gidip İstanbul’da tiyatro yapmamız gerekir. Tiyatro olmazsa da limon satmamız gerekir. Hatta, Haluk Bilginer’in tiyatrosunun önünde daha çok limon satılır. Çünkü daha çok seyirci geliyor. Anadolu’daki insanlar da, kendilerinden haberdar olmayan İstanbul’dan turne beklesin. Haluk Bilginer ve bazı Tiyatrolar üç beş yılda bir, üç beş ile geliyorlar nasıl olsa. Onlar gelene kadar da tiyatrodan, dolayısıyla kültürden, dolayısıyla aydınlıktan mahrum kalsınlar önemli mi o kadar. Köylerden birine turne yaptığımızda köylünün biri “Artık Avrupa Birliği’ne girebiliriz, köyümüze bile tiyatro geldi ya, ne mutlu bize” demişti. Bu bile, Devletin Tiyatrosu olmaz diyenlere iyi bir cevaptır aslında. (Ersin Ayhan / ersinayhan.com)

(Kaynak: tiyatrodunyasi.com)