"Rahmetli babam" tarafından sık sık kullanılmış bir söz vardı:
"Bu memleket batacak, ama evliyaların yüzü suyu hürmetine batmıyor!"
Bu memleket, sözcüğün tam anlamıyla "batmak" eyleminin içerdiği kavramı hak etmiş gibi görünse de, nasıl oluyor da, gerçek olarak batmıyor? Bunu anlamak pek mümkün değil. Her yerindeki çivilerin çıktığı, kültürel ortamın yerle yeksan olduğu memleketimiz, hâlâ neden kendine ait kırıntılar, kırpıntılar içeriyor? Bunu da anlamak pek mümkün değil!
Ben, en iyisi, "rahmetli babam" tarafından kullanılmış sözü yinelemekle yetineyim:
"Bu memleket batacak, ama evliyaların yüzü suyu hürmetine batmıyor!"
Bu memleketin, tüm meselelerine nüfuz edebilecek denli vakıf olmasam da, Türkiye tiyatrosunun ne olduğu konusunda derinlikli bilgiye sahibim. Bu memleketin tiyatrocuları içerisinden 1100 kişilik kişiliksiz kişi çıkıp da, bir LİNÇ KAMPANYASI düzenliyor ve kampanyayla da yetinmeyerek, bir de hukuksal LİNÇ KAMPANYASI başlatabiliyorlarsa, bu memleketin evliyalarının çok ulema olduklarını kabul etmek zorundayım...
Bütün evliyaların ulema olup olmadıklarını bir yana bıraksak bile, Makedonya'nın başkenti Üsküp'teki bir caddeye bile adının verildiği ve tam tamına dört yüz yıl önce dünyaya teşrif etmiş Evliya Çelebi tarafından kaleme alınmış "Seyahatnâme" adlı yapıtın, on yedinci yüzyıldan beri ısrarla ve inatla okunması, en azından Evliya Çelebi'nin ulema takımından olduğunu kanıtlayan önemli bir delil...
Ben, kendimi Evliya Çelebi'nin "torunu" olarak hissettiğim için, sürekli olarak dünyayı gezen "Çelebi" kişilerden biriyim. Evliya Çelebi'ye duyduğum saygı nedeniyle, "rahmetli babam" tarafından sık sık kullanılmış olan sözü bir kez daha yinelemek istiyorum:
"Bu memleket batacak, ama evliyaların yüzü suyu hürmetine batmıyor!"
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz
***
ÇAKMA AKP’Lİ BAKANIN ÇAKMA TABLOLARI
Hürriyet yazarı Yılmaz Özdil yine yaptı yapacağını ve Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ı, Şivan Perver’le birlikte söylediği "Memleketim" şarkısını ve müzeden çalınan tabloları kendine özgü mizahi üslubuyla eleştirdi.
İşte yazarın "Kültür" başlıklı yazısı:
Harala güreleden yazmaya fırsat bulamadık... Kültür Bakanımız, "Bu toprakların çocuklarıyla bu toprakların şarkısını söyleyelim" filan diyerek, Şivan Perver’i sahneye davet etti ve koro halinde “Bir Başkadır Benim Memleketim”i söylediler.
*
Halbuki, o şarkı bu toprakların şarkısı değildir maalesef, İsrail ilahisidir... Rabi Elmelek, 14’üncü yüzyılda bestelenmiş İbrani ezgisi... Çakmadır yani.
*
Aslına bakarsanız, Kültür Bakanımız da, çakma AKP’lidir, orijinal değildir. Silahlı kuvvetler hakkında atıp tutuyor ama, eskiden Ordu’da avukattı kendisi... Sanatla manatla pek alakası yoktu. Kendisinden önceki Kültür Bakanımız da “emniyet müdürü”ydü zaten.
*
E haliyle...
Çakma sağcı kültür bakanımızın, çakma Memleketim’i söylediği dakikalarda, Devlet Resim Heykel Müzesi’ndeki tabloların araklanarak, yerlerine çakmalarının konduğu ortaya çıktı.
*
Böylece...
Karşısına geçip, sağ elini çenesine, işaretparmağını yanağına koyarak "hımmm, sürrealist" diye ahkâm kesen avangard arkadaşların, yıllardır, çakma tablolara yorum yaptığı anlaşıldı.
*
Peki, "Kültürümüze kim sahip çıkacak, o tablolar nasıl bulunacak?" derseniz... Anlatayım.
*
Hadise, Uşak’ta geçiyor...
*
Soyguncu köylüler, Karun Hazinesi’ni kaçak kazıyla soyuyor. Satıyor. Devletin haberi yok. Ama, gel gör ki, soyguncu köylüler soygun parasını kırışırken, kavga çıkıyor. Soyguncu köylüler tarafından "mağdur" edilen soyguncu köylü, devlete ihbar mektubu yazıyor, “Soyuldum” diyor. Kendisi gibi soyguncu olan köylüleri ispiyonluyor. Böylece, hazine sahibi olduğunu bilmeyen devlet, hazinesinin soyulduğunu öğreniyor. Soyguncu köylüler içeri giriyor, hazine buhar... Gel zaman git zaman, soyulan hazinenin New York’ta satılmak üzere sergilendiği anlaşılıyor. Devlet, Amerikalılara başvuruyor, “Bizden soyuldu” diyor. Amerikalılar da, "Bi daha soydurtmayın" diye tembihleyerek, hazineyi devlete veriyor. Soyulan hazine, soyulduğu yere, Uşak’a getiriliyor, müzeye konuyor... Gel zaman git zaman, tarladan soyulan hazine, bu sefer müzeden soyuluyor. Devletin gene haberi yok. Hazineyi müzeden soyanlar, yerine çakmasını bırakıp, orijinal parçayı İstanbul’da satmaya çalışıyor. Gel gör ki, alıcı kılığındaki alıcılar, soyguncu çıkıyor... Hazineyi müzeden soyanları soyuyor. Hazineyi müzeden soyanlar soyulunca, tırıs tırıs Uşak’a dönüyor, tanıdık bir polise haber veriyor, "Soyulduk" diyor. Polis de soyguncu çıkıyor iyi mi... Hazinenin soyulduğunu devlete haber vereceğine, alıcı kılığındaki soyguncuların peşine düşüyor. Bulamıyor. Uşak’a geri dönüyor, hazineyi soyanlarla buluşup, "Soyguncular kaçmış" diyor. Aralarında kavga çıkıyor. Hazineyi müzeden soyanlardan biri, devlete ihbar mektubu yazıyor, alayını ispiyonluyor. "Bunlar hem soydu, hem soyuldu, arada ben mağdur oldum" diyor... Böylece, hazine sahibi olduğunu zanneden devlet, hazinesinin soyulduğu öğreniyor. Birileri içeri giriyor, hazine buhar... Amerikalılarla iade görüşmeleri sürüyor.
*
Dolayısıyla.
Devlet Resim Heykel Müzesi’ni soyan arkadaşlar, eli kulağındadır, bugün yarın birbirini ispiyonlar... Kültürümüzde sadece soygun yok çünkü, Allah’a şükür ki, ispiyon da var... Tabloları bulamasak bile, en azından akıbetini öğreniriz. Sıkmayın canınızı.
(Kaynak: Odatv.com)
***
Ayrıca bakınız: LİNÇ KAMPANYASI ana sponsoru Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (TEB) Başkanı LİNÇÇİ Üstün Akmen'in yalancı pehlivanlığı yada sevilmiş kıçın davası olmaz!