26 Eylül 2011 Pazartesi

LİNÇÇİ M. Ergün Işıldar, LİNÇÇİ Mimesis veletlerine karşı!

Oyun'un notu: LİNÇÇİ M. Ergün Işıldar'ın (değil bir yazar olmak, annesinden mama yada meme isteyen bir bebek denli kendini ifade etmekten yoksun biri olduğu için) yazdığı yazılar, bir boka benzemiyor. Bu nedenle, ("yazar" demek için, bin şahidin bile asla ve kesinlikle yeterli olamayacağı) LİNÇÇİ M. Ergün Işıldar'ın çiziktirmelerini, biraz olsun, biz okunur hâle getirdik. LİNÇÇİ M. Ergün Işıldar'ın çiziktirmelerini "özgün hâlde" okumak isteyenler, yazının en altına verdiğimiz linki tıklayabilirler!


***


Ergün Işıldar diyor ki:
12/09/2011, 22:42

Tiyatrodan, dünyanın tüm sorunlarını çözmesi değil, meselelere yaklaşıma katalizör olması beklenebilir. Bu ülkede, Kürt Cemali’nin yaşadıklarını Keşanlı Ali yaşayamaz mıdır sanki? Keşanlı Ali oyunu oynandığı sürece, Kürt Cemali anılmamış mıdır da, Haldun Taner’e "Beyaz Türk" denilerek hakaret edilmektedir? Bu, kendi egomuzu öne fırlatmaktan başka ne işe yaramaktadır?


Ergün Işıldar diyor ki:
13/09/2011, 01:37

Tiyatronun, tarih çalışması olması beklenemez. Tarih ve tiyatronun varlığı ve etki alanı farklıdır. "Beyaz Türkler" olarak aşağılanan kişiler, halkının yaşamına bir kez daha sırt çevirmemiş, yaşamlarına ilgiyi uyarmaya çalışmışlardır. Meseleyi, salt ırksal bir noktaya daraltmamak ise, bugün bile aymazlık içinde olan çoğu ‘dantel’e örnek olacak nitelikte bir tavırdır.

Ankara’da yaşamış 'Kürt Cemali’ ile günümüz Kürtçülüğü arasında illiyet kurmak ise, sanatsal hayalcilik ile siyasi komplo arasında yerini bulamamış bir yaklaşım olabilir ancak. Olayın ırksal olanın ötesine taşınmış olması, sorunlarımıza yönelik erken bir uyarıdan başka ne olabilir ki?


Ergün Işıldar diyor ki:
13/09/2011, 02:01

Aziz Nesin’in “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” adlı eserinin, aslında Kürtlerin kimlik problemini dile getirdiğini iddia edip, bir de kanıtlasaydınız, yazarın söylemek istediğinden daha ileri ne söylemiş olurdunuz? Neymiş? “Kürt Cemali”nin öyküsüne "Beyaz Türk" ihanet etmişmiş…


M. Ergün Işıldar diyor ki:
21/09/2011, 21:58

Diyelim ki, 100 kişilik salonunuz var ve karnınızı, bu salonda yaptığınız oyundan doyuruyor veya doyuracaksınız. Tiyatronuzun bulunduğu yerin resmi dili Türkçe ve seyircinin kahir çoğunluğu Türkçe biliyor. Kürtçe bilenlerin sayısı, tiyatro salonunu doldurmaya yetmeyecek. Oyunu, Türkçe mi yaparsınız, Kürtçe mi? Üstelik, bir de konuya sizin opposit noktanızdan bakan insanlarla kuşatılmışsanız, yaptığınız şey, iç huzur ve barışa hizmet edecek olsa, kendiniz Kürt bile olsanız. çekinmez misiniz? Herkesin, Türk – Kürt – Ermeni – Yahudi, bildikleri ortak bir dilde ortak duygular yaşaması mı barışçı, tersi mi?

Kürt kültürünü reddetmek anlamına mı geliyor söylediklerim? Unutmayın, tiyatronun sadece metni edebiyat anlamında değerlendirilebilir, üstelik drama ayrıcalıklı bir edebiyat yapıtıdır; kelimenin değil, sözün edebiyatı. Tiyatro, tarihi konu aldığında bile, yaşama göbeğinden bağlıdır. Tiyatrocuları şovenlikle suçlayanlar, önce kendi yaptıklarına ve yapamadıklarına baksınlar.

Saygılarımla.


M. Ergün ışıldar diyor ki:
25/09/2011, 23:35

Ayıp, ayıp…

Söylediklerimden bunu mu anladınız, yoksa amacınız başka mı? Kim, "kendi dilinde tiyatro yapılmasın" dedi? Profesyonel yaşamın gereklerinden basit bir örnek sadece… Dengbej geleneğini bilen, seven ve sayan birine bunu demeye hakkınız yok, ama ona ancak siz karar verirsiniz, değil mi Sayın Ömer Faruk Kurhan?


M. Ergün ışıldar diyor ki:
25/09/2011, 23:39

Oyun, sahneye salt bir ırkın sorunu olarak yansıtılsa, H. Mueller’in tabiriyle; "ölü kimselerin hikayelerini anlatmaktan ibaret" olan mesleğimiz, siyasi sığlığı nasıl derinleştirebilirdi acaba?


M. Ergün ışıldar diyor ki:
26/09/2011, 00:18

Ulusal entelejansiya kimse?.. Onlar, geçmişte de, bugün de, tiyatrodan hep korktular, o nedenle, Diyanet gibi, devletin denetimine aldılar. Tiyatronun, insanları dönüştürme (mutasyona uğratma) fikri de oldukça ilginç. Ne oluyor? İnsanların rengi mi açılıyor, yoksa tüm baskılara rağmen, yüreği ve kafası mı?


M. Ergün ışıldar diyor ki:
26/09/2011, 00:25

Batı dillerinin tümünde yapılınca, tiyatro ilerici niteliğini koruyor, ama nefretin beşiği bir kültürün diliyle ilerici mesaj verilemiyor öyle mi? Unutmayın, hepimiz bu toprakları istesek de, istemesek de paylaştık; akrabalıklar oluşturduk. Nefret dilinden çıkaralım konuşmalarımızı… Kime bu nefret, bana mı? Ben yok olunca, kurtulacak mı bir dilin tiyatrosu, yoksa orada da kifayetsizler yine tiyatronun üzerinden prim mi yapacak?


Ergün Işıldar diyor ki:
26/09/2011, 01:10

Rumlar, Ermeniler meselesi ise benim gibi İstanbul Tiyatrosu ve Gönül Ülkü - Gazanfer Özcan Tiyatrosu'nda gözlerini açmış biri olarak, üstelik vakıflarında yaptıkları olağanüstü gayretli çalışmaları bilen ve uzaktan da olsa izleyen biri olarak, beni sadece güldürür. Galiba yazarınızın bu faaliyetlerden bilgisi yok.


Ergün Işıldar diyor ki:
26/09/2011, 01:13

Üstelik kim, benim bugüne dek güdülen siyasi hoyratlıkları desteklediğimi okurlarına iddia ediyorsa, okurları bir gün ona gerçeği söyleyecektir.


Ergün Işıldar diyor ki:
26/09/2011, 01:25

Saldırı alanınızı, siyasi yaşama yön verenlerden öteye uzatırken, biraz ayıp etmiyor musunuz? Bu toprakların yetiştirdiği tüm insanlardan, -ırk farkı olmaksızın- beslenen bizleri nasıl bu kadar hiç çabası olmamış gibi değerlendirebilirsiniz? Yoksa, savaş alanına, yerin yedi kat üstünden kuş bakışı baktığınız için mi insancıkları seçemiyorsunuz?

(Kaynak: Mimesis)