Oyun'un notu: Dangalak yazar ve LİNÇÇİ Yaşam Kaya'nın aşağıdaki yazısını, LİNÇ KAMPANYASI ana sponsorlarından LİNÇÇİ Mimesis sitesinden alıp olduğu gibi yayınladık. Ancak, yazıda adı geçen LİNÇÇİ kişilerin bu sıfatlarını biz eklemekle birlikte, bu LİNÇÇİ kişilerin adlarını "maymungötürengi" ile biz belirgin hâle getirdik!
***
Türk Tiyatrosu’ndaki Entelijensiyanın Kırıldığı Günler!
LİNÇÇİ Yaşam Kaya
18 Eylül 2011
Türkiye’de uzun yıllardır süren tiyatro hayatının derinlemesine araştırılması, akademik düzeydeki çalışmalarla bir adım ilerleyemedi. Geçtiğimiz hafta ‘Keşanlı Ali Ne Zaman Kürt Cemali Olacak’ konulu eleştirel yazıdan sonra anladım ki, ülkedeki tiyatro insanlarının elini taşın altına sokmaya niyetleri yok. Şimdiye dek dar kalıpların içine sıkışarak değişime kendisini kapatmış; Anadolu coğrafyasında yaşayan diğer halkları görmeden yolunu çizmiş; ülke tiyatrosuna ‘Türkiye Tiyatrosu’ diyemeyerek fikirsel bazda küçüldükçe küçülmüş yığınlarla dört bir yanımız kuşatılmış.
Cumhuriyet döneminden başlayarak günümüze kadar tiyatronun ‘milli’ bir dava olarak algılanması ödenekli tiyatroların en büyük problemini oluşturuyor. Tiyatronun doğası gereği, bu sanatı diller, dinler, ırklar üstü bir kavram olarak tanımak Türkiye’de kendisine ‘oyuncu, yönetmen, tiyatro yazarı, eleştirmen’ diyen kişilerin işine pek gelmiyor. Türkiye tiyatrosunun kesinlikle bir dönüşüm içine girmesi gerekliliği günden güne ortaya çıkmışken; konusu, dili ve dönemi itibari ile bir oyunun konusunun ‘Kürt’ birisini anlattığı gerçeğini kabul etmeyenlerin e posta saldırılarını yaşıyorum.
Taraf Gazetesi’nde Ayşe Hür cesur bir tiyatro araştırmacısı gibi, Keşanlı Ali oyunundaki ‘Ali’nin Keşanlı olmadığını, ‘Kürt’ kökenli ‘Cemali’ olduğunu benden önce dile getirmişti. Hatta yazısında Haldun Taner’in 1984’te eserinin 4. basımına yazdığı Önsöz’de hikâyenin Altındağ kısmını doğruladıktan sonra şöyle dediğini aktarıyor: “Konu ne kadar bizdense, oyunu üslubu da o kadar bizden olsun istiyordum.” Ayşe Hür, benim anlattıklarımı doğrulayarak, Haldun Taner’in tiyatrodaki Türkleştirme politikasını açıklıkla ortaya koymuştu. Türkiye’de Türkçe dışında Kürtçe, Arapça, Lazca, Ermenice, Rumca tiyatro gruplarının olduğunu; farklı dildeki grupların ayakta kalmak için inatla direndiğini bilenlerimiz var. Fakat tiyatronun içine kümelenmiş ‘azınlık’ bir grup, ‘Türkiye’de tiyatro ‘Türkçe’ oynanır’ diyecek kadar cahiliye dönemini yaşıyorlar ve bunu topluma yaşatmaya çalışıyorlar!
Ödenekli Tiyatroların Yapısı Değiştirilsin!
Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü, Genel Müdür Lemi Bilgin döneminde tarihindeki bazı kalıpları yıkmayı başardı. Kürtçe Tiyatro yapan gruplara Van DT ile Diyarbakır DT’nin salonlarının verilmesi, bazı tiyatro oyunlarında Kürtçe konuşmaların yer alması büyük bir milattı. İçte yaşanılan dirençten midir bilinmez, Devlet Tiyatrosu’ndaki ‘milliyetçi’ kırılma bir anda duraksadı. Keza İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun düzenlediği Genç Günler etkinliklerinde Eski Genel Sanat Yönetmeni Orhan Alkaya, Kürtçe Mem-u Zin’i ‘Dans Tiyatrosu’ şeklinde Şehir Tiyatrosu sahnesinde oynanmasına olanak tanımıştı. Şehir Tiyatroları’ndaki ufak değişim de bir anda kesilip atıldı.
Özel tiyatroların gayretleri ile ayakta kalmaya çalışan Anadolu’daki halkların tiyatroları, Kültür Bakanlığı tarafından desteklenerek ‘olmaz’ denilen olmuştu. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez, Türkçe dışında tiyatro yapan LİNÇÇİ DestAr Tiyatro, ‘Özel Tiyatrolara Yardım Ödeneği’nden pay almayı başarmıştı. Konuyu biraz açarsak, bahsettiklerim bize neyi ifade ediyor, net anlarız.
Türkiye Cumhuriyeti’nin –ki buna bazı kesimler 1. Cumhuriyet diyor- 1920’lerdeki İttihat Terakki mantığının tiyatro üzerindeki etkisinin kırıldığını görüyoruz. Ülkede Türk tiyatrocularla beraber Kürt, Laz, Arap, Ermeni, Rum tiyatrocular da yaşıyor. Madem tiyatronun evrenselliğinden bahsediyoruz, o halde Cumhuriyetten bu yana gelen ödenekli tiyatrolarda, Türkçe dışında Anadolu’da yaşayan diğer halkların dili de tiyatrosu da yer alsın. Zağrofyan Eğitim Kurumlarında izlediğim Rumca Aziz Nesin beni nasıl mutlu etmişse, Türkiye’de yaşayan bir Rum’un oyunu eminim DT ve Şehir Tiyatrosu sahnelerinde Rumca oynanarak tüm toplumu mutlu edebilir. İşte tam bu noktada ‘Türkçe’ dışında diğer dillerden oluşan oyuncuların da ödenekli tiyatrolarda istihdam edilmesi gerekliliği ortaya çıkıyor. Eninde sonunda söylediğim olacak!
Kültür Bakanlığı’ nın başlattığı ve daha sonra küçük kırılmalarla süren değişim rüzgarı, kendisine ‘sol’ görüşlüyüm diyen herkeste heyecan oluşturmalıydı. Fakat gazetelerin popülerist kültür sanat bakış açıları, kendisini ‘ulusalcı sol’ olarak addeden tiyatro yazarlarının dirençli tavırları yüzünden Türkiye tiyatrosunu bir türlü evrensel değerlerin içine götüremiyoruz. Ulusal entelijensiyanın tiyatro ile insanları dönüştürme projeleri birçok olayla sona yaklaşıyor. Dünyadaki dilleri, kültürleri şaşalı prodüksiyonlarla sahneye koyanlar; Anadolu’da, yanı başlarında yaşayan dilleri, kültürleri nereye kadar yok sayabilecekler?
Birgün
Konuyla ilgili LİNÇÇİ Ömer Faruk Kurhan'ın bir yazısı için tıklayınız
Konuyla ilgili LİNÇÇİ Fırat Güllü'nün bir yazısı için tıklayınız
LİNÇÇİ Yaşam Kaya tarafından yazılan diğer yazılar.
Yayınlanma Tarihi: 18/09/2011
Yazar: LİNÇÇİ Yaşam Kaya
Kategori: KEŞANLI ALİ Mİ? KÜRT CEMALİ Mİ?, Yazarlar
Etiket: Yazarların Son Yazıları
Önceki Konu: Sıfırnoktaiki’den İki Oyun: Limonata ve AutSonraki Konu: O Tükürük Kariyerimdeki En Üst Nokta
Okuyucu Yorumları
"Türk Tiyatrosu’ndaki Entelijensiyanın Kırıldığı Günler" yazısına5 birden fazla yorum var.
LİNÇÇİ Fırat Güllü diyor ki:
19/09/2011, 03:40
LİNÇÇİ Yaşam Kaya'nın bahsettiği çokdilli-çokkültürlü projelerin ödenekli kurumlarda hayat bulması zor. Zaman zaman istisnai çalışmalar yapılsa bile bunlar daha çok farklı eğilimlere sahip bazı sanatçıların girişimiyle oluyor ve kurum politikası açısından vitirini kurtarmaya dönük girişimler olmanın ötesine geçemiyor. Bu kurumların kadrolarında çok ciddi bir zihniyet devrimine ihtiyaç var. Yakın zamanda kaybettiğimiz Yahudi kadın oyun yazarı Beki L. Bahar oyunlarını Türkçe yazmasına rağmen, üstelik de repertuvar kurullarını aşmış durumdaki iki oyununun, Ölümsüz Kullar ve Senyora’nın sahneye taşınmasının görünmez bir el tarafından nasıl engellendiğini anlatıp durdu. Bunu kaç kişi önemseyip üzerine gitti? Dolayısıyla hem kadın hem de Yahudi bir yazar olarak tarihi kadın karakterler üzerine çok farklı bir bakış açısıyla eğilen bu yazar geniş bir seyirci grubuyla karşılaşma şansına hiç ulaşamadı. Bu türden projelerin hayat bulması için hala bağımsız ve öncü girişimlere ihtiyaç duymaya devam ediyoruz. Şu anki haliyle ödenekli tiyatrolardan bu konuda bir devrim yapmasını beklemek zor.
aydın arıt diyor ki:
20/09/2011, 12:06
keşanlı ali destanını okuduğunuzda gerçek bir kabadayının hayatını anlatmadığı, bambaşka bir yerden bakıp bambaşka birşey gördüğü aşikar. kürt cemali gerçek bir kabadayıdır. keşanlı ali destanı ise toplumun yarattığı ve sonra da taptığı kahramanları anlatan bir şahaser…
bu oyunu kürt cemali adıyla oynamak dramaturjik olarak saçmadır.
böyle öneriler getirmeden önce bir yerden birşeyler duyup heyecanlanmak yerine oyunu incelemek gerekir.
haldun taner siyasi görüşlerinden dolayı bunu yazabilmek için de haldun taner’i bilmek…
LİNÇÇİ Fırat Güllü diyor ki:
20/09/2011, 22:14
Aydın Arıt’ın oyunun dramaturjisi konusundaki saptamasına katılmak mümkün değil. Haldun Taner’in “istisnai” ve gerçek anlamda “kabadayı olmayan” bir tip üzerinden çalıştığını iddia etmenin, onun bu oyunla seyirciye ulaştırmaya çalıştığı “mesaja” ters düştüğünü savunuyorum. Çünkü Haldun Taner Keşanlı tiplemesi üzerinden “sanal kabadayıların” değil tam tersine gerçek kabadayıların bir eleştirisini yapmak istiyordu. Aslında söylediği şey, o dönemde yaygın olan “zararlı” kabadayı ya da “erdemli” kabadayı ayrımının aslında çok da anlamlı olmadığı, ne kadar erdemli olursa olsun çözümün bu türden hayali liderler oluşturmakta değil, halkın kendi öz örgütlenmesinde olduğunu vurgulamaktı. Dolayısıyla teatral araçlarla işlenmiş olmasına rağmen aslında Keşanlı tipi gerçek hayatta Kürt Cemali’de şöhretli bir örneğini gördüğümüz erdemli kabadayı mitinin birebir bir yansımasıdır. Şu anda tartıştığımız konu şu: 1960′lı yılların şartlarında bir kabadayının adında Kürt sıfatının yer alması 2010′lu yılların bakış açısıyla oyun yeniden okunduğunda ihmal edilebilecek bir ayrıntı mıdır, değil midir? Son yirmi yıllık süreçte mafyatik bir figürün adında Kürt sıfatının ima yollu bile olsa yer almasının bazı sonuçlarını doğrudan gözlemleme fırsatı elde ettik. Susurluk’la açığa çıkan devlet içindeki mafyöz odaklardan bazılarının portfolyösünde kimi Kürt mafya liderlerinin tasfiye edilmesi işinin de olduğu geçtğimiz yıllarda açıkça ortaya konmuştu. Şimdi hal böyleyken bunun önemsiz bir ayrıntı olduğunu iddia etmek, her şeyden önce Haldun Taner’in bir temsilcisi olduğu politik tiyatro anlayışına ihanettir diye düşünüyorum. 1960′ların Türkiyesinde yazılmış bir oyunu 2010′larda yeniden okumaya aday olmayacaksak hiç oynamamak ve kendimizi nostaljik bir ilgiyle sınırlandırmak çok daha iyidir diye düşünüyorum.
LİNÇÇİ M. Ergün Işıldar diyor ki:
21/09/2011, 21:58
Diyelim ki 100 kişilik salonunuz var ve karnınızı bu salonda yaptığınız oyundan kazanıyor veya kazanacaksınız. Tiyatronuzun bulunduğu yerin resmi dili türkçe ve seyircinin kahir çoğunluğu türkçe biliyor. Kürtçe bilenlerin sayısı tiyatro salonunu doldurmaya yetmeyecek. Oyunu türkçe mi yaparsınız, kürtçe mi? Üstelik bir de konuya sizin opposit noktanızdan bakan insanlarla kuşatılmışsanız, yaptığınız şey iç huzur ve barışa hizmet edecek olsa, kendiniz kürt bile olsanız. çekinmez misiniz? Herkesin, türk – kürt – ermeni – yahudi, bidikleri ortak bir dilde ortak duygular yaşaması mı barışçı, tersi mi?
Kürt kültrünü reddetmek anlamına mı geliyor söylediklerim? Unutmayın, tiyatronun sadece metni edebiyat anlamında değerlendirilebilir, üstelik drama ayrıcalıklı bie edebiyat yapıtıdır, kelimenin değil, sözün edebiyatı. Tiyatro tarihi konu aldığında bile yaşama göbeğinden bağlıdır. Tiyatrocuları şövenlikle suçlayanlar önce kendi yaptıklarına ve yapamadıklarına baksınlar.
Saygılarımla.
LİNÇÇİ Ömer F. Kurhan diyor ki:
24/09/2011, 00:48
Keşanlı Ali yerin Kürt Cemali demenin dramaturjik bir saçma olduğu iddiası, iddiada bulunanın dramaturjiye çok yüzeysel yaklaştığını gösterir.
Mesele şudur:
Haldun Taner eserini yazarken haklı ya da haksız (belki zorunlu oto sansür gereği), Kürt gerçekliğini örtme gereği duymuşsa, bu eserin biçimlenişini etkilemez mi?
Tartışma bu yöne kaydığında, yani basit bir isim değişikliğinin ötesinde ele alındığında, dramaturjik olarak derinleşme imkanı kazanır. Sözkonusu kabadayının Kürtlüğü önemsizleştirilir ve olmasa da olur denilince, bir eserin biçimlenişini etkileyen belirgin ve çarpıcı bir faktör de görünmez hale gelir.
Yani, sorun isim değiştirerek çözülemez. (Sadece bu noktada Sayın Aydın Arıt’a katılıyorum). Yapıtın tamamına yayılmış bir tavrın sorunsallaştırılmasıdır önemli olan. Bu tavrın sorunsallaştırılmasını dramaturjik olarak önemsizleştirmek, dönem itibariyle Haldun Taner’in belki de haklı görülebilecek oto sansürünü aşan bir tehlikeye işaret eder: Kürt meselesini resmi geleneksel çerçeveye sıkıştırmak ve inkârcılığı meşrulaştırmak.
Sayın LİNÇÇİ M. Ergün'ün söyledikleri yalnızca tiyatro camiamızda Kürt realitesine ve de meselesine yabancılaşma, devletin koyduğu sınır çizgilerinin bile gerisinde bir tavrı dile getiriyor. Dil ve tiyatro meselesinde bir soruya yanıt vemek yeterli olacaktır:
Bir dili konuşan bir topluluğun o dilde konuşma, yazma çizme ve tabii o dili de kullanarak dram sanatını icra etme hakkı var mı yok mu?
Bir oyunu kaç kişi anlar, kaç kişi seyreder ve bunu ne kadar kaygı konusu haline getirir, bu dram sanatını icra edenleri bağlayan bir sorundur. Örneğin Kürtçe tiyatro yapanların bir seyirci sıkıntısı olması mümkün değil; ama örneğin Türkiye’de sayıları iki bini bile bulmayan Rum cemaatinin (bunu başarmışız) sınırlı sayıda seyircisi olduğu bir gerçek. Bu durumda Rum cemaati kendi dilinde dram sanatını icra etmeyecek mi? Bırakın buna kendileri karar versinler.
İnsanlar kendi dillerinde tiyatro yapmasın, ortaklaştıkları dilde tiyatro yapsınlar’ı kabul edeceksek şu da önerilebilir: Nasılsa İngilizce genel kabul gören ve herkesin öğrenmeye çalıştığı dünya dili, o zaman ne gerek var Türkçe tiyatroya, İngilizce yapılsın. Hem böylece seyirci sayısı da artar, dünya çapında oynama şansı da. Ya da Almanya’ya şuraya buraya Türkçe tiyatro taşımanın bir anlamı olabilir mi? O ülkelerde konuşulan dil belli. Oralarda Türk seyriciler o dillerle yetinsinler, ayrıca Türkçe sanat icra etmesinler.
Bir hakkın kabulü ile o hakkın nasıl kullanılacağı ayrı meselelerdir. O hakkın nasıl kullanılacağına o dilin konuşanları karar vermeli ve vatandaş olarak ayrımcılığa uğramamalıdırlar.
(Kaynak: Mimesis)