Soner Barbaros, sağında Kâzım Şimşek, Ahmet Özkara ve solunda "Nasreddin Hoca", Hilmi Bulunmaz'la birlikte... (Fotoğraf: Oğuzcan Önver)
Nil’in çocuklarının istifrası
Soner Barbaros
14 Nisan 2011
Emzirdiği çocuklar kusmaktalar bir süredir zehirlerini; içtikleri kadar. Ne bir gram az, ne bir gram fazla. O yüzden şaşmadı buna Nil. Nil’in haberi vardı.
Afrika’nın kurak toprakları sulansın diye ikiye ayırmıştır gövdesini üstelik, savurur uzun dalgalı saçlarını daha bir güzel, her ayağa kalkışında Arap kadınları. Bu yılın başında kulağına fısıldadılar onun sabır taşı çatlayan kızları "Zehir katmışlar sularına ey Nil haberin var mı?" Emzirdiği çocuklar kusmaktalar bir süredir zehirlerini; içtikleri kadar. Ne bir gram az, ne bir gram fazla. O yüzden şaşmadı buna Nil. Nil’in haberi vardı.
Esnaf ziyâretlerinde, O’nu karşılamak için dükkânlarından koşarak çıkıp gelmiş koca adamlar (ki korkularını saygı kılıfıyla gizlemiş Mısırlılardır onlar) kendisine ellerini öptüren reisi cumhura, şükür ki çağladılar. Çocuğunu öldürüp, çöp bidonuna atan yoksul bir talihsiz değil; kandırdığı ve tecavüz ettiği yoksul kızın, testereyle kesilmesine işbirliği yapmış fabrika sahibi bir baba misali, suçunun farkındadır o.
Başında olduğu devlet çalışanlarının rüşvet aldığının farkında olduğu yetmezmiş gibi, "büyük mağazaların kârlarına çomak sokuyor" deyip, küçük bakkal sahiplerini enselerinde bir kurşun patlatarak katleden para babalarının da ahbabıdır üstelik. Ayrıca, halkını ezmese, saraylarda böyle sultanlar gibi yaşayamayacağının da farkındadır. Ama üzülmeyecek ve utanmayacak kadar düzenine, eli uzun işlere, yemelere, büyük lokmalara ve hırsızlıklara alışmıştı. Utanmaz biriydi. Yakalandığında da utanmadı. Fransa’nın Mübarek’i ile arasındaki tek fark, para karşılığında birileriyle beraber olurken gizli kameralara yakalanmamasıydı.
Kendi inşa ettirdiği ve insanları tıktığı mapushanelere girmeyecek kadar da gururludur o maazallah. Demek ki gurur yetmiyormuş tek başına, onu tamamlayan bir şeyler olmalı diye düşünüyor insan. Herkes gururlu olabilirse de, taşıyamadığı gururun altında kalmanın bedelini ödeyecek kadar cesur olamıyormuş insan her zaman. Sadece biz mi? Mübarek ve onun ehlil beyti de düşünüyor bu vakitlerde. Ne de olsa, bu halk anlamaz hiçbir şeyi. Ne menem bir umuttur ki. halkı için "yeniden sadık hâle gelir" diye düşünüyor. Sahibini ısıran bir köpek gibi yeniden sıvışacaktır kucağına Araplar nasılsa. Çünkü hâlâ zengindir Mübarek, eski geleneklerdeki gibi gömüldüğünde en fazla hazineyle gömülen kişi kendisi olsun istemektedir. O yüzden umutludur, hizaya geleceklerdir; güçsüz ve cahildirler. Heyecanlanmış, bağırmış çağırmış ve susacak, sineceklerdir. Oysa dış gezilerinde Mısırlılar’ın gelişmişliğinden ve kültüründen uzun uzun bahsederken dudakları kururdu Mübarek’in. Ne yazık ki, bahsettiği üst tabakadaki iyi hâlli Mısırlılardı hep. Ama Mübarek, şükür ki, dışarıda meyvelerini müjdeleyen çiçekleri açarken ağaçlarımız, sen çürüyeceksin ömrünü tüketmiş bir çağın ve düzenin döküntüleri altında. Dün, "sen gibi olmak" için didinirken, bugün "sen gibi olmamak" için çabalayacak nesillerimiz.
Mısır’da, zenginlerin işgal ettiği devletin, objektif televizyonu; hani oğullarının şarkı söylemeye gelen genç kızları arka kapıdan götürdüğü televizyon, (ki bugün hem onların, hem televizyonların dünyası tersine dönmüştür; zira bu yüzden de spikerlerinin dili oldukça sürçmüştür) şöyle diyor:
"Yolunu bulmuşsun zimmetine geçirerek arazileri, o yüzden yargılanacaksın!”
Ve devam ediyor haber:
"Halk ekmeğinden kısmış 'görevlilere maaş olsun, devletimiz var olsun, büyüyelim, güzelleşelim, eksiklerimizi giderelim, vermeden almak olmaz' diye verdiği, seninse olmazsa olmaz diyerek aldığın vergilerden kabarmış ceplerin yüzünden yargılanacaksın.”
Sen doymak bilmemişsin, sınıfının huyudur; burjuva çocuğusun sen. Hiç mi fark edeceğini düşünmedin halkının? Ve hep bunca sessiz ve hep bunca koyun mu kalacağını sandın? Yanıldın. Sen de, batılı büyük zenginlerden öğrenip de, birkaç iyilik seferberliği düzenleseydin ya bari. Belki bir süre daha kandırır ve daha çok "helal" dedirtirdin yediğin halkın malına. Oysa hep az geldi sana. Yıkılacağını düşünmedin. Sinir sistemi diye bir şeyi var toplumun. Açıp bakmadın mı CIA titreşim haritalarına? Göstermediler mi sana yoksa? Yoksa çok mu naz ettin onlara? Sömürüden istediğin oranda pay vermeyeceklerini mi söylediler sana? Halbuki, sen devrilmeden bir ay önce, diktatörlüğünün yıkılacağını söylemiş ve uyarmamış mıydı seni birileri? Hatırlasana Clinton’un Ortadoğu ziyaretini. Eee, sen de tüm hâkim sınıflar ve onlara uşaklık eden profesörleri gibi inanmadın Arap halkının da her halk gibi özgürlük uğruna hiç çekinmeden canını verebileceği gerçeğine. Çok çabuk unuttun onların devrimlerinin ve kahramanlıklarının tarihini. Sayende tüm dünya, belki bir nebze de olsa kırmıştır betonlaştırılmış önyargılarını. Halk nasıl dayanabilir ki bunca açlığa? İşte tam bu anda taşıdılar Che fotoğraflarını kitleler, yeniden konuşmaya başladılar sosyalizmi ellerinde tuttukları taş kadar somut. Sovyetler'i anımsadılar sosyalizmin o güzel adımını. Her türlü haklarının tanındığı.
Kahire, bir süredir Arap halkının değil, Arapların sömürücü sınıfının; halkıyla bir tek dili aynı olan burjuva Arapların ve onlara liderlik eden burjuva çocuğu, senin başkentindi. Affetmediği gibi Firavun’u, seni de affetmeyecek. Oklarla mızraklarla saldırırken Firavun açlıktan isyana gelmiş Arap kölelere ve halklara, sen son model silahlarla kurşunlattırdın onları. Saplansın istiyorsun açların kalplerine bu minik şeytanlar, Amerikan kurşunları. Ölsünler. Öldüler mi? Elbette ki hayır. Yaşayan açlıktı çünkü. Asla kendilerinin yaratmadıkları, her gün yenmeye çalıştıkları, onların başına bir bela niyetine sardığın açlık. Bereketin ortasında doğmak, ama aç kalmak. Toprakları ehlileştirenler olarak bilinir fellahlar ama ekmek kuyruğunda ölmek ne acıdır. Açlık sahip çıktı onlara. Açlık analık etti. Ve senin Nil nehrine koydurduğun zehirlerini kustular sonunda. Üç beş tane belinde silahlı emir altındaki zübükümsü elemanının gözaltısında değil, gözünün altındasın halkının. Hem üç beş gün de değil, acılar unutulana kadar. Oğulların Alaa ve Cemal, dün senin çocukların oldukları için şanslı olduklarını düşünüyorlardı, ama o geçmişte kalan günler kadar şanslı değiller bugün. Senin hakkındaki intikam yeminleri, benim kulaklarımda çınlıyor. Nasıl sıkıştırmasın göğüs kafesin, Kahire’den kovulup Şarm El Şeyh’e sığınan kalbini, yediğin bunca haramdan sonra.