Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'la oyun yazarı Coşkun Büktel'in sanatsal ifade olanaklarını imhâ etmek için bir araya gelen 1100 alçak kişi arasına adını yazdırmaktan, bu kişilerin örgütlediği LİNÇ KAMPANYASI için imza atmaktan hiç utanmayan yüzsüz yazar bozuntusu LİNÇÇİ Haluk Işık, sanki yazarlık etiğinden, yazarlık estetiğinden, yazarlık kültüründen nasiplenmiş pozlara girip, bu ayaklara yatarak, tiyatro kamuoyuna sözde bir söz söylemeye çalışmaktadır.
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın verdiği sert mücadele sonucu abandone olan 1100 kişilik kişiliksiz kişilerin içerisinde bulunmaktan zerre kadar çekinmeyen sentetik yazar LİNÇÇİ Haluk Işık, Bulunmaz'ın sanatsal ifade olanağını imhâ etmeye yeltenmesine karşın, pespaye oyunlarından servet etmeyi düşlemektedir.
Sosyalist Sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın dikkat çektiği aşağıdaki yazıyı okuyup, bir düşkün yazarın zavallı durumuna hıçkıra hıçkıra ağlayınız!!!
***
Artık Yeter!
Haluk Işık
Biliyorum, ortalığın toz duman olduğu, ahlak ve vicdanın kalbinin sıkıştığı bir süreçte, bir oyun yazarının sıkıntısı ve “artık yeter!” demesi lüks görünebilecektir. Bu satırların yazarı, iki ulusal gazetede, bir internet gazetesinde, bir yerel gazetede ve bir dergide sürekli yazmaktadır, meraklısı kolaylıkla ulaşabilir ve ahvale dair tutum ve düşüncelerini okuyabilir.
Yaşamın içindeki herhangi bir sorun, öteki sorunlardan daha az önemli ya da daha az önemsiz değildir. Burası bir tiyatro platformu olduğuna göre, yazacağım sorun önemlidir ve kuşkusuz herkesin bildiği ama gereğini yapma konusunda “bilinçli tembellik-boş vermişlik” gösterdiği vahim bir sıkıntıdır. Bu sıkıntı, nicedir bir skandal halinde yaşanmaktadır. Kişisel anlamda “Artık yeter!” diyorum.
İyisiyle kötüsüyle onlarca oyun yazdım. Birçok topluluk, oyunlarım sayesinde kimlik ve kişiliklerini oluşturdu. Kimi bu kimlikle yürüdü-yürümektedir, kimi başka sularda kulaç atmaya yönelmiştir ve bu durum, onaylamasam da anlayabileceğim ve artık beni ilgilendirmeyen bir tercih sorunudur. Oyunlarım sayesinde, topluluklar, oyuncular, yönetmenler onurlandırılmıştır, bundan hep sevinç duydum. Oyunlarım, kimi yazarlara esin kaynağı olmuştur; umarım kısa zamanda kendi üslup ve kimliklerine ulaşırlar. Uzatmayayım, bu işin bir yanı.
Öteki yana geçersek, durum biraz daha can sıkıcı hale gelmektedir. Bilinen meseli uyarlayacak olursak, “Google çıktı, namertlik çıplak kaldı” demek, bize kapı açacaktır. Adımı ya da oyunlarımı yazdığımda, çoğunu tanımadığım toplulukların oyunlarımı sahnelediğini, tanımadığım insanların yönettiğini görüyorum. İstanbul’dan Anadolu’nun en ücra yerine, oyunlarımın pervasızca, izin-anlaşma-sözleşme-telif vs. olmaksızın çarçur edildiğini öğreniyorum. Kimi oyun özetlerini okuduğumda, adı dışında, tümüyle oyunumun sahnelendiğini görüyorum. Kimi oyunların, birkaç oyunumdan alınan sahnelerden oluştuğunu okuyorum. Başka birinin “yazdığı” oyunda, oyunlarımdan sahnelerin eklendiğini anlıyorum. Bunlardan, sadece internet marifetiyle değil, ülkenin her yerindeki kadim izleyici dostlarımın “ihbar” telefonlarından, iletilerinden haberdar oluyorum.
Bu kadar da değil. Bana “şu kadar oyuna şu kadar telif” sözü verenlerin, sözgelimi 3 oyunluk telif ödemesine rağmen, 33 oyun sahnelediklerini de öğreniyorum. Devlet yardımına “Yazarlık telifi” adına yazılan rakamla, bana ödenen rakam arasındaki uçurumu öğrendikçe, başım dönmesine engel olamıyorum. Bunca sorun arasında, kimi ve hatta çoğu oyunlarımın ne kadar “kötü” sahnelendiğini, ucuzlatıldığını, estetik ve düşünsel birikimimin nasıl lime lime edildiğini söylemeye gelemediğimin farkındayım. Oyun yazarlığında 30. Yılını yaşayan biri olarak, yaşadıklarıma, işittiklerime, tanıklıklarıma sayfalar yetmez.
Yazdığını sahneletmek için, üste para verecek olanlar, türlü ödünlerde bulunmuş olanlar da vardır; beni ilgilendirmiyor. Oyunlarını sahneletmek için, bin türlü yöntem deneyenler vardır, bilemem. Yazarlar ve var olan “oyun yazarları dernekleri” vardır ve kim bilir ne anlamlı işlerle uğraştıklarından, bu sorunlarla ilgilenemiyorlardır, umurumda değil.
Oyunlarımı ve emeğimi, kişisel yakınlıklarımı ve tiyatromuz adına yitirmemeye çalıştığım iyi niyetimi kullanarak sömürenlere, son sözüm şudur; ARTIK YETER!
Doktora yeterlik düzeyinde eğitimim, bu ülkenin yaşayan ve en çok üreten oyun yazarı kimliğim, dünya görüşüm, şu güne kadar yazdıklarımdan dolayı yaşadıklarım bir yana; bana yazmak için fırsat yaratan ve tahammül gösteren, dahası geçindirmek zorunda olduğum ailem, çocuklarım ve emeğe saygıyı ilke edinen siyasal tercihim adına, 15 Ağustos 2011 tarihinden itibaren, bu skandala artık izin vermeyeceğim. Yazdığım ne kadar oyun varsa, Genel Sanat Yönetmeni olduğum YERYÜZÜ SAHNESİ, İZMİR’e aittir, kayda alınmıştır. Andığım tarihten başlayarak, hiçbir topluluk, iznim ve yasal anlaşma olmaksızın oyunlarımı sahneleyemez. Oyunlarımdan sahneleri çalamaz. Adımı ya da oyunlarımın adlarını kullanamaz. Bunun aksine davrananlar, yasaların öngördüğü en yüksek yaptırımlar talep edilerek dava edilecek, bilerek-bilmeyerek yardım ve yataklık eden her türlü makam, kurum ve kuruluş da “suç ortağı” olarak, dava dosyasına eklenecektir.
İnsanı yazmaktan soğutan bu saçmalığa “Artık yeter!” diyor, ömrüm yettiğince bu sömürüye direneceğime söz veriyor, bu açıklamanın ciddiye alınmasını diliyorum.
Bu açıklama salt bireysel anlamda bir oyun yazarının itirazı değildir. İrili ufaklı topluluklarda vahşice sömürülen ve bunun için bin bir cafcaflı kılıf uydurulan oyuncular, teknik çalışanlar ve bu kepazelikten habersiz biçimde, parasıyla alkışıyla desteğiyle tiyatroya gelen izleyici içindir. Çağrım, bu rezalete hep birlikte direnme adınadır.
Bu açıklama boyunca hiçbir kişi ve topluluk adı anılmamıştır. Bu hakkı, 15 Ağustos 2011 tarihinden sonra ve umarım yaşamayacağımız gelişmeler doğrultusunda açıklamak üzere, saklı tutuyorum.
Tiyatro camiasına ve kamuoyuna, saygıyla duyururum.
İzmir, 4 Temmuz 2011
Haluk Işık
Not: Bu açıklama, olası davalarda kullanılacak belgelerden biridir.
(Kaynak: tiyatrodunyasi.com)