"Kendinizi, yaranma duygusuna kaptırırsanız, işi doğru yapamazsınız." Merkez Bankası Eski Başkanı Durmuş Yılmaz
ARKADAŞLARA…
M. Atsız Karaduman
28 Nisan 2011
Keşke; Sayın Sümeyye Erdoğan, daha önce 177 kez oynanmış "Genç Osman" adlı oyunun "CURCUNA" sahnesinde her akşam yapılanları kendi üzerine alınmasaydı. İnteraktif sahnelerde, oyuncunun, oyun gereği arka sıralardan bir serciyle birebir iletişim içine giremeyeceğini bilip, "bir tek seyirci ben miyim?" diye vehme kapılmasaydı.
Keşke; Sayın Sümeyye Erdoğan, sakızını bir oyuncunun sahneden fark edeceği biçimde çiğnemeseydi ve salonu terk etmek için perde arasını bekleseydi.
Keşke; Sayın Sümeyye Erdoğan çıktı diye, -sanki emir almış gibi- 250 Polis Koleji öğrencisi de oyunu terk etmeseydi ve okul müdürü oyunu terk eden bu öğrenciler hakkında soruşturma açsaydı.
Keşke; Sayın Sümeyye Erdoğan, oyunu terk ettikten sonra bütün devlet erkânını ayağa kaldıracak bir girişimde bulunmayıp, sade bir seyirci olarak şikayetlerini, -tüzel kişiliğe haiz bir devlet kurumuna- bir dilekçe ile yazsaydı.
Keşke; Sayın Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, bu olay üzerine Devlet Tiyatroları'nın tüzel kişiliğini zedeleyecek açıklamalarda bulunmasaydı. Devlet Tiyatroları'nın sahnelerinde kusur teşkil edebilecek bir durum tespit edildiğinde, nelerin yapılacağı, yasamızda ve sözleşmemizde çok açık bir biçimde yazılıdır. Keşke Sayın Bakan, "neyle suçlandığını bilmeyen, savunması alınmamış" bir sanatçıyı odasına çağırıp "O terbiyesizliği yapan sen miydin?" demeseydi.
Keşke; Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, tarafları dinlemeden, "ideolojiye deli gömleği giydirilmesi " diyerek, bir yorumda bulunmasaydı.
Keşke; Sayın Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Devlet Tiyatroları Sanatçıları için "Beylerin rahatı kaçacak" demeseydi! Çünkü Devlet Tiyatroları Sanatçıları'nın -ancak-sahneye çıkmadıkları zaman rahatları kaçar ve biliyoruz ki, Devlet Tiyatroları temsillerine devam ettikçe birilerinin rahatı kaçar.
Keşke; Sayın Sümeyye Erdoğan, facebook'ta, basına da yansıyan, o talihsiz mektubu yazmasaydı. "Adam aslen sakıza değil başörtüye takmıştı!" diye niyet okumasaydı. Böyle diyerek, daha sonra bazı basın organlarında yapılan ucuz propagandalara yol açmasaydı.
Keşke; Sayın Sümeyye Erdoğan, oyuncunun "halkın çoğu aç, azı toksa" repliğini söylerken, -bugüne kadar her akşam, 177 temsilde- "azı tok" sözünde ön sıraları, "çoğu aç" sözünde de arka sıraları gösterdiğini bilseydi. Üstelik, Sayın Kültür Bakanı'nın, hükümetin diğer bazı bakanlarının ve devletin bütün üst düzey bürokratlarının da bu oyunu ön sıradan seyrettiklerini ve bu mizansenden hiç de -kendisi gibi- rahatsız olmadıklarını bilebilseydi.
Keşke; Sayın Sümeyye Erdoğan, facebook'ta yazdığı mektubunda, oyuncu arkadaşımı;
"şımarıklık,
kabalık,
faşistlik,
cahillik,
medeniyetten nasibini alamamışlık,
terbiyesizlik,
hoşgörüsüzlük,
sığ düşünceli olmak,
çağın gerisinde kalmış olmak,
saygıdeğer olmamak…"
gibi, aldığı eğitime, toplumsal konumuna yakışmayan sözcüklerle ve ifadelerle suçlamasaydı. Ve keşke, Sayın Sümeyye Erdoğan, oyuncu arkadaşımıza yönelik bu hakaretlerin devamında da "sanat camianız, sanatçılar, ne sen nede senin gibiler" diyerek, hakaretlerini bütün bir meslek grubuna yöneltmeseydi.
Keşke; Sayın Sümeyye Erdoğan, mektubunda ifade ettiği gibi, "GÖZÜNÜZÜN DİBİNDE OLACAĞIM, ALIŞSANIZ İYİ OLUR!" düşüncesini hayata geçirip Devlet Tiyatroları'nın her temsiline gelse de, hakaret içeren kelimeleri kullanmasının kendine yakışmayacağını anlayabilse.
Keşke; Sayın Sümeyye Erdoğan, facebook'taki mektubunda "bir ileri bir geri oynarken, bir yandan da en öne geldikçe bana bakarak kaş göz işaretleri yapmaya başladı" diyerek oyunun mizansenini ve dansını kendi üzerine alınmasaydı. "facebook"ta o mektubu yazarak oyuncu arkadaşımın bazı basın ve yayın organlarında yargısız infazına ve arkadaşıma yönelik orantısız güç kullanımına fırsat vermeseydi.
Keşke; Sayın Sümeyye Erdoğan, kendine yakışmayan üslubu fark edip, facebook'ta yayımladığı bu mektubu yayından kaldırdıktan sonra, oyuncu arkadaşımızdan ve camiadan özür dileseydi.
Keşke; Sayın Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, "Patlatmadıktan sonra sakız çiğnenebilir!" diyerek, adabımuaşeret kurallarına bir ilave yapmak zorunda kalmasaydı ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı'nın Fransa Devlet Başkanı Sarkozy'i Esenboğa Havaalanı'ndan uğurlarken, ne amaçla sakız çiğnediğini anımsasaydı.
Keşke; Sayın Kültür Bakanı, "Sen seyirciye bakmayacaksın, oyununu oynayacaksın, seyirciyle oynamaya kalkıyorsan sanatı anlamak konusunda bir sorunun vardır." diyerek, oyuncu arkadaşımıza tiyatro yöntemleri öğretmeseydi.
Keşke; Sayın Kültür Bakanı basit bir sakız olayından yola çıkarak basın ve yayın organlarında Devlet Tiyatroları'nın kapatılması yorumlarına yol açacak:
"Devlet hala bu kurumu taşımak zorunda mı?"
"Devletin kadrolu sanatıçsı olması gerekir mi?"
"Bunu bütünüyle özel kurumlara terk etsek, harcadığımız cari gideri doğrudan sivil toplumun bu organizasyonlarına mı versek?"
"Devlet Tiyatrosu'mu, yoksa doğrudan doğruya, devletin sanatı desteklemesi mi?"
gibi açıklamalar yapmasaydı.
Keşke; "Devlet Tiyatrosunun cari harcamalarına 100 milyon TL gidiyor." diyerek Devlet Tiyatroları'nın bütçesindeki 30 milyon TL'lik cari harcamalarını bu kadar abartıp, kamuoyunu yanlış bilgilendirmeseydi.
Keşke; Sayın Bakan, bu açıklamaları yaptıktan sonra, kamuoyundaki tepkilerden, özellikle özel tiyatro sahiplerinin "Devlet Tiyatroları olmazsa tiyatro hayatı ölür!" açıklamalarının ardından:
"Ben Devlet Tiyatroları'nı kaldıralım demedim ki…"
"Bizim derdimiz sanatın halkla buluşması…"
"…onun için siz basın mensubu arkadaşlarım buluttan nem kapmayın…"
"…çalışanlara kulak vermeyin"
"…siz asıl halka bu işi nasıl götürürüz, ülkeyi öyle bir sanat sahnesi yaparız, lütfen o konuda arayışlarımıza yardımcı olun…"
demeseydi de; bu konu ile ilgili yardımı Devlet Tiyatroları çalışanlarından ve Devlet Tiyatroları çalışanları'nın sivil toplum örgütlerinden isteseydi.
Keşke; Sayın Bakan, "İsmi bilinen bir kişinin orda olması sadece bir tesadüf, belki bazı densizliklerin farkına varmamızı sağlayan bir tesadüf oldu." derken kastettiği densizlikleri, oyunu izlediğinde bizzat kendisi fark etseydi.
Keşke; Sayın Bakan, kendi bakanlığı dönemini överken, özveri ile hizmet veren Devlet Tiyatroları çalışanlarının emeklerini yok saymasaydı.
Keşke; Genç Osman gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki bazı milletvekilleri de "tek eşlilik kavramına" sadık kalabilselerdi.
Keşke; "Devlet Tiyatroları kapansın!" söylemiyle bu kuruma düşmanca tavır alanlar, Van Devlet Tiyatrosu'nun düzenlediği 10. Akdamar Gençlik ve Çocuk Şenliği kapsamındaki yürüyüşte, çocukların, sokaklarda "İnadına Tiyatro", "Tiyatro Yaşamın Aynasıdır", "Yaşasın Tiyatro" çığlıklarını duyabilselerdi.
Keşke; Sayın Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, Avrupa Birliği Ülkeleri ile Türkiye'nin kişi başı kültür harcaması rakamlarını karşılaştırsaydı!
Almanya : 101 Euro
Fransa : 197 Euro
İtalya : 112 Euro
İspanya : 119 Euro
İngiltere : 143 Euro
Yunanistan : 32 Euro
Türkiye : 10 Euro
Keşke; Kurum olarak, bu ve buna benzer olaylardan gerekli dersleri alsaydık ve kurumsal anlamda dağınık bir görüntü vermeseydik.
Keşke; Bu kadar çok "keşke" demek zorunda kalmasaydım.
SANATÇILARA…
Turan Oflazoğlu'nun yazdığı "Genç Osman" adlı oyunu 26 yıl sonra yeniden repertuara aldığı için Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürlüğü'ne çok teşekkür ederim.
Sayın Turan Oflazoğlu; ilk defa 1981-1982 sezonunda sahnelenen "Genç Osman" adlı oyununuz hâlâ taptaze, hâlâ çok şeyler söylemekte, hâlâ birilerini rahatsız etmekte, hâlâ çoğumuzu düşündürmekte. Aşağıda alıntı yaptığım sahnedeki; Dinsiz, Kâfir, Zındık replikleriyle din, siyasete alet edilerek, genç, reformist bir padişahın nasıl katledildiğini gözler önüne serdiğiniz için bir kez daha teşekkür ederim.
Riyakârlığın, dönekliğin, dini istismarın, dini Türkçe anlamanın, namuslu, dürüst, ahlaklı, erdemli, velhasıl adam gibi adam olmanın ne demek olduğunu bütün çıplaklığıyla gösteren bir oyun yazdığınız için bir kez daha teşekkür ederim.
Sayın Şakir Gürzumar, oyunun CURCUNA sahnesini, dördüncü duvarı kaldırıp bütün seyirciyi oyunun içine katarak göstermeci bir anlayışla yorumladığınız için teşekkür ederim.
Sevgili oyuncu arkadaşım Tolga, "Genç Osman" adlı oyunu 15 Nisan 2011 Cuma günü seyrettim. Emeğine, yüreğine sağlık. Sahneden ışıl ışıl parlayan bir oyuncuyla aynı kurumda olmanın gururunu yaşadım. Sayın Sümeyye Erdoğan'ın, basında çıkan mektubuna verdiğin seviyeli, ölçülü, sanatçı kimliğine yakışan cevabın için teşekkür ederim. Mektubun cevabında, "sürçü lisan ettiysek affola" demişsin; doğrudur, oyunculuk böyledir, biz her akşam söyleyeceğimizi söyleriz, alınanlara da bu cümleyi ederiz.
CÜMLEYE…
ya da
"DURUM BOMBOKSA…" I.YENİÇERİ
(...)
Çalsın çalsın çalsın ki sazlar
Güneylerin soluğuna dönüp ayazlar
Isıtsın içimizi altın bakışlı yazlar
Akça kızlar, olur olsun olmazlar!
(Saz kesilir.)
Ama biz, saz taksimi olmazsa yaparız söz taksimi.
Dinleyen hayran olur, dinlemeyen viran olur.
Lakin diyeceksiniz…
II. İstanbullu
Sarı hardal kokar mı gül gibi
Kara karga öter mi bülbül gibi?
I. Yeniçeri
Sınamayı kurt yemedi ya! Bir deneriz,
Evvel Allah, her güçlüğü yeneriz. Yalnız
O yoksa, bu yoksa…
IV. İstanbullu
Ne yoksa?
I. Sipahi
Rakı değil mübarek elmas tozu, yıldızlar çaktı boğazıma!
Kemence yoksa zulüm işkence çoksa durum bomboksa;
Kanun yoksa kurallar çoksa düzen yoksa
Kudüm yoksa adam çoksa kıdem yoksa
Durum bomboksa, ney yoksa
Sevda çoksa, sevgili yoksa
İştah pek çoksa metelik yoksa
Çoklar aç azlar toksa durum bomboksa…
Çalmazsa çalmasın sazlar!
(...)
I. Sipahi
Ut yoksa et but çoksa umut yoksa
Bulut çoksa rahmet yoksa durum bomboksa;
Dümbelek yoksa kelek çoksa yenecek yoksa
Ödlek çoksa erkek yoksa durum…
Birlikte
Bomboksa!
I. Sipahi
Keman yoksa havadan nem kapan çoksa aman yoksa
Zaman çoksa imkan yoksa..
I. Sipahi
Nekkare yoksa yâre çoksa çare yoksa
Tef yoksa çirkef çoksa hedef yoksa durum…
Birlikte
Bomboksa!
I. Sipahi
Zil yoksa rezil çoksa anlatacak dil yoksa
Velhasıl durum…
Birlikte
Bomboksa!
I. Sipahi
Çalmazsa çalmasın sazlar!
(...)
Osman
Aklı tutulmuş, yüreği kararmış bunun;
İslam'ın halifesini değil, İslam'ın peygamberini dahi
Boğazlayabilir bu yobaz, hem de İslamiyet adına.
(...)
Osman
Elime fırsat geçerse anlarsınız!
Davut
"Öz halkım anlamıyor kur'an'ın dilini.
Allah'ı Türkçe konuşturmalıyız" diyen kimdi
İstanbullu
- Tövbe, tövbe!
- Böyle mi dedi paşa?
Osman
"Sizler anlayasınız diye Arapça konuştuk"
Diyor Allah kitabımızda. "Türklerle konuşurken
Türkçe konuşurum" demektir bu.
Davut
Arapça bilen bir alay hoca var ülkede.
Onlar açıklayamaz mı Kur'an'ın içindekini?
Osman
Bu işte dahi aracı mı gerek, Davut?
Davut
Türk, Arapça dua etse Allah anlamaz mı?
O her şeyi bilen değil midir?
II. İstanbullu
Anlamaz olur mu Allah?
Osman
Ama Allah'ın anlaması değil
İnsanın anlamasıdır insana gereken. Onun için
Allah'a kendi dilimizle konuşturmalıyız,
Biz dahi kendi dilimizle seslenmeliyiz Allah'a
Davut
Bu ne laubalilik, bu ne kendini bilmezlik!
Allah kullarıyla konuşur mu hiç?
Osman
Öbür kutsal kitaplar hep Allah üstüne konuşurlar;
Kur'an'ın en büyük yeniliğiyse
Allah kendisini konuşturmasıdır, kardeşlerim.
Elbette yoldaşımızdır Allah, yoldaşımız olmalıdır.
Davut
Bu sözler haza küfür değil midir?
Bu sözler dinlemek dahi küfre batmak değil midir?
Nedir böylesine, yoldaşlar, söyleyin?
Sesler (seyircilerin gerisinden)
I. İstanbullu
Dinsiz! (Yeniçeri ve Sipahiler tekrar ederler)
II. İstanbullu
Zındık! (Yeniçeri ve Sipahiler tekrar ederler)
I. İstanbullu
Kafir! (Yeniçeri ve Sipahiler tekrar ederler)
Davut
"Peygamberin koyduğu kurallar ancak kendi çağında,
Kendi toplumunda geçer akçedir" diyen kimdi?
Bir ses
Tövbe bunu da mı söyledi, paşa?
Osman
"Çağın şartlarına uyun" diyor peygamber efendimiz
ANLAYANA…
Biz tiyatrocuyuz, oyun karakterlerinin söylemleri üstünden karışırız hayata, müdahil oluruz. Burada, yaşamış bir karakterin, bir başka yaşamış karaktere söylediklerini yinelemek istiyorum, bir oyun metnindeki repliklerinden alıntılayarak... "Aşkın Sıradanlığı" oyununda, geçen yüz yılın en önemli felsefeci-siyaset bilimcilerinden Hanna Arendt, dünyanın önde gelen felsefecilerinden Martin Heidegger'e ne diyor, bakın:
HANNA - Siyasete girmemeliydin, Profesör Heidegger. Platon'un sözünü bana öğreten sendin: Filozof, siyasetçi olmaya kalkarsa ya felsefesi yozlaşır, ya siyaseti, ya da her ikisi birden.
Biz de, -Hanna Arendt'ten mülhem- diyoruz ki; "Siyasetçi, sanatçı olmaya kalkarsa, sanatçılara akıl öğretmeye yeltenirse, sanat ortamını düzenlemeye soyunursa, yani siyasetçi sanata bulaşırsa; ya siyaseti yozlaştırır, ya sanatı, ya da her ikisini birden… Sanatçı günlük siyasete bulaşırsa, ya sanatını yozlaştırır, ya siyaseti, ya da her ikisini birden!
Gelin ey siyasetçiler, sanatı yozlaştırmayın, bizi de ucuz, günlük siyasetinize bulaştırmayın.
(Kaynak: tiyatronline.com)