25 Şubat 2011 Cuma

İnsanın, avazı çıktığı kadar; "Farhadi, sen salaksın! Farhadi, sen salaksın! Farhadi, sen salaksın!" diye bağırasını getiren adam...

İki tip sanatçı vardır; ruhunu düzene satarak sanatıyla mama yiyen sanatçı ve özgürlüğünü hiçbir maddi değerle değiş-tokuş yapmayan onurlu sanatçı... Bu iki tip sanatçı, dünya oluştu oluşalı, hep karşı karşıya gelmiş, uzlaşmaz iki zıt kutuptaki iki ayrı canlıdır... Birinci tipteki sanatçılar, hemen her koşulda iktidarlarla arasını iyi tutarlar... İkinci tipteki sanaçılarsa, hiçbir koşulda iktidarlarla iyi geçinemezler...

Biz, ikinci tipteki sanatçılardan olduğumuz kanısındayız...

Birinci tipteki sanatçılar, sağcıyla sağcı, solcuyla solcu, futbolcuyla futbolcu olmayı künyelerine yazdırmışlardır... Birinci tipteki sanatçılar, politikanın yakıcı sıcaklığıyla sanatlarını kirletmemek(?!) için, ellerinden gelen tüm titizliği(?!) gösterirler...

Biz, hiçbir koşulda, politikanın yakıcı sıcaklığından ürken tavşak kılıklı insanlardan olmadığımız için, elimizi taşın altına koymayı yeğleyenlerdeniz...

Birinci tipteki sanatçılar, içinde bulundukları düzenin ne'liğine asla ve kesinlikle aldırmadan, her zaman için, sanatlarının mükemmelini, daha mükemmelini yapmaya yeltenirler. Örnekse, 12 Eylül Faşizmi hüküm sürerken, bu faşizmin ne olduğunu bilmezler ve öğrenmek için hiçbir çaba harcamazlar; ancak, ellerindeki iş neyse, romansa roman, oyunsa oyun, o konuda o denli gelişmiş bir estetik bilince sahiptirler ki, varsayalım Kenan Evren, kendilerine "Dikkaaat! Hazıroool!! Oyun yaaaz!!!" diye emretse, hemen en mükemmel oyunu yazıp Devlet Tiyatroları'nın repertuvar havuzunda kağıttan gemi misali yüzdürmeye başlarlar!

Biz, bize verilecek en keskin emri bile elimizin tersiyle iter ve açlığımıza kaldığımız yerden devam ederiz...

Biz, aşağıdaki metinde söz konusu edilen Farhadi'nin temsil ettiği birinci tipteki sanatçıların topuna birden "Haaa siktiiir!!!" çekerken, Panahi'nin temsil ettiği ikinci tipteki sanatçılara yoldaşlık ruhuyla koskoca bir "Merhabaaa!!!" diyoruz... (HB)


***


Altın Ayı’yı alan İranlı yönetmen Farhadi'ye katılmadığımı belirtmek isterim!


İranlı yönetmen Cafer Panahi'nin, muhalif olduğu için 6 yıl hapis, 20 yıl film çekmeme cezası aldığı bir dönemde, yine İranlı başka bir yönetmen olan Farhadi'nin Altın Ayı'yı aldıktan sonra söyledikleri hem sinema için hem İran için hem de dünya için son derece zararlı ve kabul edilemez. Ben Farhadi'yi bu küt ve duyarsız tavrı için kınarken, Panahi'yi tüm yüreğimle destekliyorum. Panahi'nin hazırladığı bildiriyi Farhadi'nin suratına fırlatıyorum;

"Beni 20 yıl film çekmeme, konuşmama ve 6 yıl hapis cezasına çarptırdılar. Ancak, hayallerimi, rüyalarımı prangaya vuramazlar. Asla yenilmeyeceğim. 20 yıl sonra biriktirdiğim rüyalarımı yeni filmler yaparak dünyaya sunacağım."


***


ÖDÜLLÜ YÖNETMENE PANAHİ TEPKİSİ


(...)

Farhadi, Altın Ayı’nın kendisi için önemli olduğunu belirtti ve ödülün öneminin, filminin dünyanın dört bir yanında izleyicilere ulaşma şansı vermesi olduğunu söyledi.

Orta Doğu’da yaşananları yorumlamasını ve filminin mesajını açıklamasını isteyen bir gazeteciye Farhadi şu şekilde cevap verdi: “Filmlerde mesaj olmaz, bir potansiyel olur. Bu potansiyel de insanların soru sormalarını, kendi cevaplarını bulmalarını sağlamak olabilir. Orta Doğu’ya gelirsek, barışçıl hareketleri, dünyanın neresinde olursa olsun herkes savunur.”

'Kahraman değilim, sinemacıyım'

Farhadi’nin karşılaştığı en zor soru, yurtdışında yaşayan İranlı bir gazeteciden geldi. Gazeteci, Farhadi’nin aralarında yönetmen Panahi’nin de olduğu İran’da tutuklananlar konusunda yeterince sert açıklamalar yapmadığından yakındı. Farhadi ise bunun işi olmadığını belirtti ve şöyle konuştu:

''İki olasılık var. Ya sizin dediğiniz gibi sert açıklamalar yaparım ve bir daha İran’da film çekemem. Ya da şimdi yaptığımı yapar ve İran’da film çekmeye devam ederim. Bence ikinci yol daha doğru. Çünkü ben kahraman değilim, sinemacıyım. Konuşmalar yapmak isteseydim, yönetmen olmazdım, politikacı olurdum. Ödülü alırken, sahneden söyleyeceğim zehir zemberek cümleler, tutuklu insanlar için bir şey değiştirmeyecekti. Ama film çekmeye devam edebilmek ve çektiğin filmlerle söyleyeceğini söylemek, konuşma yapmaktan bence daha onurlu."

(...)

Bakınız: Milliyet

(Kaynak: Yazan Yöneten Oğuzcan Önver)