26 Ocak 2011 Çarşamba

Devlet Tiyatroları'nda Oktay Koruna diye bir "sanatçı" var mı?

Oyun'un notu: İçerisinde incir çekirdeğini bile doldurabilecek herhangi bir anlam barındırmayan aşağıdaki yazı, herhangi bir yeni yetme gencin, herhangi bir kişisel blogundan değil, koskoca Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın resmî web sitesinden alınmıştır!

Aşağıdaki yazıda, "Oktay Koruna" olarak adı geçen tiyatrocuyu tanımıyoruz. Ancak, Okday Korunan adıyla, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda görev yapan bir oyuncuyu tanıyoruz. Bizim bildiğimiz Okday Korunan dışında, bir de Oktay Koruna adıyla bir Devlet Tiyatroları oyuncusu bir başka kişi varsa, onu da tanımak isteriz!!

Aşağıdaki yazıda bulunan LİNÇÇİ adlara biz link verip, bu adları kırmızı renkle biz belirginleştirdik!


***


Neredeyim: Devlet Müzik ve Sahne Sanatları Kurumlarının Yapılanma ve İşleyişinde Çağdaş Modeller Görüşler ve Sempozyum Bildirileri > 6. Oturum > LİNÇÇİ Yücel ERTEN

LİNÇÇİ Yücel ERTEN

Devlet Müzik ve Sahne Sanatları Kurumlarının Yapılanma ve İşleyişinde Çağdaş Modeller Görüşler ve Sempozyum Bildirileri

LİNÇÇİ Yücel Erten
Detis-Devlet Tiyatroları Sanatçıları Derneği

Değerli konuklar, söze uzun süredir beklenen bu olumlu girişim için, Bakanlığımıza teşekkür ederek başlamak istiyoruz.

İlk bakışta hemen herkesin buluştuğu gözlem şu: Yarım yüzyıl öncesinin yasalarıyla yönetilmeye çalışılan kurumlarımız günün gereksinimlerine yanıt vermekten uzak düşmüş, aşırı merkeziyetçi yapı kurumlarda çapaklanma, kireçlenme ve hantallaşmaya yol açmıştır. Şimdi bu bildirinin sınırlı olanakları içinde Devlet Tiyatroları Sanatçıları Derneği DETİS adına bir yeni yapılanma önerisini açıklamaya çalışacağız. Öne süreceğimiz düşüncelerin temel ilkleri ve ana hatlarıyla diğer sanat kurumlarımızın isterlerine de büyük ölçüde karşılık verebileceği umudunu taşıyoruz. Konuya yaklaşırken Bakanlığımızın da dile getirdiği bir soruyu, önemi bakımından en başa almak istiyoruz.

Soru şudur: Siyasal iktidarların değişiminden etkilenmeyecek, kalıcı bir sanat politikası nasıl bir sistemle gerçekleşmeli? Bu gerçekten temel bir sorudur. Hatta belki de en önemli sorudur. Öyle ki bu sorunun yanıtını kafamızda ve gönlümüzde aydınlığa kavuşturmadan ortak bir ilerleme sağlamamız çok zor olacaktır kanısındayız. Çünkü yalnızca biz sanatçılar, düşünürler, yazarlar filan kendi aramızda değil, siyasiler ve yöneticiler de bu sorunun muhatabıdır. Önce çok yalın bir gerçeğin kabul edilmesi gerekiyor. Çağdaş Devlet, sanatın özgürce üretilmesini sağlar ama sanatın nasıl olması gerektiğine karışmaz. Burada hemen nereye kadar özgür sorusuyla karşılaşacağımızı biliyoruz. Yani özgürlüğün bir sınırı, bir çerçevesi olmayacak mı sorusu gelecek? Olacak tabi. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası. Çerçeveyi, sınırı Anayasa belirlemiştir. Bu çerçevenin içinde sanat özgürdür. İyi ama Devletin hiç yönlendirmesi olmayacak mı? Şimdi soru, bundan ibaretse yanıtını vermek kolay, vermiş olduk. Devletin yönlendirmesi Anayasanın ve demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin temel isterlerinde saklıdır. Bunun tartışılacak bir yönü yok. Ama bu soru içinde kamufle edilmiş olarak bir başka soruyu taşıyorsa yani hükümetlerin hiçbir yönlendirmesi olmayacak mı, sorusunu taşıyorsa burada cesaretle bu sorunun gözlerinin içine bakmak ve yüzleşmek gerekecektir ve yanıtımız açık olmalıdır. Hayır, sanatın içeriği ve biçimi hükümetlerin yani siyasal iktidarların konusu değildir, olamaz. Siyasal iktidarların yönlendirilmesine açık sanat kurumları, tarihte örnekleri görüldüğü gibi, gün gelir siyasetin boyunduruğu altına girerler. Bunun sonucu olarak da militarizmden fundamentalizme, faşizmden komünizme kadar uç noktalara itilebilir ya da sürüklenebilirler. Herhangi bir siyasal iktidar mensuplarının ama biz öyle yapmayız ki demelerinin burada hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Çünkü siz belki yapmazsınız ama yolu açık bırakırsanız başkaları gelir, yapar. Sanırız önce buna erk diye ihtiyacımız var. Üstelik siyasal erk bu yalın ama çetin gerçeği kabul etme cesaretini gösterebildiği zaman işi daha kolaylaşacaktır. Çünkü o zaman sanatsal üretim için politika belirlemek gibi siyasetin tabiatına aykırı bir görevden kendini kurtarmış olacaktır. Ama geriye hala önemli bir görev kalır. Anayasanın emirleriyle sanatın özgürlüğünü bağdaştırmak. Başka bir deyişle halkın vergileriyle hizmet veren sanat kurumlarının nasıl yaşayacağına ve nasıl yönetileceğine dair kalıcı politikalar oluşturmak ve bunu gerçekten siyasal iktidarların değişiminden etkilenmeyecek biçimde yapmak. Yani kendi iktidar sürecinin, kendi zaman diliminin ötesini de görerek, kurumları sağlam, objektif ve demokratik yasal dayanaklara kavuşturmak. Bizce bu siyasetçiyi de yücelten bir tercih olacaktır. Demek ki Devletin, hükümetin ya da Kültür Bakanlığının sanat politikası ancak şu olabilir. Sanat kurumları için sanat politikası değil, siyasi iktidarların değişiminden etkilenmeyecek kalıcı bir yönetim politikası oluşturmak. Başka bir şey değil. Şimdi burada hemen küçük bir eks konusu yapalım, biraz rotadan çıkalım. Bunun sağlıklı gerçekleşebilmesi için. Sayın KARAKAŞ’ın bugünkü konuşmasında çok liyakatla belirttiği gibi, üç ayrı katmanın anlayış ve davranış birliği gerekir. Çalışanların, kurum yöneticilerinin ve Bakanlığın. Çalışanların ve tabi ki yakın kamuoyunun onu da katmak lazım orada, bu anlayışa yönelmiş olduklarını buradaki tartışmalardan sevinçle gözlemliyoruz, burada ciddi bir yol alındığı duygusu var bizde. Bakanlığımızın da en azından böyle bir sempozyumu düzenleyerek duyarlılık gösterdiği ortada. Ama aradaki katman yani kurumlarımızın yöneticileri bu görevi bu biçimde kavrıyorlar mı? İşte orada kısmen şüpheye düştüğümüzü belirtmek zorundayım. Şimdi Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Müdürünün konuşmasını ayırarak söylüyorum, tenzih ederek söylüyorum. Şöyle bir-iki günün konuşmalarına baktığımız zaman Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürünün dünkü konuşmasının bizde bıraktığı izlenim, yani ne kadar iyi yasalar yaparsanız yapın yine de bu insanları memnun edemezsiniz, şeklinde olmuştur.

Devlet Opera ve Balesi temsilcisi nerdeyse doğrudan Bakanlık müdahalelerini davet eder biçimde anlaşılacak sözler kullanmıştır. Hatta itiraz üzerine düzeltme yaparken bu defa da yani Devlet hem parayı verecek hem de sanata karışmayacak, böyle şey olur mu canım? Parayı veren düdüğü çalar şeklindeki sözleriyle bizleri şaşırtmıştır.

Modern Dans Topluluğu yöneticisinin konuşmasında benzeri bir izlenim aldık. Sanki her şey güllük gülistanlıktır. Yalnız bir müdürlük şeyi gerçekleşirse çok daha iyi olacaktır, biçimde özetlenebilecek şekilde kavradık. Şimdi bütün bu işaretlere dayanarak, bir noktayı belirtmek zorundayız. Kurum yöneticileri bir dönüşümün gerekliliğine içtenlikle inanmıyorlarsa işimiz zordur. Burada bugünkü oturumda, oturum yöneticisi Sayın LİNÇÇİ Tamer LEVENT'in bir ifadesi de bu doğrultuda dikkatimi çekti. Hemen onu da belirteyim. Yani operayla balenin birbirinden yönetim olarak ayrılması konusu tartışılırken yahut tartışma bağlanırken ‘tabi bu işler uzun zaman alır’ bir biçimde bağlamayı tercih etti. Yani burada referansı bugünkü tartışmaymış gibi. Oysa operayla balenin birbirinden ayrılması 20 yıldır tartışılan bir şey.

İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürü arkadaşımız 5441 iyidir, onu iyi kullanabilirseniz fevkalade bir yasadır biçiminde ifade etti. Devlet Tiyatroları Genel Müdürü bugün tiyatro ağırlıklı tartışmalar olmasına rağmen burada yok. Bugün yarım saatliğine bile görünmedi. Dün, inşallah bunu kısa zamanda yaparsınız şeklinde bir özet konuşmayla buradan ayrıldı. Bu üzücü tespitler, burada bir şeye, bir noktaya dikkatimizi çekiyor. Yani kamuoyu, kurum çalışanları, yakın halkalar, yakın çevreler burada bir dönüşümün bir yeni yapılanmanın gerekliliğine inanıyorlar. Bunu ifade ediyorlar. Bakanlığımız burada, bunu uygun bir şekilde karşılıyor, kucaklamaya gayret ediyor. Ama kurum yöneticilerimizde dikkati çeken bir ayak direme, bir ayak sürüme anlayışı var. Özellikle şunu vurgulamak zorundayım. Devlet Tiyatroları Genel Müdürü dünkü konuşmasında bu sempozyumun hedefini asla siyasi değil, sanatsal politikalar için çözüme ulaşmak şeklinde ifade etti. Hatta kalkıp sordum, doğru mu anladım, böyle mi söylediniz diye. Evet öyle söyledim, dedi. O zaman şunu söylemek zorundayız. Kurum yöneticileri bu tartışmaların Kültür Bakanlığına sanat politikasını oluşturmak için düzenlendiğini ve bunun asla siyasi bir yönü olmadığını düşünüyorlarsa, işimiz yine çok zor. Çünkü öyle siyasal içeriğinden ayıklanmış, hani bakanlık için ısmarlama dikilmiş, soyut bir sanat politikası kavramı olamaz. Böyle bir kavram yoktur. Çünkü konu sonuna kadar siyasidir, zaten. Bizatihi siyasidir. İliğine, kemiğine kadar siyasidir. Burada siyaset derken particilikten söz etmediğini ayrıca vurgulamama gerek var mı, bilmiyorum? Çünkü siyaset insanın en temel erdemlerinden biridir. Konunun siyasal boyutunun bilincinde değilseniz ya da bilip de görmezlikten geliyorsanız bu duruşunuzun özünde dönüşüme karşı olduğunu gösterir. Canım siyaset yapmayalım, biz şimdi şurada efendi gibi bakanlığımız için bir sanat politikası oluşturmakta yardımcı olalım dediğiniz zaman, bilerek ya da bilmeyerek sanatın özgürlüğünü salt siyasal erkin insafına bırakma teslimiyetçiliğine düşmüş olursunuz. Çünkü sanat politikası saptamak ve yürütmek siyasetçilerin, bakanlığın işi değildir. Kurumlarımızın yöneticilerinden bu bilinci taşımalarını beklemek hakkımızdır diye düşünüyorum. Peki nedir Bakanlığın görevi? Tekrarlıyorum, Bakanlığın görevi sanat kurumları için sanat politikası değil, siyasi iktidarların değişiminden etkilenmeyecek kalıcı bir yönetim politikası oluşturmaktır. Sanat politikaları kurumların kendi içinde hatta tek tek kendi birimlerinin içinde oluşur. Bütün katmanların bu temelde, bu anlayış, bu eksende bir görüş birliğine varacaklarını umarak, ilerleyecek olursak hemen değinilmesi gereken bir başka konu Bakanlığımızın formüle ettiği şekliyle şu sorudur: Sanat kurumlarımızın genel statüsü ve konumları nasıl olmalıdır? Burada sıralanıyordu. Özelleştirme, Bakanlığa bağlı veya özerk yapı biçiminde. Yani yukarda belirttiğimiz anlayış içinde nasıl bir yapı oluşturulmalı ki Cumhuriyet’in bir armağanı olan sanat kurumlarımız, gelecek kuşaklara doğru sağlıklı ve verimli gelişsin. Ama önce kısaca mevcut durumu da bir tarifleyelim ki varmak istediğimiz noktaya ne kadar uzakta olduğumuz daha somut bir şekilde görülsün. Ben yine Devlet Tiyatroları özelinden ele alıyorum. 12 ilde, 30’u aşkın sahnede 700 sanatçı ve 2000 personeli ile yılda 100’e yakın prodüksiyon üreten bir yapıdan söz ediyoruz. 50 yıl öncesinin bir tek tiyatro düşünülerek yapılmış yasası tüm yetkileri tek elde toplamış bulunuyor. Dolayısıyla bugün bu devasa yapı, açık sözlü olmak gerekirse padişahlığı andırır biçimde, bir genel müdürün ferasetine veya habasetine bırakılmış durumdadır. Batılı meslektaşlarımız arasında artık alay konusu olan bu padişahlık düzeninin sürdürülmesinin anlamlı olmadığı hatta mümkün olmadığı her geçen gün daha irkiltici örnekleriyle görülmektedir. Üzülerek gözlemliyoruz ki mevcut yapı, gündelik küçük siyasete, koltuk kavgasına, ilkesizliğe, çıkar çatışmalarına, alaturka pazarlıklara, çoklu standarda, bilimsel, hukuki ve hatta etik dayanağı olmayan keyfi kararlara saygıdan anlayıştan ve içtenlikten yoksun, fevri uygulamalara, gücünü ufuksuzluktan ve anti demokratik bir otorite anlayışından alan, manevi baskılara, şaibeli işlemlere, sürgünlere, aslanı kediye boğdurmaya kadar açıktır ve bu tür çarpıklıklar giderek hizmetin, kurumun ve en önemlisi sanatın önünü tıkar hale gelmektedir. Zaman içinde tiyatrolarımızın sayısının artacağı göz önüne alınacak olursa, bütün bu mekanizmanın pratikte bir kişinin iki dudağı arasından çıkacak anlamlı ya da anlamsız, sübjektif veya objektif kararlarla yönetilmesi, artık bir ejderhaya dönüşen bu yapının, çocuklarını yemeye başlaması sonucunu doğuracaktır. Oysa bu ülkedeki bütün yöneticilerin başlarını bir an için makam odalarının penceresinden dışarıya uzattıkları zaman karşılaşacakları açık bir toplumsal gerçek var. Türkiye’de uzun süredir, Cumhurbaşkanı’ndan sokaktaki vatandaşa kadar hemen herkesin katıldığı ve ifade ettiği bir görüş var. Türkiye Ankara’dan idare edilebilir olmaktan çıkmıştır. Bu doğrultuda Devlet Tiyatroları’ndaki ve benzeri kuruluşlardaki bu çağ gerisi, bu absürd merkezi yapının kırılması, daha demokratik bir yapıya dönüştürülmesi, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin ayrılmaz bir parçası olmaktadır. Bir anlamda da kaçınılmazdır. Demek ki daha uygar, daha işlek, daha verimli, daha katılımcı, daha demokratik ve tiyatro sanatının gereklerine daha uygun bir yapıya doğru bir dönüşümün gerçekleştirilmesi zamanı gelmiş, geçmektedir. Zaten bu toplantıyı Bakanlığımızın da bu ihtiyacı hissettiği şeklinde yorumlamak yanlış olmasa gerek. Şimdi bu bağlam içerisinde nasıl bir statü konusunda sayılan seçenekleri sondan başlayarak kısaca değerlendirecek olursak, sanat kurumlarımızın Bakanlık inisiyatifiyle yönlendirilmesinin kurumlara da, Bakanlığa da, sanata da, siyasete de, demokratik cumhuriyete de haksızlık olacağı görüşündeyiz. Böyle bir düşüncenin 21’nci yüzyıl Türkiye’sinde yandaş bulabileceğini düşünmek istemiyoruz. Özelleştirilmiş yapılanma diye bir seçeneği görmedik, duymadık, bilmiyoruz. Bir an için olabildiğini, olduğunu varsayalım. Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülkede tiyatro, opera, baleyi özelleştirmeye kalkmanın, bunlar olmayıversin demekten farksız olduğunu düşünüyoruz. Böyle bir yeltenmenin yurdumuzun sanat hayatında uçsuz bucaksız bir çölleşmeye yol açacağını görmek çok zor olmasa gerek.

Şimdi kaldı ki Anayasamız sanatın yaygınlaştırılması ve tüm vatandaşların yararına sunulması görevini Devlete vermiştir. Devlet bu görevini uygun ortam ve olanakları hazırlamak biçiminde gerçekleştirmeli, hükümetler bu görevin devredilemeyeceğini, taşerona verilemeyeceğini, fason imalata geçilemeyeceğini bilmelidir. Doğal ki sanat kurumlarımız için çağdaş ve ideal statü özerk yapılanmadır. Nihai hedef olarak tek ve vazgeçilmez yaklaşımdır. Peki özerk yapılanma, yasal düzenlemenin ve maddi kaynakların tümüyle siyasetin etkilerinden arındırılmasını gerektirir. Bunun için de tam demokrat ve sağlam bir siyasi irade gerekir. Siyasetçilerimiz ve müstakbel siyasetçilerimiz alınmasınlar ama üzülerek de olsa Türkiye’de bu anlamda siyasal iradenin henüz yeterince gelişmemiş olduğunu görüyoruz. Özelleştirme yönünde büyük çabalar gösterilirken özerkleştirme açısı unutulmuş görünüyor. Bu konuda mahçup edilmeyi tercih ederiz. Ama tam anlamıyla özerklik talebinin bugünün koşullarında çok gerçekçi olmayabileceği, bu tür bir gelecek müziğini beklerken bir gün çok geç kalınabileceği kaygısını taşıyoruz. Üstelik içinde sıkışıp kaldığımız, soluğumuzu kesen bu padişahlık düzeninden sıyrılıp, kurtulmak, mutlak ve ertelenemez bir gereksinimdir. Dolayısıyla ilerleme sağlayacağını düşündüğümüz bir ara çözüme bir çeşit özerkliğe geçiş uygulamasına yöneliyoruz. 10 yılı aşkın bir süredir, Devlet Tiyatroları bünyesinde geliştirdiğimiz bu çalışmalarımız, bir ara seçenek ön görüyor. Yerinde yönetim anlayışına dayalı göreli bir özerklik. Yani buna görece özerklik ya da yarı özerklik diyebilirsiniz. Ama biz Devlet Tiyatroları sanatçıları içinde bulunduğumuz çıkmazdan kurtulmak için şimdilik bu kadara razı olduğumuzu ifade ediyoruz. Önemli bir ilerleme sağlayacağına inandığımız bu dönüşümün olmazsa olmaz altı hamlesi var. Burada Devlet Tiyatroları kavramının yerine, diğer kurumlarımızın adını yerleştirerek bir anlamda bu hamleleri kardeş kurumlara transpoze etmenin mümkün olabileceğini düşünüyoruz.

1- Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünün Kültür Bakanlığıyla olan ilişkisini daha uygar, daha demokrat ve daha akılcı biçimlemek. Nasıl olacak bu? Somutlayalım. Genel müdür yine kararnameyle ama 3 ya da 4 yıl süreli bir sözleşmeyle göreve gelecek. Görev süresi içinde bu sözleşmeye dayalı olarak göreli bir dokunulmazlığı olacak ve siyasal çalkantılardan bu biçimde etkilenmeyecek. Dolayısıyla daha uzun vadeli politikalar üretebilmek ve bunların sonucunu almak bakımından daha özgür olabilecek. Şimdi bu olmazsa ne olur?

Oturum Başkanı

Sayın LİNÇÇİ ERTEN başlıklar şeklinde söylerseniz sevineceğim. Ayrıntılar deklare edilecektir. Bunu da varsayarak hareket edersek iyi olur. Başlıklar daha yararlı olabilir.

LİNÇÇİ Yücel Erten

Efendim müsaade ederseniz, başlıklar şeklinde sunmayacağım. Bu Devlet Tiyatroları Sanatçıları Derneği’nin bildirisidir. Bu bildiriyi burada sunmak istiyorum. Bu ısrarınızda bir anlam göremiyorum.

Oturum Başkanı

Şu anda 20 dakika konuştunuz zaten. Süreci işletmek gibi niyetimiz var, başkan olarak böyle bir ricada bulunma zorunluluğum var. 15 dakika üst sınır olarak belirlenmiş olmasına karşın, 35 dakikalık bir bildiri okumuşsanız, hazırlamışsanız, müdahale etmek gibi bir zorunluluğum söz konusu. Tabi ki içeriği açısından önemli olduğunu sizin kadar anlıyorum.

LİNÇÇİ Yücel Erten

Efendim Sayın EROL, şu sempozyumun Devlet Tiyatroları yönetiminden 6 kişinin gelip bildiri sunduğunu, Devlet Tiyatroları sanatçılarının da 2 kişiyle katılabildiğini buradaki dengesizliği konu etmiyorum. Yani bağışlayın, belki oturum biraz uzadı. Ben bildirimi sunmak istiyorum. İzin vermiyorsanız, vermeyeceksiniz. Kaldı ki ikinci oturumda İskender Altın bugün oturuma katılamayacağını, bildiri sunamayacağını belirtti. Yani onun yerine birkaç dakikayı kullanmış olurum.

Oturum Başkanı

Efendim, ben son derece hak veriyorum. Ben LİNÇÇİ Yücel beye, Sayın LİNÇÇİ ERTEN'e, izin verir misiniz? Sayın LİNÇÇİ ERTEN'e önerim şudur. Ayrıntılara girmese de anlayabilecek kapasitede bir kurul vardır burada, bu yüzden çok fazla örneklememesinde yarar vardır. Sadece LİNÇÇİ ERTEN'in uzun konuşması üzerine kurulu bir sistemi üretme şansına sahip değiliz. Çok değerli bilgiler olduğunun gerçekten farkındayız. Lütfen sürdürelim ve o anlamda toparlayalım. Hiçbir mesaj ve arka plan içermiyor, bu söylediğim. Sistemin işlemesi gerekiyor, çok teşekkür ederim.

LİNÇÇİ Yücel Erten

1- Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğünün Kültür Bakanlığıyla ilişkisini daha uygar, daha demokrat ve daha akılcı biçimlemek dedik. Bu gerçekleştirilmezse burada sözleşmeli, süreli bir sözleşmeyle göreli bir dokunulmazlık sağlanmazsa sonuçta siyasal iktidarlara, hükümetlere bağımlılık sürüp gider. Siyasal erk nezle olunca Devlet Tiyatroları hapşurur ya da tersi olur.

2- Tek tek her tiyatromuzun genel müdürlüğe olan bağımlılığını daha uygar, daha demokrat ve daha akılcı bir ilişkiye dönüştürmek yani aynı sistemi orada da uygulayarak her tiyatronun ya da operanın neyse sanat yönetmeni müdürünü 3 yıl ya da 4 yıl süreli sözleşmeyle göreve getirmek. Bu süre içinde sözleşmeye dayalı olarak göreli bir dokunulmazlık sağlamak yani her gık dediğinde görevden alınamayacak bir şekilde bir güvence vermek gerekmektedir. Dolayısıyla temel politikalar dışında genel müdürlüğün olumsuz ve yersiz müdahalelerinden etkilenmemesini sağlamaktır. Hem repertuarı, sanatsal tercihleri, hem uygulamaları bakımından belki giderek teknik ve mali olanaklarını değerlendirmesi açısından daha özgür davranabilmesini sağlamaktır. Tersi öteden beri süre merkeze aşırı bağımlılıktır. İyi sonuçlar vermediğini görüyoruz. Düşünün bugün 12 kentte tiyatrolarımızın müdürleri var. Salt genel müdürün keyfine bağlı olarak her an değiştirilebilirler. Yani genel müdür filancının piyesini oynamadın, falan yerde.... İşte benim düşünceme karşı çıktın yahut falanca sempozyumda şöyle şöyle düşünceler öne sürmüşsün gibi bir gerekçeyle birden bire her türlü müdürümüzü görevden alabilir. Daha dün 8 ilimizde yerleşik tiyatromuz vardı. Bugün 12 ilde 30 tane tiyatromuz var. Yarın diyelim ki 30 ilde 50-60 tane sahnemiz olacak, peki o zaman daha bütün bu tiyatrolar merkezdeki bir genel müdürün kararları ve tercihleri ile mi yönetilecek. Bunun bir mantığı olmadığı açıktır.

3- Yerinden yönetim anlayışına dayalı birimleşmeyi sağlamak. Bölgelerimizdeki tiyatroların her birini bir birim saymak ve büyük kentlerimizdeki yapısal bozukluğu da birim tiyatrolara bölerek onarmak. Her biri için yönetim kurulları oluşturmak. Evet, burada örnekleyecek önemli bir şey yok.

4- Zaman zaman sansür ya da servis mekanizması haline gelebilen edebi kurulu kaldırmak. Öyle sanıyoruz ki bu konuda da uzun söze gerek yok. Çünkü kaldırılmasının doğru olacağına artık edebi kurul üyeleri bile savunur hale geldiler.

5- Beşinci hamle çalışanlara çalıştıkları bölgeye ve üretimleriyle başarılarına göre farklı ücret uygulamaktır. Bunu da ayrıntısına girmeden geçiyorum. Çünkü tersi testiyi kıranla suyu getireni, hatta bazen testiyi götüren var. Yani onların hepsini bir saymak anlamına gelebilir. İşte memur zihniyetine, kayırmacılığa, adam sendeciliğe, dostlar alışverişte görsüncülüğe pirim vermek anlamına gelir.

6- Merkez yönetimiyle birimlerin ilkeleri, önerileri, sorunları, çözümleri, yönetmelik, yönerge, genelge, program taslaklarını en az yılda iki defa ve periyodik olarak, demokratik bir çerçevede değerlendirip, irdeleyebilecekleri bir koordinasyon oluşturmak. Bu koordinasyon kurulu ön gördüğümüz bu yapıda, bu konuların, yani doğal ki konuların yurt çapındaki ölçütlerini merkezi yönetim belirler. Genel müdürlük belirler.

Ama bunları bugüne kadar olduğu gibi süregelen merkezci tepeden inmeci bir anlayışla yapmasın da diyoruz. Demokratik bir ortamda açıkça konuşup, tartışılarak, bilgilenerek, görüş alarak, yöntemler geliştirerek ve demokratik yöntemlerle sonuçlandırarak yapsın diyoruz. Bunun yeri bu koordinasyon kuruludur. Burada her tiyatro kendi özel durumunu, isteklerini, çekincelerini herhangi bir engelle karşılaşmaksızın dile getirebilmeli. Ölçütleri sorgulayabilmeli, öneriler geliştirilebilmelidir. Bu yolla genel müdürlüğe tavsiye kararları sunabilmeli, alabilmelidir. Bunların ışığında da kurumun kısa, orta ve uzun vadeli sanat ve yönetim politikaları saptanabilecektir.

Şimdi zorunlu görünen bu altı adım Devlet Tiyatrolarındaki 10 yıllık bir çalışma ve birimin sonucunda ortaya çıkmış bir konsensüstür, diyorum. Şunu tekrarlamak altını çizmek zorundayım. 1991 Birinci Tiyatro Kurultayında, 1991 Mersin Seminerinde, 1992 Yasa Taslağında, 1993 Yasa Tasarısında, 1995 Değişiklik Tasarısında, 1996 Devlet Tiyatroları Yasa Komisyonu Sonuç Belgesinde, 1997 İkinci Tiyatro Kurultayında asgari müşterek olarak benimsenmiş, paylaşılmış görüşlerdir. Bu kadar unutkanlığın da bir manası yoktur yani. Son bir dilekle bitiriyorum. Sabrınız için teşekkür ederim.

Dileğimiz şu: Şimdi genellikle bu tür toplantılarda bizzat benim bildirim sırasında yaşandığı gibi çok çeşitli konuları bir arada ve kısa sürede tartıştığımız için gündem bakımından böyle bir yığılma yaşanıyor. Bu yığılma için de çözümler oluşturmak bir yana sorunların öncelikler sırasını bile sağlıklı bir biçimde yapmak mümkün olamıyor. Şimdiye kadar ki pek çok toplantıda, bu durum dile getirildi ve şu dileklerde bulunuldu. Yani daha konsantre alanlarda sözgelimi aynı toplantının, aynı sempozyumun, aynı kurultayın içinde işte tiyatro operası, çocuk tiyatrosu, yazarlık, amatörler bilmem hepsini birden tartışmayalım da konularımıza bir çerçeve içinde yaklaşalım, diyelim ki salt ödenekli tiyatrolar konusunda bir kurultay, bir sempozyum düzenleyelim. Bu konularda sonuç bildirgelerine girmiş olan kararlar vardır. Biz tabi Bakanlığımızın bu girişiminin bu yolda çok önemli bir ilerleme sayıyoruz. Çünkü hakikaten burada bir ölçüde daraltılmıştır. Ama önümüzdeki süreçte daha daha daraltılması ihtiyacı vardır. Dolayısıyla irdeleyici, aydınlatıcı, çözümleyici toplantıların, kurumların her birine yönelik olarak düzenlenmesi ihtiyacını dile getirmek istiyoruz. Devlet Tiyatroları kardeşlerinin arasında eni ve boyu bakımından en büyük olduğu için de ilk toplantının Devlet Tiyatroları için düzenlenmesini rica ediyoruz.

LİNÇÇİ Tamer Levent

Sayın LİNÇÇİ ERTEN, Devlet Opera ve Balesinin ayrılması tartışmaları sırasında yaptığım oturum başkanlığı esnasında konuyu geçiştirme yanlısı olduğuma dair bir belirlemede bulundu. Bu son derece hatalı. Çünkü yanımda Sayın Turan KARAKAŞ da oturuyordu. Konunun derinlemesine tartışılması gerektiğini, bir yeterlilik haline geldiğini düşündüğüm için o sözü kullandım. Bu yani, hadi bunu geçiştirelim anlamına gelmedi. Bir de Sayın LİNÇÇİ ERTEN şahsımla ilgili bir şey söyledi. Ama anlayamadım, fakat burada saymış olduğu kurultaylar ve bildirgeler ve yasa çalışmalarının %70’i LİNÇÇİ TOBAV çatısı altında yapılmıştır. Acaba LİNÇÇİ TOBAV'ın varlığı mı sayın LİNÇÇİ ERTEN'i rahatsız etmektedir, şaşırdım yani. Onu belirtmek istedim.

Oturum Başkanı

Peki, çok teşekkür ederiz, Sayın LİNÇÇİ LEVENT. Bir saniye, efendim ben anlayışları için Sayın LİNÇÇİ ERKAL'a, LİNÇÇİ Genco ERKAL'a, Sayın IRMAK’a ve Sayın BAYRAŞA’ya, Sayın LİNÇÇİ ERGEN’e, Sayın KAYAOKAY’a ve LİNÇÇİ Tamer LEVENT’e teşekkür ederim, Sayın LİNÇÇİ ERTEN. Şimdi bu oturumu kapayarak, bir yeni uygulamadan, uygulamaya başlamak üzere izninizle bir durumu bildirmek istiyorum. Eğer izin verirlerse 7’nci oturumdaki değerli konuşmacılarımızın, gerçekten çok anlamlı ve içerikli konuşmalar yapacağını biliyoruz. Ancak sadece ve yalnızca burayı altıda terk etmek zorunda olduğumuzdan kent dışından gelen konuşmacılarımıza konuşma hakkı vererek, diğer konuşmacıları cumartesi sabahına almak gibi bir teklifimiz kendileri tarafından nasıl karşılanır. Ben tek tek sormak zorundayım. Sayın KARADAĞ, tabi olabilir deniyor, Murat ATAK burada mı acaba? Zeliha hanım zaten kent dışından geldiler. Ferdi MERTER bey burada mı acaba?

Oğuz Budak

Ben konuşma yapmayacağım.

Oturum Başkanı

Efendim bir kez de mikrofondan yapmama gerekçenizi duyabilir miyiz? Sayın Oğuz BUDAK.

Oğuz Budak

Zaman kısıtlı olduğu için diğer konuşmacılara bırakıyorum.

Oturum Başkanı

Cumartesi sabahı yapmama gibi.

Oğuz Budak

Hayır, bildirimi vermiştim, ben cumartesi de gelmeyeceğim.

Oturum Başkanı

Tamam peki. Bu kabul, yani yapılmasını arzu ederdik.

İzleyicilerden

Sayın EROL. Usul hakkında bir şey söylemek istiyorum. Biraz önce oturumu açtığınızda oturum sonunda sorular yöneltebileceğimizi söylemiştiniz. Katılımcılar, bizleri çok önemli bir konuda aydınlatıyorlar. Üstelikte Bakanlık görevlerinin de bulunduğu bir toplantıda. Biz de kendi alanımızın, meslek alanımızın sorunlarıyla ilgili bu değerli toplantıya katılabilmek için en az 400 küsür kilometre yaparak burada bulunuyoruz.

Oturum Başkanı

Peki nereden geldiğinizi öğrenebilir miyim?

Oktay Koruna

İstanbul’dan geliyorum. İstanbul LİNÇÇİ TOBAV temsilcisiyim. İki sorum var. Birbiriyle bağlantılı ve alanla ilgili.

Oturum Başkanı

Kime sormak istiyorsunuz?

Oktay Koruna

Sayın LİNÇÇİ Yücel ERTEN ve LİNÇÇİ Tamer LEVENT’e.

Oturum Başkanı

Peki, kısa olmak koşuluyla, kısa yanıtlanması koşuluyla, lütfen.

Oktay Koruna

Sayın LİNÇÇİ ERTEN muhtemelen DETİS üyesi ve temsilcisi olarak yaptığınız konuşmada, sanat yaparken özgürlüklerin belirlenmesinde, elimizde bulunacak temel kaynağın, altını çizerek söylüyorum, 82 Anayasası olduğunu da vurguladınız. Bu Anayasa içinde yer alan ve LİNÇÇİ TOBAV Genel Başkanı Sayın LİNÇÇİ Tamer LEVENT’in sürekli yinelediği 64’üncü maddede yer alan temel çelişkilere rağmen nasıl bir restorasyon düşündüğünüzü, bu noktadan da bakarak biraz açabilirmisiniz sorusunu yöneltmek istiyorum, bu birinci soru. Ayrıca görüyorum ki meslek alanı içinde çalışanlardan, çalışanların ya da meslek alanı içinde çalışanlardan oluşan sivil toplum örgütlerinin alanın sorunlarına bakışları uyarı ve önerileri sağlıklı çözümlerin oluşmasına ışık tutacak doğrultudadır. Aslında konu, kurum ve kuruluşların özel sorunlarını aşacak boyuttadır. Bu yüzden de konuya özel ve öznel tespitler noktasından çok genel ve nesnel tespitler noktasından bakmakta yarar olacaktır. Alanı saran hastalıklardan kurtulmak için acilen meslek tanımlarının yapılmasında ulusal sanat konseyinin oluşturulmasında yerinden yönetim konusunu açılarak açımlanmasında yarar vardır. Bir anlamda LİNÇÇİ TOBAV’ın öneri modelinde oluşturduğu bu düşüncenin açımlanması konusunda Sayın LİNÇÇİ Tamer LEVENT’e bu konuyu açmaya davet ediyorum.

Oturum Başkanı

Efendim, ben burada izin verirseniz sayın kurula olan saygım ve işlemekte olan bu bilgi alışverişini daha sağlıklı götürmek adına, biraz da deneyimlerimize yaslanarak sizin sorunuza yanıt verilmesine izin vermemek istiyorum. Aslında bütün yapmaya çalıştığımız, burada bütün düşüncelerin kendi içsel kimliğini ve yaklaşımın özünü yansıtmalarını sağlamaktır. Şimdi bu bağlamda diğer konuşmacıların konuşmalarına izin verilmemesinin hiçbir mantığı olamaz. Saat altıda biz burayı terk etmek durumdayız. Bu durumda bu süreç işlemesi gerekir. Elbette teknik olarak çok daha mükemmel yapılabilir, koşullar olabilir. Ama bizim yapabildiğimiz, yapılabilen budur. Anlayışla karşılanmasını rica ediyor, bu oturuma son vererek diğer oturumda yer alacak konuşmacıları çekinmeksizin davet etmek istiyorum.


Eklenme Tarihi: 25.07.2005 Güncellenme Tarihi: 06.08.2005

İlgili Birim: Kültür ve Turizm Bakanlığı

(Kaynak: Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı)


***


Ayrıca bakınız:

LİNÇÇİ Ertuğrul Timur, öznesiz tümce kuruyor!

Yalan makinesi ve küfürbaz Mustafa Demirkanlı'nın sözde küfre karşı kampanyasına alet olanların imzaladıkları metni ve alet olanları teşhir ediyoruz!

Linç imzacıları listesi