16 Ekim 2010 Cumartesi

Düşünce kelliğine karşı müthiş buluş: Üfürükçülük!

Kel: Saçı dökülmüş
Kellik: Kel olma durumu

Üfürük: Üfürülerek verilen soluk
Üfürükçü: Okuyup üfleyerek hastalıkları savdığını ileri süren ve böylece bilgisiz kimseleri dolandıran düzenbaz kimse
Üfürükçülük: Üfürükçünün işi

(Kaynak: VikiSözlük)


***


LİNÇÇİ Oyun Atölyesi'nin LİNÇÇİ yönetmenlerinden Kemal Aydoğan tarafından kaleme alınmış aşağıdaki yazıyı okuyunca, rahmetli babamın diline âdeta yapışıp kalmış önemli sözlerden biri geldi:

"Tut sikinden vur duvara!"

Henüz eline hiç kalem almamış, gençliğinde bir kıza aşk mektubu yazabilecek kadar bile yazınsal becerisi gelişmemiş olduğu ayan beyan ortada duran Kemal Aydoğan'ın, ivedilikle bir "yazarlık kursu" tabelası asılı bir mekâna iltica etmesi gerekir. Eğer, böyle bir tabela göremez, böyle bir mekân bulamazsa, LİNÇÇİ kimliğini yırtıp atma koşuluyla, sosyalist sanatçı Hilmi Bulunmaz'ın yönetimindeki "yazarlık çalışmaları"na, hiçbir ücret ödemeden derhal katılabilir!

Koskoca(!) LİNÇÇİ Oyun Atölyesi, yazınsal özürlü, düşünce kelliği içerisindeki LİNÇÇİ Kemal Aydoğan'dan medet umuyorsa, bence, bir an önce kepenk indirse, çok daha yerinde bir iş yapmış olur!

Gerçi...

LİNÇÇİ Oyun Atölyesi, benim, halkımın, tüyü bitmemiş yetimin verdiği vergilerle beslenen Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı'dan kopardığı sadakayı alamasa; gazeteye verdikleri reklâmların paralarını Efes Pilsen'den tıkır tıkır cukkaya indirmese, değil oyun sahnelemek, tiyatrolarında bulunan "içki" satış yerini bile işletemez!...


***


LİNÇÇİ Kemal Aydoğan, "cevap yazısı"nın ilk tümcesinde diyor ki:

"Eleştiri yazanlara genellikle cevap verme ‘huyumuz’ yoktur."

LİNÇÇİ Kemal Aydoğan'ın iddiasının tam tersine, "gerçek eleştiri" yazanlara karşı, her zaman için, "cevap verme" huyları var.

Örnekse...

Melih Anık, gayet düzeyli bir biçimde, LİNÇÇİ Oyun Atölyesi'ni eleştiren "Oyun Atölyesi - Testosteron: Soytarılar Panayırı" adlı bir eleştiri yazısı yazmış ve bu yazısını LİNÇÇİ tiyatrodunyasi.com sitesinde yayımlamıştır. Bu ciddi ve düzeyli eleştiri yazısı yayınlanır yayınlanmaz, LİNÇÇİ Oyun Atölyesi'nin "adamları", âdeta, Sayın Melih Anık'ı "yazı yağmuru"na tutmuşlardır. Bu durum karşısında, LİNÇÇİ tiyatrodunyasi.com sitesinin yayıncısı LİNÇÇİ İsmail Can Törtop, "hamamın namusu"nu kurtarmak için, şöyle bir açıklamayla, daha önce başlattığı "yorumlar" bölümüne son vererek, sansürcülüğünü bir kez daha kanıtlamıştır:

"BU YAZI YORUMA KAPANMIŞTIR. YAPACAĞINIZ YORUMLAR YAYINLANMAYACAKTIR!"

Peki, Melih Anık'ın son derecede düzeyli bir dille kaleme aldığı bu eleştiri yazısının hemen altındaki "yorumlar" bölümüne, LİNÇÇİ Oyun Atölyesi'nden kimler "yazı hokkası" muamelesi yapmış?

Sayın Melih Anık'ın eleştirdiği Testosteron oyununun yönetmen asistanı Gözde Kırgız, sahne tasarımcısı Bengi Günay, bu oyunun oyuncuları Fırat Tanış, İnan Ulaş Torun, Mert Fırat...

Melih Anık'ın düzeyli eleştirisine asla tahammül edemeyen Testosteron oyununun yönetmen asistanı Gözde Kırgız diyor ki (Yazının, hiç olmazsa okunur hâle gelmesi için, yazım kurallarına müdahale ettik. Yazının, yazım kurallarına uygun olmayan özgün hâlini okumak için, Sayın Melih Anık'ın yazısını tıklayabilirsiniz; "Oyun Atölyesi - Testosteron: Soytarılar Panayırı"):

"Ah tasarımcı Bengi Hanım, ah ah oyuncu Fırat Bey! Nedir bu şiir, şarkı, nedir bu kelime oyunu merakı! İroniyi beceremediğinizi, yansıtmayı başaramadığınızı göremediniz mi hâlâ? Derdinizi sahnede göstererek bile anlatamamışken, yazıyla devam ettirdiğiniz bu inat niye? Ah Ulaş Bey, bu ne hırs! Ah Oyun Atölyesi! Bu ne faşizm, bu ne ucuzluk, basitlik böyle! Ayşe Teyze’ye, Ahmet Amca’ya anlattık da, siz neden anlamak istemiyorsunuz Melih bey? Biz, sizin için, biraz basit kaçtık galiba? Tabakta suyumuz buharlı, kusura bakmayın Melih bey. Balladyna’nın musluğundan akıtsaydık oysa, buz gibi olacaktı ama beceremedik Melih bey. Size layık olamadık. Bula bula, Lady Macbeth’in musluğunu bulabiliyoruz; onun kanlı ellerini anabiliyoruz.

Öncelikle bir senarist ve sinemacı olan Saramonowicz anmıyor -o olsaydı anan, siz bilirdiniz çünkü. Çünkü siz ne de olsa, internette kısa ve kolay yolculuklar yapabiliyorsunuz herkes gibi- biz, ancak Lady Macbeth'in musluğunu bulabiliyoruz. Biz, Miller demiyoruz. Ah, biz yok muyuz biz. Miller deyince Polonya başbakanından bahsettiğimizi herkesin bileceğini düşünemiyoruz. Sadece başbakan demekle yetiniyoruz. Mann ile Materna'nın talk show'unun Türkiye’de ne kadar popüler olduğunu unutup, şu cüretimize bakın ki onu da değiştiriyoruz.Wilcy Szaniec deyince, elbette ki Hitler’in sığınağından bahsedildiğinin gözden kaçmayacağını düşünemiyoruz. Polonya toplumunun Hitler’le ilişkisinin, biz Türklerle aynı düzlemde olduğunu neden anlamak istemiyoruz? Ama siz de haklısınız anlamamakta Melih Bey. Biz ayakkabılarımızı boyamak yerine, anlaşılmamak adına elimizden geleni yapıyor, kendi cumhuriyetimizde, çeşitli şaklabanlıklar ve komikliklerle bir soytarılar panayırı işletiyoruz. Tiyatro olmaktan çok uzak, ancak bir "gösteri"nin peşinden koşuyoruz. Bakın şu yaptığımız işe Melih Bey! Bununla da yetinmiyoruz, 7 tane koca koca adamın pantolonlarını indirip, seyircinin beklentisini arttırıyoruz. Terbiyesizliğimize doymuyoruz. Buna fallustu, savaştı, erkti, erkekti diye, dar ufkumuzla kılıf uydurmaya kalkıyoruz. Bu sahne saçmalığına -ufkumuzun darlığından, genç(!) tiyatro yöneticimizin(!!) yüzeyselliğinden olsa gerek, ancak sözde bir Tarantino vahşetiyle felsefi derinlik katmayı planlıyoruz. O, en çok kadınların güldüğü, kadınları aşağılayan esprilerin amacını, aslında ne demek istediğimizi, siz anlamadığınıza göre, anlatmayı beceremiyoruz. Biz anlatamadığımız için, seyirci de anlamıyor. Onca kahkaha, alkış ve övgü dolu cümlelerini bonkörce savuruyor; çünkü aşağılanmaktan zevk alıyor. Çünkü ortada ne oyun var, ne oyunculuk, ne dekor var, ne kostüm, ne reji var, ne anlam Melih Bey. Sadece soytarılar, uyumsuz ve tekdüze bir şarlatanlar orkestrası. Zaten pantolonlarını indirmiş 7 adamdan, başka ne gibi bir anlam çıkarabiliriz değil mi Melih Bey? Özür dileriz. Siz çok iyi anlamışsınız da, ah işte, biz yok muyuz biz. Biz hiçbir şey anlayamamışız Melih Bey. Biraz hazım. Evet Ziya Bey. Kimsenin dokunulmazlığı yok elbette. Oyun Atölyesi hiçbir eleştiriyle yıkılmaz. Evet, evet Ziya Bey. Oyuncular, oyunculuklar, dekor, kostüm, reji elbette eleştirilebilir Ziya Bey. Siz hiç merak etmeyin, biz sıkmıyoruz canımızı. Mesele ne eleştirilmek, ne de alışık olunmayan bir olumsuzlukla karşılaşılınca saldırganlaşmaktır Ziya Bey. Ama Melih Bey’in satır aralarında söylediği o "pek çok doğru şeyler" nedir acaba? Evet Mert Güven Bey? Biz aslında susup, edepli edepli oturmalı, örtüyü hiç kaldırmamalıydık değil mi Mert Bey? Bizim ayaklarımız yere basmıyor, özür dileriz Mert Bey. Söyleyecek daha çok şey var da, sevgi duvarına duvarına başımı vurmak istiyorum Ziya Bey."

(HB)

Sürecek!...


***


Oyun Atölyesi’nden cevap var


Gazetemizin 12 ekim salı günkü nüshasında Ferhat Uludere’nin ‘Bir Heves Bir Kalas’ köşesinde yazdığı ‘Macbeth bizi kesmez’ başlıklı yazıya, oyunun yönetmeni Kemal Aydoğan’dan cevap geldi. Cevabı olduğu gibi yayımlıyoruz.

Eleştiri yazanlara genellikle cevap verme ‘huyumuz’ yoktur. Eleştiri ise söz konusu olan, herkes dünyayı başka başka görür ve başka başka değerlendirir. Bunda anlaşılamayacak herhangi bir şey yok. Ancak eleştiri maksadının dışına çıkıldığında, o eleştiri yazdığını sananlara bir iki kelam etmek, ‘yargısız infazlara’ kurban gitmemek boynumuzun borcudur.

Yazınızdaki metin ve oyun bağlamındaki ifadeler ve değerlendirmeler sizin görüşleriniz olarak kabulümüzken, 11 yıllık birikimin hem de ‘sanki’li bir cümleyle (çünkü kendini korumaya çalışmanın sığlığıdır ‘sanki’) yok olduğunu ilan etmeyi kabul etmemiz mümkün değildir. Sizin OyunAtölyesi’nin hiçbir oyunu hakkında herhangi bir değerlendirme yazınız ‘kayıtlara geçmiş’ değilken, 11 yılını hangi bilgiyle değerlendiriyorsunuz acaba? Hangi kıyas yöntemlerini kullanıyorsunuz? Böylesine ‘taammüden’ cürmü içeren bir cümleyi gazetenize başlık yapmak nasıl bir anlayışın işidir acaba? Yazınızdaki “sevincin” kaynağı nedir? Hangi uzlaşılar içinden yazıyorsunuz? Siz ne yapmak istediğinizi belli ki çok iyi biliyorsunuz sevincinizle, ancak biz bunu bilmiyoruz. Yapmak istediğiniz ve dolayısıyla yaptığınız şeyin ne insanî ne de meslekî olarak ‘ahlakla’ bağdaşır bir yanı yok. Sizi ve gazetenizi bu haddini bir hayli aşan cümlenizi anlamaya ve özür dilemeye davet ediyoruz.

Not: Hrant Dink ‘tek yetkilisi’ unvanını nereden aldınız acaba? Taraf gazetesi için söylenen “Amma uzattınız be ya şu Ergenekon falan meselelerini. Tavsattınız, tadını kaçırdınız” zihniyetiyle aynı yere düşmüyor musunuz?

(Kaynak: Taraf)