25 Ağustos 2010 Çarşamba

Hızla, hem de şimşek hızıyla çürüyen Türkiye tiyatrosunun soluğunu duyumsamadığım Kahramanmaraş'ta bulunmaktan, emekçilerle sohbet etmekten memnunum!

Yukarıdaki fotoğrafı, dün akşam, saat yirmi iki sularında çektim. Kahramanmaraş Öğretmen Evi'nin altıncı katındaki altı yüz bir numaralı odadan çektiğim bu fotoğrafta, zifiri karanlığı aydınlatma çabası içerisinde bulunan evlerin mütevazı ışıklarının yanı sıra, Kahramanmaraşı'ın en yüksek tepelerinden birine kondurulmuş "görkemli" caminin minarelerini süsleyen ışıkları da görebilirsiniz.


***


(...)

Adana,
............Antep,
......................Urfa,
.............................Maraş:
..................................düşmüş
...........................................dövüşüyordu...

(...)

Ateşi ve ihaneti gördük.
Dayandık,
dayandık her yanda,
dayandık İzmir'de, Aydın'da,
Adana'da dayandık,
dayandık, Urfa'da, Maraş'ta, Antep'te.

(...)

Nâzım Hikmet


***


Hilmi Bulunmaz
25 Ağustos 2010


Onlarca yıldır Kahramanmaraş'a gelirim. Yüzlerce kez gelmiş olduğum Kahramanmaraş'tan çok memnunum. Kahramanmaraş'a her geldiğimde, içime büyük bir ferahlık, korkunç bir özgüven ve düşüncelerimin sarmalına Kemal Tahir'le Nâzım Hikmet konuk olurlar. Bu "ferahlık", bu "özgüven", bu "Kemal Tahir'le Nâzım Hikmet" sözleri, ruhumun zenginliğine neden konuk olurlar? Bu sözlerin içerdiği kavramların ivmelendirmesi sonucu, birkaç günlüğüne de olsa, kendimi neden Kahramanmaraşlı gibi hissederim? Sanırım, bunu açıklayabilmem çok zor!

Kahramanmaraş'a her gelişimde, kendimi, yapay yaşamların yapıntı görselliğinden uzaklaşmış olarak bulurum. Ruhumun dağarcığına, sürekli olarak "Memleketimden İnsan Manzaraları" türküleri eklenir. Beynimin en ince kıvrımlarına dek "Bozkırdaki Çekirdek" ekilir. Anadolu insanının tüm yanlış siyasal tavırlara ödün vermesine karşın, emperyalizmin dayattığı kültürel erozyona uğramamak için, âdeta hayatı durdurduğuna tanık olmak, özgüvenimin sağlamlığını artırır.

Ben, ayda bir kez Kahramanmaraş'a gelip iki üç gün kalıyor ve kendimi müthiş bir biçimde yeniliyorum. Bu kente gelmemin asal nedeni, burada bir "işyeri" sahibi olmam. Mülkü de kendimize ait olan ve kentin tam göbeğinde bulunan işyerimizi, Kültür Bakanlığı çanağı yalayarak, Efes Pilsen tezgâhtarlığı yaparak, Lions ödülleri almanın getirdiği "bir tatlı huzur"la değil, tamamıyla kendi becerilerimizle elde ettik.

Biz, defolu oyunları Devlet Tiyatroları dramaturglarının cehaletinden kaynaklanarak DT'ye yutturmaya asla yeltenmedik.

Biz, sosyalist sanat yapabilmenin önkoşulu olarak, kendi ticaretimizden elde ettiklerimizi, tiyatro sanatına yatırmayı ilke edindik. Resmî ve/ya gayri resmî faşizmin bütün dayatmalarına karşın, biz bildiğimiz yoldan dönmedik. Emin adımlarla, ağır ağır "Uzun Yürüyüş" içerisinde bulunmaktan son derecede memnunuz.

Pamuğuyla meşhur Kahramanmaraş'ın yüzde altmış sekizi AKP'ye oy vermesine karşın, bu desteğin ne kadar zayıf bir destek olduğunu görebilmek ve pamuk ipliğine bağlı bu desteğin, her an değişebileceğini sezmek beni çok mutlu ediyor. Bu minval üzere, Kahramanmaraş'taki dostlarla saatlerce sohbet ediyor, onlarla ticaret yapıyor, dünya halklarının baş düşmanı Amerikan emperyalizmi olduğu konusunda, en azından sözel anlamda onlarla mutabakat yapabiliyoruz.

Kahramanmaraş ahalisi, çürüyen, küflenen, ceset hâline gelen Türkiye tiyatrosunu hiç, ama hiç tanımıyor, hiç tınmıyor. Anlatmaya çalıştığımızda da, "Git işine abi ya, senin cesetlerle uğraşmaktan başka işin yok mu?" diyerek kestirip atıyor.