5 Ağustos 2010 Perşembe

Ataol Behramoğlu, LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun "Çığ"ını ya okuyunca anlamamış yada "'Çığ' aslında nedir, neyi sarsıyor?"u asla okumamış...


Oyun'un notu: Ataol Behramoğlu'nun kaleme aldığı aşağıdaki paragrafta bulunan "daha" sözcüklerini, biz kalın hâle getirdik!


***


Yukarıda fotoğrafı görünen Ataol Behramoğlu demiş ki:

"Tuncer Cücenoğlu halkın yazarıdır... Nefes alıp verir gibi bir doğallıkla yazıyor oyunlarını. Gösterişe prim vermeksizin, ün tutkusuna kapılmaksızın. Daha doğru, daha güzel bir insanlığı, daha mutlu bir Türkiye'yi özlüyor. Buna karşın 'didaktik' olmamayı da başarabiliyor. O asık yüzlü değil, iyi kalpli bir öğretmen gibidir. Güldürerek, şaşırtarak, sevindirerek, sorular sordurarak, nasıl daha doğru dürüst insan olunabileceği konusunda düşünmemizi sağlayan..."
(Kaynak: tiyatronline.com, "TUNCER CÜCENOĞLU'NUN CHE'Sİ. TÜRK DRAMATİK SANATINDA CHE GUEVARA, Darya PASEÇNİK...")


***


Bir şairin, günlük bir gazetede yazı yazmasını asla yadırgamıyorum.

Ancak...

Günlük bir gazetede yazı yazmak, ister istemez yirmi dört saatlik dilimlerle düşünmeyi dayatıyor!

Yirmi dört saatlik dilimler hâlinde düşünmeye başlayan herhangi bir kişi, ister yazar olsun, isterse tanınmış bir şair, nesnel koşulların dayatması sonucu, başlıyor beylik sözlerle sloganımsı deyimler arasında hamak kurup sallanmaya.

Çünkü...

Zaman dayatıyor... Ritm dayatıyor... Devinim dayatıyor... Yüzey dayatıyor... Düzey dayatıyor... İlinekler, ilintiler ve ilişkiler dayatıyor... O gazetenin bağlı ve bağımlı olduğu kapitalist kuruluşların "meta estetiği"ni canlı tutan "reklâm mantığı" dayatıyor...

Yani...

Nesnel koşullar dayatıyor!

Ataol Behramoğlu da, bu nesnel koşulların dayatmasından nasibine düşeni alıyor ve orta zekâlı, orta sınıf okurlara, orta karar bir söylem geliştirmek zorunda kalıyor. Hattâ daha yerinde bir deyişle, "siyaseten hamaset" yapmanın ötesine gidemiyor.

Neymiş?...

"Tuncer Cücenoğlu, halkın yazarı"ymış!...

Ataol Behramoğlu, ya LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun oyunlarını(?) okumamış yada halkı tanımıyor. Bize göre, bu halk, LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun düzensiz, düzlemsiz ve düzeysiz oyunlarını asla "hak etmiyor" ve bu halk, LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun oyunlarını bize kakalayan Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'na, hiç istemediği hâlde, devletin dayatması sonucu, "seve seve olmasa da söke söke" verdiği vergilerle "destek sunmak zorunda" kalıyor!

Yani...

LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu, Ataol Behramoğlu'nun iddia ettiği gibi, vergi veren halkın yazarı değil; bu halktan zorla aldığı vergileri, LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun "Akdeniz Evleri"ndeki villasına kanalize eden devletin yazarıdır!

Neymiş?...

"Nefes alıp verir gibi bir doğallıkla yazıyor"muş!...

Ataol Behramoğlu, ya nasıl oyun yazıldığını bilmiyor yada nefes alıp verme konusunda hiç kafa yormamış. "Nefes alıp verir gibi bir doğallıkla" metin yazıldığında, o metin bir oyun metni olmaz. Sadece ve sadece, nefes alma ritminin kağıda dökülmüş hâli olur yada "Çığ" gibi insan zekâsına aykırı ucube bir metin üretilmiş olur!

Neymiş?...

"Gösterişe prim vermeksizin, ün tutkusuna kapılmaksızın" yazıyormuş!...

Ataol Behramoğlu, LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu'nun, özellikle Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte, "sosyalizmin cesetine üşüşen sinekler gibi", bu coğrafyadan beslenen diğer kapitalistler benzeri, nasıl da "gösteriş ve ün" peşinde olduğunu anlayabilmek için, sadece Internet sitelerindeki kendini "pazara sunup meta estetiği olarak lanse etme" konusundaki başarısına şöyle bir göz atsa, bu tür düzeysiz, bu kadar anlamsız bir söylem geliştirmeyebilirdi.

Neymiş?...

"Daha doğru, daha güzel bir insanlığı, daha mutlu bir Türkiye'yi özlüyor"muş!...

On sekiz yaşındaki herhangi bir yeni yetme sosyalizm sempatizanı genç bir şair adayı, yukarıdakine benzer bol kepçe "daha"lı bir tümce oluştursaydı, o genci anlayışla karşılar, hattâ daha ileri giderek, sürekli olarak yazı yazmasını isteklendirip ivmelendirmek için, o genç şair adayını yüreklendirebilirdim. Ancak, yukarıdaki tümceyi yazan tanınmış bir şairse ve hiçbir içerik değeri taşımayan, bol kepçe "daha"lı sözcüklerle oluşturulmuş ve hiçbir yaşamsal değeri bulunmayan, düzeyi düşük, derme çatma böyle bir tümceye güler geçer yada bu tümceyi içeren paragrafı "ameliyat masası"na yatırırım...

Neymiş?...

"Buna karşın 'didaktik' olmamayı da başarabiliyor"muş!...

"Didaktik" olmak ne demektir? Didaktik olmak, sosyalizmi, sosyalist mücadeleyi büyük bir sabırla kitlelere anlatmak için, bir yazarın "özel yaşamını bile feda etmesi" midir? Eğer öyleyse, bu kötü bir durum mudur?

Neymiş?...

"O asık yüzlü değil, iyi kalpli bir öğretmen gibi"ymiş!...

Nasıl bir öğretmenlik bu? "İyi kalpli bir öğretmen gibi" olmak, Türkiye'nin tek sosyalist profesyonel tiyatrosunun yöneticisi Hilmi Bulunmaz'la, "Theope" adlı "Everest"i dramatik edebiyat evrenine armağan eden gerçekçi yazar Coşkun Büktel'in LİNÇ KAMPANYASI tecavüzüyle bertaraf edilmesi için büyük bir çaba harcamak mıdır?

Neymiş?...

"Güldürerek, şaşırtarak, sevindirerek, sorular sordurarak, nasıl daha doğru dürüst insan olunabileceği konusunda düşünmemizi sağlayan"mış!...

Ataol ağabeyciğim, senin iyi bir yazar olduğunu, hattâ bir yazar olduğunu, şimdiye dek pek içime sindirememiştim. Ancak, şiirlerinin etki gücü ve özellikle Rusça'dan yapmış olduğun çeviriler nedeniyle, senin iyi bir yazar olmadığını, hattâ bir yazar olmadığını, hiçbir zaman, hiçbir yerde söylememiştim.

Nasip bugüneymiş...

Sürekli olarak, "daha" sözcüğünü yazılarına serpiştirerek, yerinde kullanılmadığında yazıyı ağırlaştıran, bayağılaştıran, çamurlaştıran, sıradanlaştıran bu ve buna benzer sözcükleri birer "cankurtaran simidi", birer "oksijen çadırı", birer "joker kartı" gibi algılayan bir imge yoksunu olduğun, benim için bir kez daha kanıtlanmış oldu. LİNÇÇİ Tuncer Cücenoğlu gibi bir düş, düşün, düşüngü, düşlem yoksunu sözde yazarın bir "meta estetiği" olarak tiyatro dünyasını kirlettiği bir süreçte, orta zekâlı ve orta sınıf insanlara yönelik olarak yazdığın savruk ve "daha"lı orta karar yazılarından gına geldiğini ilk kez olarak, burada, okurlarımın karşısında, tüm sanat kamuoyuna duyurmuş olayım. (HB)


***


Ayrıca bakınız: "'Çığ' aslında nedir, neyi sarsıyor?"