19 Temmuz 2010 Pazartesi

Kürt müsün Lan Sen!


Onur Caymaz


Üniversiteden sonra çalıştığım ilk yerde bir faşist tanıdım. Çok garip bir huyu vardı. Birilerini sevmiyorsa, birilerinin yaptığı işi beğenmiyor ya da düşüncelerini hafiften “anarşik” buluyorsa hemen kızar, sorardı: “Kürt müsün lan sen?” Kürtlere kuyruklu derdi.

Ermeni farklı mıydı? Onlara da boynuzlu derdi. Geçen hafta internette Hrant’ın yetimhaneden arkadaşı Garabet Orunöz ile yapılmış bir söyleşi buldum. Orunöz, askerliğinde tanıştığı Muşlu arkadaşını anıyor. Bu arkadaşa ben Ermeni’yim demiş; adamcağız şaşırmış. 20 yaşında koca insan, Ermeni’yi boynuzlu sanmakta. Garabet bozmuyor: Benim de vardı da kestirdim boynuzlarımı. Muşlu, bu boynuz meselesini köyündeki Abdullah Hoca’dan öğrenmiş. Garabet, söz konusu hocanın babasının, dedesinin adını soruyor. Dedesi Heçik. Bildiğiniz Haçik yani. Hoca’nın dedesi Ermeni! Yıllarca Kürt kuyruklu, Ermeni boynuzlu; böylece yaşayıp gitmişiz işte.

Bir dostum, hikâyeyi doğrularcasına 60’larda kimilerinin Kürt denen ademoğlunu kuyruklu sandığını anlatmıştı. Aynı dostum, John Berger ile bir konuşmasında Kürtlerin özerkliğine dair, onların Türkiye’den ayrılmasını istemem demiş de şaşırmış Berger. Sormuş: Neden ayrılmasınlar, kendi kaderini tayin edemez mi halklar? Cevap: Eder tabii, eder de onların bu memleketin taşında toprağında en az benim kadar hakkı var. En az ben kadar, ailem kadar buranın insanı onlar da... Öyle ya, mesela yerinden yurdundan edilen bunca insanın, kaçınızın oturduğu evde alın teri var düşünün. Kürt istilası başlığı atan Türk Solu’nu; sanki kendisi bin yıllık oralıymış gibi İzmir’de DTP konvoyu taşlayan kızı hatırlıyorum da... Baskın Oran bu kız hakkında nefis bir yazı yazmıştı.

Baskın Oran’ı anlatacaktım, uzattım. Hoca’yı Kenan Evren’in Yazılmamış Anıları ile tanımıştım. Bir klasiktir. Enişte Gözüyle Bodrum’u okumak, yaz akşamları cin tonik içmek gibiydi. Nerde O Eski Mapusaneler’i bulamadım, halen merak ederim. Hoca’nın, Türkiye’ye mozaik diyenlere “ne mozayığı, mermer mermer” şeklinde cevap veren parti başkanına, “Fakülteden atıldığım dönemlerde inşaatçılık da yaptım, mozaik en dayanıklı yapı malzemesidir; en kırılganı da mermer dir," şeklinde verdiği cevabı unutmam. Azınlık Raporu olayındaki karşı iddiası nefisti, savcı ben olsaydım istifa ederdim. Bu ülkede görevini yapmayana ceza verilmediğini bilirim fakat görevini yapana ceza verilmesi ilginç değil mi, diye sormuştu Oran.

İletişim Yayınları da görevini yaparak Baskın Hoca’nın on yedi yıldır Kürtler üzerine yazdıklarını, Türkiyeli Kürtler Üzerine Yazılar başlığı altında yayımladı. Kitap, Türkiye’deki azınlıklar sorunu hakkında en yetkin isimlerden olan Oran’ın Aydınlık, Agos, Radikal gibi çeşitli gazete dergilerde konuyla ilgili yazdıklarından oluşuyor. Malum, Türkiye’nin en ciddi meselelerinden biri PKK, diğeri de Kürtlerdir. Öyle olmasa, demokratik anayasa uzmanı Akp’nin döneminde, hem de Kürt açılımı yapılmışken, bu mevzudan 17 yıl hapis yatan İsmail Beşikçi’ye neden bir cümlesi yüzünden 8,5 yıl daha istensin.

Kitabı yayıma hazırlayan Ülkü Özen ve editör Kıvanç Koçak, yazıların yazıldığı dönemde gündemde olan gazete haberlerini de derleyip toparlayarak Kürt meselesi hakkında nefis bir arşiv yaratmış. Bu kupürlerde neler yok ki; başka bir ülkede yaşansa kim bilir kaç hükümet devirecek olaylar, Türkiye’de nasıl da sessiz sedasız silinip gitmiş.

Kürt kelimesini kullananlara verilen cezalardan, tilili çekenlerin terörist sayılmasına; DEP’lileri köpeğiyle kıyaslayan savcılardan, kocamı şehit saymıyorum diyerek resmi ideolojiyi hayrete düşüren asker eşi Tomris Özden’e; koruculara, Jitem’e, DGM’ye, bizi bu hallere koyan OHAL’lere, Kürtler var ama halk değildir diyen kimi bürokratlara bir dolu şey. Göz açıp kapayıncıya geçen 90’lar, belki de en karanlık yıllarıymış memleketin.

Kitabı okurken memleketçe yaşadıklarımızı daha net görüyorsunuz. Vardığımız yerin kötülüğü bunca ortadayken bir avuç insan, yıllardır bağıra çağıra uyarmış hepimizi. Üzülüyorsunuz.

Yazılarda Hoca’nın sık sık andığı bir Yaşar Kemal alıntısıyla bitirelim. Usta, “Kürtlere kültürel hakları verilirse bağımsızlık isterler,” diyenlere “Vermezlerse istemezler mi?” diye sorarmış. İsterler mi, istemezler mi bilemem ama bu ülkede bu iş üzerinden 30 yıldır basiretsizce üretile(meye)n politikaları, yaşana(maya)nları görmek için “meraklısına” yazılmış nefis bir kitap bu. Tavsiye olunur!

Bu arada Ankara Edebiyatı yazılarıma Haluk Aker ağabey Yordam’ı, Seçilmiş Hikayeleri, Devinim’i, Nezihe Meriç ile Vüsat Bener’i ekledi ki atlamışız. Zira bu yazılar, arkadaşım Oktay Uludağ’ın hazırladığı bir sektör dergisinin kültür bölümüne birkaç yıl evvelden yazılmıştı. O dönem gözden kaçırmışım. Bir de söz konusu yazılarda İlhan Berk’in kapı kapı dolaşıp “usta şair İlhan Berk burada mı oturuyor” sorusuna Seyhan Erözçelik’ten bir tepki geldi. Meğer o olay öyle değilmiş. Berk, öyle şey yapmamış hiç. Öyle der Erözçelik, meraklısı konuyu biraz daha araştırsın derim. İyi pazarlar!

(Kaynak: BİRGün)