Sonun başlangıcında yaşanan iç hesaplaşmalar
Cuma Boynukara'nın yazdığı 'Yoksun' adlı oyun, Alev Kerimoğlu'nun rejisiyle İzmir Devlet Tiyatrosu tarafından bu akşam ilk kez sahnelenecek.
Ayça Tezer
Cumhuriyet- İzmir Devlet Tiyatrosu,Cuma Boynukara'nın 'Yoksun' adlı oyununu seyirciyle buluşturuyor. Bu akşam saat 20.30'da Karşıyaka Oda Tiyatrosu'nda ilk kez sahnelenecek olan oyun, Güney Afrika'lı fotoğrafçı Kevin Carter'ın çektiği o ünlü 'Sudan'lı Kız ve Akbaba' fotografı ile Pulitzer ödülünü almasından iki ay sonra yaşamına son verdiği günün hemen öncesinde geçen sert bir hesaplaşmanın öyküsü. Alev Kerimoğlu'nun sahneye koyduğu 'Yoksun'un dekor ve giysi tasarımı Hakan Dündar'a, ışık tasarımı Kemal Gürgün'e, görsel tasarım ve uygulaması Abdullah Uyan ve Atakan Şatıroğlu'na, ses tasarımı ve müziği Alper Maral'a, enstalasyon tasarım uygulaması Remziye Altıntaş'a ait. Oyunda Hakan Özgömeç, Süreyya Kilimci İdiz, Şenay Ünsal ve Hacer Sınadım rol alıyor.
Yoksun'un otobiyografik ipuçları taşısa da öz yaşam öyküsü olmadığına dikkat çeken yönetmen Alev Kerimoğlu, "Kevin Carter'la ilgili belgelerden yola çıkılmış ama örgü, esas olarak yazarın imgelemiyle kurgulanmış oyun kişileriyle Carter arasında gelişiyor: Bir çatışmada vurulup ölen Dan'in (Güney Afrikalı foto muhabiri, Ken Oosterbroek), Dan'in dul eşi Mona (Monica), Carter'ın ayrıldığı sevgilisi Bethy ve Mona'nın ev arkadaşı Angel. Kadroyu oluştururken, Angel karşımdaki ilk engeldi aslında. Yazar bu oyun kişisini siyahi olarak tanımlamış. Angel, Tanrı'nın sözcülüğünü üstlenmiş, Kevin'ın son gecesinde Tanrı ile hesaplaşmasında hedef aldığı kişi. Irk ayrımının en azgın yıllarına tanık olduğu ilk gençlik yılları ve Bang Bang Kulübü sürecinin de sorgulandığı gecede Kevin'in karşısındaki kişinin siyahi olması yazarın seçtiği ve benim de inandığım bir paradoks. Siyahi bir kadın oyuncu bulmak, olmazsa olmazların başında geldi benim için. Onu bulmak ise neredeyse yeni bir oyunun konusu oldu. Epey bir maceradan sonra bulduk, Angel'ı..." diyor.
Yoksun'un zor bir metin olduğunun altını çizen Kerimoğlu, "Carter, ağır bir depresyon içinde sürekli alkol ve uyuşturucu alıyor ve yaşamının çeşitli bölümlerini ordan oraya atlayarak anlatıyor. Neredeyse her cümlede başka bir anının izleği... Keskin akıl zıplamaları, bulanmalar... Oyuncu için de reji için de engebeleri çoktu. Boynukara'nın kurguladığı ruhsal labirentlerin içinde kaybolmadan ilerleyebilmek keyifli ama bir o kadar da zorlu bir süreç oldu" diye anlatıyor oyunu sahnelerken karşılaştığı zorlukları. Bu oyunun bu zorlu engebelerini oyunun yazarı Cuma Boynukara'nın da yardımlarıyla aştıklarına değinen Kerimoğlu, yeni oyununu bitirme ya da bir başka yeni oyuna başlama derdinde olan Boynukara'yı yeniden Yoksun'un sularına çekmenin zor olduğunu belirtiyor ve ekliyor:"Pek kısa süren görüşmelerimizde, birbirimizin damarına basa basa tartıştığımız da oldu. Oyunu seçmedeki amacımla, Boynukara'nın oyunu yazmadaki amacı uzlaşıyordu. Ama Boynukara'nın oyunu yazmada kullandığı tiyatro tekniği ve anlatımı ile kavgalıydım. Aslında bu, genellikle bütün metinler için geçerli, Yazarla didişiyorsunuz. Onun ne demek istediğini anlamaya, onunkiyle birlikte kendi söyleminizi de anlatmaya çabalarken, yanınızda olsa da olmasa da yazarla tartışıyorsunuz". Yazarın betimlediğinin sert bir hesaplaşma olduğunu söyleyen Alev Kerimoğlu, ölüme giden bu hesaplaşmanın ana eksenini Tanrı'nın oluşturduğunu belirterek sözlerini şöyle sürdürüyor:"Boynukara, Kevin Carter'ın tanrı ile hesaplaşmasında, kutsal kitaplardan alıntıladığı bölümlerden yararlanmış. Carter, Yakub'la Esav kardeşlerin hikayesinden başlayıp, eski ve yeni Ahit'in çeşitli bölümlerinden cümlelerle sürdürüyor kavgasını. Seyirciye hayli uzak bu kaynakların aktarılabilmesi bir başka güçlüktü. Diğer yandan, tanrının adaletli ya da adaletsiz olmasını sorguladığımız dünyayı, sistemi belirleyen bir unsurmuş gibi algılanmasından kaçınmamız gerektiğini düşündük. Çünkü 'tümüyle iyi, iyi bir dünyada olur.' Metinde altını çizmek için seçtiğimiz cümlelerde Boynukara ile buluştuğumuza inanıyorum. Cuma Boynukara oyunlarında her ne kadar parantezleri (sahne tarifleri) fazla kullanmasa da, bu oyunda temel sahneleme biçimi önermiş. Önermeden de öte, öyle yazmış. Kevin Carter'ın çektiği o ünlü fotoğrafın, Mona'nın evinde bir duvarda asılı olması, fotoğrafın seyirci karşısına çıktığı andan sonra da oyun kişilerinin fotoğraftaki akbabayla özdeşleşerek konumlanmasını tariflemiş".
Kevin Carter'ın çektiği Sudan fotoğrafının diğer fotoğrafların içerdiği dehşetin yanında aslında pek masum kaldığını düşünüyor Alev Kerimoğlu. O ünlü kareyi "doğanın acımasız yasasının karşısına çıkardığı trajik bir rastlantı, akıl almaz bir an, neredeyse sanatsal bir kompozisyon" olarak niteleyen Kerimoğlu, ardından gelen ödülün ise sonun başlangıcı olduğunu dile getiriyor ve ekliyor: "Bir fotoğrafçı olarak kendini sorguladığında, işini yapmak zorunda olmak gibi sade bir cümle kursa da, 'o soruya' cevap bulmakta zorlanıyor: 'o çocuğa ne oldu?', 'fotoğraf çekeceğine, bir adım atabilirdin!' Gerek Kevin Carter'ın gerekse pek çok başka foto muhabirinin söyleşilerini okuduk. Onların görev sorumluluğunun ötesinde bir misyon yüklendiklerini düşünüyorum. İnsanlar bu kareleri görürlerse, bir şeyler değişir umudu, çektikleri fotoğrafların alt yazısı gibi. Beri yandan çektikleri o karelerle para kazanmaları, ödül almaları, ünlenmeleri ise yaman bir çelişki. Bakılması bile zor olan diğer dehşet karelerini bire bir yaşamanın travması, Carter'ın hayatında çok daha güçlü bir etki bırakmış olmalı. Güney Afrika'yı ırkçılığı, içlerine işlemiş ayrımcılığı, iç savaşı, vahşeti görmezden gelerek, Kevin Carter'ın intiharını açıklamak mümkün değil. Bu nedenle o dünyayı da kapsayan yeni bir görsel önerme bulmak ve Carter'ı o dünyada görmek zorunda hissettik kendimizi. Kevin Carter'ın seçimine onay verir ya da vermezsiniz. Ama çaresizlik içinde, dünyaya ölümleriyle seslenmiş insanların, sözlerine kulak vermeden edemezsiniz."
(Kaynak: Cumhuriyet)