10 Nisan 2010 Cumartesi

Eleni ve Gül'ü oynadıkları kumbaracı50'nin kirasını bile Hollandalıların verdiği RAST, olgun bir oyunculuğa sahip olsa da, devrimci bir tiyatro değil!

"İzlenim

[1] Bir durum veya olayın duyular yolu ile insan üzerinde bıraktığı etki.

[2] (ruh bilimi) Uyaranların, duyu organları ve ilişkili sinirler üzerindeki etkileri veya belirli bir durumun kişi üzerindeki çözümlenmemiş bütün etkisi."

(Kaynak: Vikisözlük)


***


Hilmi Bulunmaz
10 Nisan 2010


Theater RAST'ın sahnelediği Eleni ve Gül (Eleni en Roos) ile ilgili yazıma başlamadan önce, bu yazının mutlaka ve sadece bir "izlenim yazısı" olacağını, bunun dışında hiçbir iddiam bulunmadığını özellikle belirtmeliyim!


7 Nisan 2010 Çarşamba günü öğle saatlerinde, "Türkiye'nin en saygın ve en yaygın tiyatro dergisi" Yeni Tiyatro'nun Genel Yayın Yönetmeni Erbil Göktaş telefon edip, o akşam kumbaracı50 sahnesinde, Hollandalı tiyatro topluluğu Theater RAST'ın bir oyununa davetli olduğunu ve benim de, kendisiyle birlikte bu topluluğun oyununu izlememin "yararlı" olacağını dile getirdi. Ben de, hiç düşünmeden, tamamen bir tiyatrocu refleksiyle, hemen "Tamam!" dedim.

Uzun zamandır adlarını duyup neler yaptıklarını bildiğim RAST'ın, şimdiye dek herhangi bir oyununu izlememiştim. RAST'ın hiçbir oyununu izlemememe karşın, bu tiyatronun, "Hollanda Hükümeti destekli bir topluluk" olduğu konusunda duyum alıyordum. Türkiye'de Kültür Bakanlığı çanağı yalayanlarla uğraşmakta zorlanırken, bir de ülke dışındaki toplulukların nerelerden "beslendikleri" konusunda bir araştırma yapıp, onlarla uğraşma sürecine girme isteği içerisinde değildim.

Her ne denli "çok uluslu bir tiyatro" olsa da, RAST hakkındaki izlenimim; çalışmalarını, Türkiyeli tiyatrocuların önderliğinde yürüttüğü yönünde. Böyle bir izlenim edinmemin nedeni, Şaban Ol ve Celil Toksöz'ün adlarına sıkça rastlamamdır. "Hollanda Tiyatrosu" denildiğinde, her zaman için, öncelikle Ol ve Toksöz usuma geliyor.

Neyse...

LİNÇ KAMPANYASI için kaz adımıyla yürüyerek imza veren Altıdan Sonra Tiyatro'nun "otağı" bir mekân olan kumbaracı50 sahnesinde oynanacağını bildiğimden, adımlarım geri geri gitse de, hem Erbil'e verdiğim söz ve hem de RAST'ın hiç olmazsa bir oyununu izleme isteğimin ağırlığı altında ezilip kendimi Tünel'e attım. kumbaracı50'nin bulunduğu sokağa girdiğimde, bir apartman kapısının önünde "sigara nöbeti" tutan birine rastladım.

Ve ardından, "sigara nöbeti" tutan delikanlıyla şöyle bir diyalog gelişti aramızda:

- Tiyatro bu binada mı?
- I don't speak Turkish? (Türkçe bilmiyorum.)
- Where is theatre? (Tiyatro nerede?)
- Upstairs. (Yukarıda.)
- Where are from? (Nerelisin?)
- I'm from Holland! (Hollandalıyım!)
- Do you know theater RAST? (Tiyatro RAST'ı biliyor musun?)
- Yes, I work in RAST! (Evet, ben RAST'ta çalışıyorum!)

İngilizce bilmesine karşın, benim kırık dökük konuşmama asla müdahale etmeyen oğluma, yukarı çıkarken, neden bana yardımcı olmadığı konusunda serzenişte bulundum. O da, "Senin pratik yapmanı bekledim!" dedi.

LİNÇÇİ Altıdan Sonra Tiyatro'nun mekânı kumbaracı50'nin "bekleme salonu"na çıkar çıkmaz, tıpkı bu salonun duvarları gibi içime bir karanlık çöktü. İçerisine insan sıcaklığı sinmeyen bu mekân, insanı sarıp sarmalamak yerine, âdeta cehennem havasına sokuyor.

İnsan sıcaklığına uzak bu karanlık ortama adım atar atmaz, "Genel Koordinatör LİNÇÇİ Nilgün Kurt" olduğunu sandığım bir hanım; "Buyrun, yardımcı olabilir miyim?" deyip "gişe"ye doğru yöneldi. Ben de, Erbil Göktaş'ın "davetlisi" olduğumuzu, dolayısıyla, zâten kendisi de bir "davetli" olan kişinin "davetlisi" olarak bize yardımcı olmasının pek olası olamayacağını dile getirdim. Tiyatroya, oğlumla birlikte gittiğimiz için, "Genel Koordinatör LİNÇÇİ Nilgün Kurt" olduğunu sandığım hanım, sanırım bu durumu biraz garipsedi yada bana öyle geldi. Oğlumun oyunu izlemeyeceğini, sadece benim izleyeceğimi belirtince, yine sanırım, kadının yüzünde hafif bir yumuşama oluştu.

Neyse...

Her zaman yaptığı gibi, Erbil, yine "biraz geç" geldi ve ben, durumu hemen kendisine anlattım. Erbil kolları sıvayıp üzerinde elle yazılmış "DAVETİYE" sözcüğünü içeren ve "beş çarpı beş" boyutundaki karton parçasını elime tutuşturdu. Ve hemen ardından; "Haydi bir kahve ısmarlarsın artık!" dedi.

Birkaç "Hollandalı"yla tanıştıktan sonra, etrafa göz gezdirmeye başladım. Seyrek de olsa LİNÇ KAMPANYATÖRLERİ gözüme çarpmaya başladı. Özellikle LİNÇÇİ Mehmet Ergen, çevresine "ışık saçarak" ve kallavi adımlarla "bekleme salonu"ndaki yerini aldı.

Neyse...

"Oyunumuz başlıyooor!" anonsundan sonra, salona girdik. Bir tiyatro salonundan çok, Kültür Bakanlığı çanağı yalama isteğiyle oluşturulmuş derme çatma bir yere girince, burada gerçek anlamda hiçbir oyun oynanamayacağını, estetik bilinç geliştirecek bir oyun izlenemeyeceğini hemen duyumsadım. Bu izlenimim sonrası, RAST'ın durumunun hiç de iç açıcı olamayacağını tahmin ettim.

Ve...

Tahminim doğru çıktı. Allah'tan oyuncular sağlam bir oyun sundular da, oyun metninin ve yönetimin zayıflığının yanı sıra, salonun insanî olandan uzaklığını unutturdular. Surinam ve Antil Adaları'ndan göç eden iki oyuncunun ustalığı yüreğime su serpti. Tiyatro sanatının, öncelikle bir "oyunculuk işi" olduğunu yeniden anımsamamıza yardımcı olan bu iki oyuncu, zayıf bir metni bile yüksek bir düzleme taşımayı becerebildiler.

Sınıfsal sorunların birincilleştirilmesinden çok, ikincil sorunları gündem yapan "öteki" tiyatro örneği Eleni ve Gül, oyuncuların çok istekli olmalarına karşın, Türkiye tiyatro izleyicisine önemli bir izlek sunamıyor. Tarihe, "6-7 Eylül Olayları" olarak çentik atmış ve 1955 yılında vuku bulan, başta Rumlar olmak üzere, azınlıklara yönelik tahrip ve yağma hareketini konu almış bu oyun, izlek olarak hiçimsenecek bir durumda olmasa da, günümüz gerçekliğine "biraz uzak" kaldığı için, izleyiciyi kavramakta oldukça zorlanıyor. Bu arada, LİNÇÇİLERİN egemenliğindeki kumbaracı50'ye ait salonun insan sıcaklığından uzak oluşu ve sadece iki oyuncunun görev aldığı oyunun Hollanda dilinde sunulması da birer dezavantaj. Ancak oyunun, "üst yazı" ile Türkçeleştirilmesi, gayet rahat anlaşılmasını sağlıyor.

Neyse...

Oyunun tüm olumsuzluklarına karşın, oyuncuların tamamıyla "profesyonel" bir mantıkla oynamaları, yüreğimizde biriken tiyatral nasırları yumuşatmayı sağlayabildi. Tiyatro sanatının birincil işi oyunculuğa gerektiği denli önem verdikleri için RAST'ı kutluyor, "işlerinde" başarılar diliyorum...