Sırrı Süreyya Önder'in senaryosunu yazıp, Muharrem Gülmez'le birlikte yönettiği Beynelmilel filmini izlediğimde beğenmemiştim. Ancak, hem işlerimin çok yoğun olması ve hem de "sinema sanatı"na uzaklığım nedeniyle, bu filmle ilgili olarak bir değerlendirme yazısı yazma gereği duymamıştım. Filmi o denli beğenmemiştim ki, filmin senaristi ve yönetmenlerinin yaşamını bile merak etmemiştim. Ancak, Beynelmilel filminin senaristi ve yönetmenlerinden Sırrı Süreyya Önder'le ilgili olarak yapılan haberi, dünkü Milliyet gazetesinin Internet sitesinde görür görmez okuyup, hemen aşağıya aktardım.
Daha önceki bir yazımda da belirtiğim gibi (Bakınız: Yeni bir dünya için "Yeni Tiyatro Toplantıları") pazartesi günleri Internetsiz bir ortamda bulunmam nedeniyle, haftanın bu ilk günü sitemizi güncelleştirmekte oldukça zorlanıyorum. Dün biriken yazı ve haberlerin verdiği gerilim sonucu yorumsuz sunduğum aşağıdaki yazıya, bugün, az da olsa, bir iki fırça darbesiyle yorum katmak istiyorum.
Öncelikle, 12 Eylül Faşizmi koşullarının ele alındığı haberin başlığına değinmekte yarar var: "Bizi çırılçıplak soyup sabaha kadar dövdüler!" O koşullarda hemen hemen herkesi, "çırılçıplak soyup sabaha kadar dövdüler!" Bu nedenle, "Bizi çırılçıplak soyup sabaha kadar dövdüler!" tümcesinin başlığa çekilmesini anlamakta zorluk çekiyorum. Malumunuz, "bir köpek bir insanı ısırdığında haber olmaz, bir insan bir köpeği ısırdığında haber olur".
Bir insan, herhangi bir konuda "kendisini" anlatabilir. Bu durum, "olağan bir insan" için son derecede doğal bir hak olarak görünür. Ancak, bir sanatçı, yani "olağan olmayan bir insan", sadece kendini anlatmaz, anlatamaz, anlatmamalı. Sanatçı, "olağan insanların" da hayatını anlatır. Zâten sanatçı olamanın ölçütlerinden biri de budur. Ben böyle düşünüyorum. Sanatçı, sadece kendisinin ön plana çıkmasına yarayan bir habere malzeme olmaz, olamaz, olmamalı. Tabii ki bunu söylerken, Sırrı Süleyman Önder'in verdiği mücadele sonucu çektiği acıları hiçimsediğim sanılmasın. Hattâ tam tersi, Önder'in verdiği mücadele sonucu çektiği acıların daha fazla gündemde tutulmasını arzu ediyorum. Benim itirazım, yazının başlığına bir "dam üstünde saksağan" gibi yerleştirilen "Bizi çırılçıplak soyup sabaha kadar kadar dövdüler!" sözleri. Yineliyorum, bence "olağan insanlara", yani bütün bir halka çektirilen acının başlığa çekilmesi gerekirdi.
Bir de yazının içerisinde bulunan; "Ama ya masum olanlar?" sözlerini çok önemsedim. Bu tümceyi, bir kez daha yinelemek pahasına, bir önceki tümceyle birlikte yeniden yazalım: "Hadi ben örgütlü bir sosyalisttim, beni ellerine geçirmişler, ellerinden geleni artlarına koymayacaklar tabii. Ama ya masum olanlar?" "Örgütlü bir sosyalist" masum değil midir? İnsan doğasına aykırı bir sistem olan kapitalizmi alt etmek için mücadele eden sosyalistler masum değiller mi? İnsanı iliğine dek sömüren sisteme kafa tutanlar, bana göre en masum kişilerdir. Bence, sosyalistler ve/ya sosyalistleri destekleyenler sonuna dek masumdur. Sosyalist olmayanlar ve/ya sosyalistleri desteklemeyenler, yine bence, asla masum değillerdir.
Sırrı Süleyman Önder'in niyetinin, sadece kendisini anlatmak olmadığını, 12 Eylül Faşizmi'ni küçümseyen başlığa yol vermediğini tahmin ediyorum. Önder, sanırım, yüreğinin önemli bir yerinde hâlâ sosyalizme ve sosyalizmin iktidara taşıyacağı "olağan insanlara" önemli bir yer veriyordur. Ancak ben, niyete ve/ya yüreğe değil, yazılanlara bakarak yorum yapıyorum.
"Cezaevi yıllarından bahsetmenin kendisini utandırdığını söyleyen ünlü yönetmen sözlerine şöyle devam etti: (...) Ben şimdi 7 yıl hapis yattım dersem bu çok ayıp." Önder'den bu kez özür dileyerek, şunu söylemek istiyorum: Cezaevi aylarından bahsetmekten ben çok hoşnutum. "Ben şimdi 57 gün hapis yattım dersem bu çok ayıp" olmuyor. Çünkü, sanatçıların etki alanı geniştir. Sanatçıları, yüzlerce, binlerce, belki milyonlarca insan "dinler". Sanatçılar, 12 Eylül Faşizmi sürecinde acı çekmişlerse -ki çekmemiş olsalar bile- bu dönemin acılarını her fırsatta gündeme getirmelidir. Gündemde tutulan faşizm, kitleler üzerinde kötücül duygular değil, devrimci duygular oluşturur. Ben böyle düşünüyorum. Ben böyle düşündüğüm için böyle yapıyorum. Herkesin benim gibi düşünmesini bekleyemem. Ancak...
Milliyet'teki haberi okuyunuz. (HB)
***
"Bizi çırılçıplak soyup sabaha kadar dövdüler!"
Beynelmilel'in yönetmeni Sırrı Süreyya Önder, kendi "12 Eylül"ünü anlattı...
Balçiçek Pamir'le Söz Sende'nin konuğu olan senarist ve yönetmen Sırrı Süreyya Önder'di. İlk kez lise öğrencisiyken Maraş katliamını protesto etmek için cezaevine giren Sırrı Süreyya Önder 12 Eylül'de Mamak Askeri Cezaevi'nde yaşadığı tüyler ürpertici olayı ilk kez anlattı: "38-40 gün kadar bir açlık grevimiz olmuştu cezaevindeyken. Bunun 28. gününde bir gün sabaha karşı askerler bizi avluya çıkarıp çırılçıplak soyarak sabaha kadar öldüresiye dövdüler. Bunu yapanların ömürleri boyunca her gece yatağa yattıklarında vicdanlarına hesap vermelerini diliyorum. Hadi ben örgütlü bir sosyalisttim, beni ellerine geçirmişler, ellerinden geleni artlarına koymayacaklar tabii. Ama ya masum olanlar?"
Annesinin de aynı cezaevinde kendisini görmeye geldiğinde askerler tarafından dövüldüğünü söyleyen Sırrı Süreyya Önder hapisteyken girdiği açlık grevini anlatırken annesinin gülümseten bir sitemini de söylemeden geçemedi: "Annem bana hep sitem etti. 'Eh be oğlum bu kavatlar için 40 gün aç gezdin, Allah rızası için bir gün oruç tutmadın' diye."
Cezaevi yıllarından bahsetmenin kendisini utandırdığını söyleyen ünlü yönetmen sözlerine şöyle devam etti: "Bu ülkede cezaevlerinde insanlara dışkılarını yedirdiler, çocukların yaşlarını büyütüp astılar. Ben şimdi 7 yıl hapis yattım dersem bu çok ayıp."
Önder ayrıca hapisten çıktıktan sonra çok uzun süre zorluk çektiğini de anlattı: "Devletin en iyi yaptığı iş sicil tutmaktır. Beni bırakın benim yedi göbekten akrabam devlet dairesinde iş bulamadı yıllarca."
Balçiçek Pamir’in "Hiç ümidinizi kaybettiniz mi?" sorusuna da Önder şöyle cevap verdi: "Niye ümitsiz olayım? Faşizmin varolma sebebi budur zaten."
"Bu necip Türk milleti evinden çıkaramadığı kiracısından, sinir olduğu ev sahibine, kin tuttuğu komşusundan gıcık olduğu amirine kadar herkesi ihbar etti.. Bugün demokrasi havarisi kesilenlerden bazıları dün demokratik aydınları devlete ihbar etmekle meşguldüler."
Evinde 8 bin kitabı bulunan Sırrı Süreyya Önder evine kitapları yüzünden sığamadığını söyleyerek okumanın hayatına nasıl girdiğini şöyle anlattı: "Benim dayım önemli bir Nur şakirdi idi babam da şehrin tek komünistiydi. Yani annemin ailesi şehrin tek komünistine kızlarını vermişti. Babam ölünce dayılarım bana çok kol kanat gerdiler. Çok katıldım okumalara. Babamdan tek miras kalan şey kitaplarıydı. Kitapların sunduğu olanağı da böyle tanıdım. Tek yönlü beslenme zihinsel anlamda çok sıkıntılıdır. Sonradan okuya okuya Marksizme doğru yol aldım."
(Habertürk)
(Kaynak: Milliyet)