7 Eylül 2009 Pazartesi

Coşkun Büktel
7 Eylül 2009


YÖNTEMBİLİM


İftiracı bir vandalı, "belge soğukluğundan" ya da yazısındaki dezenformatif unsurlardan nasıl tanıyabilirsiniz?


1. Vandallar insanları suçlar, ama suçlamalarını belgelemeye, belgelerin kaynaklarını belirtmeye, kaynakların "orijinal" sayfasına link vermeye yanaşmazlar,

ya da sırf belge gösteriyormuş gibi görünmek için, okurlara hiç fark ettirmeden, konuyu alakasız bir yöne saptırarak, alakasız bir belge gösterirler.

Uygulamalı eğitim amacıyla bizim uydurduğumuz belge soğukluğundan malul birinci iftira örneği:

Fotoğraflarında takdim edildiğinin tersine, gerçekte kıvırcık saçlı kapkara bir zenci olduğu bilimsel çevrelerce artık kesin kabul görmüş bulunan Atatürk'ü, altın saçlı, beyaz bir Türk olarak takdim etmek, yaklaşık 80 yıldır, milliyetçi Cumhuriyet ideolojisinin en temel dezenformatif uygulamalarından biri olagelmiştir. Cumhuriyet hükümetlerinin, Selanik doğumlu olmasını Mustafa Kemal'in zenci olamayacağının bir kanıtı gibi sunarak, kitleleri yanıltmakta son yıllara dek fevkalade başarılı olduğunu kabul etmek, gerçekçi bir yaklaşım olacaktır. Ne var ki, Selanik'e ilişkin son yıllarda yapılan daha derin bazı bilimsel araştırmaların (19. Yüzyıl'ın ikinci yarısındaki) Selanik'te, zenci nüfusun %3,16 oranına ulaştığını hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak bir kesinlikle belgelediği; bilim çevrelerinde artık daha fazla görmezden gelinmesi mümkün olmayan bir olgu haline gelmiştir. Cumhuriyet hükümetlerince yaklaşık 80 yıldır sürdürülen "Mustafa Kemal'in zenci kökenini inkar" politikasının iflasını ilan eden bu somut olgu ve bulguların belgelerini, Hristo Kanavice'nin 2003 yılında Sofya, Newyork ve Londra'da eşzamanlı olarak ve İngilizce yayınlanan "Thessaloniki, Today and Yeterday" adlı kitabında açık ve net olarak görmek kolayca mümkündür (Sayfa 43).

Belge soğukluğundan malul birinci örneğimizin analizi:

Varsayalım ki, Hristo Kanavice diye bir yazar ve onun "Thessaloniki, Today and Yeterday" adlı bir kitabı gerçekten mevcut ve bu kitabın 43'üncü sayfasında, Mustafa Kemal'in doğduğu dönemin Selanik'inde, zenci nüfusun %3,16 oranına ulaştığı gerçekten belgelenmiş olsun. Peki ama bu belge Atatürk'ün kapkara bir zenci olduğunu kanıtlamaya yeter mi? Kel alaka, di mi? Ama vandal iftiracı bunu öylesine sakin, ciddi, güvenilir hatta "bürokratik" bir edayla ve üstelik bir de "belge göstererek" söylüyor ki, vandal iftiracının görmezden gelerek gözünüzden ve hafızanızdan kaçırdığı (Atatürk'ün zenci olamayacağına ilişkin) binlerce karşı kanıt aklınıza bile gelmiyor; vandal iftiracının, sakin ve kendinden emin anlatımındaki edaya kapıldığınız için, anlatılan içerikin ne kadar gülünç biçimde saçma ve gösterilen "belgenin" ne kadar gülünç biçimde "alakasız" olduğunu algılamanız kolay olmuyor. Hatta konuya yabancı kişiler için imkansız bile oluyor. Vandalların bu iftira yöntemini sıradan okurlar için bile görünür, anlaşılır ve kolayca teşhis edilir kılmak için, bu yazıda, okurların çok iyi bildiği Atatürk örneğini özellikle seçtim. Bu iftira yöntemi, Atatürk'ü değil de çok daha az tanınan insanları (ya da örneğin bir kitabı) karalamak için kullanıldığında, sıradan okurları yanıltmanın ne kadar daha kolay olacağını varın siz hesaplayın!

2. Vandal iftiracıyı tanımanın en sağlam yöntemi, onun sansürcü karakterini fark etmektir. Vandallar, suçladığı şahısların suçladığı yazı ve sözlerini okurlara göstermeye yanaşmaz. Karşı tarafın görüşlerini "tırnak içinde" direkt olarak, kaynak belirterek ve hele hele kaynağın "orijinal sayfasına" link vererek okurlara aktarmak, vandal iftiracıların asla tercihi olmaz. Vandallar, karşı tarafın görüşlerini, okurlara, kendi yorumlarıyla, kendi çıkarlarına uygun biçimde özetleyerek ve kanıt ya da belgeye asla gerek görmeyerek aktarır ve sırf o kasıtlı aktarımlara dayanarak karşı tarafı suçlu ilan ederler.

Uygulamalı eğitim amacıyla bizim uydurduğumuz belge soğukluğundan malul 2. iftira örneği:

İşçi sınıfını zincirlerinden başka şeye layık görmediğini açıkça söylemiş olan Karl Marks'ın, işçi sınıfını desteklediğini ve yücelttiğini iddia etmek, şüphesiz ki, pozitif bilimlerin ve aklın sınırları içinde izahı mümkün bir edim değildir. Marx ne diyor işçilere? Kaybedecek daha değerli başka şeyiniz olmadığına göre, patrona sadakatinizi temsil eden zincirlerinize sahip çıkınız ve zincirlerinizi kaybetmeyiniz, çünkü onlardan başka kaybedecek şeyiniz yok, diyor. İşçi sınıfını zincirlere yakıştıran ve zincirsiz düşünemeyen Karl Marx'ın komünizmi, işçi sınıfına zincirlerini kaybetmeyip korumak dışında hiçbir şey vadetmiyor... Bu durumda Karl Marx'ın zincirli, sadık bir köle olarak tasarımladığı işçi sınıfına "Komünist Manifesto"yu okumayı tavsiye etmek, işçi sınıfına karşı işlenmiş en büyük ihanet suçu olmuyor mu? Öyleyse, bazı naif zekâların bildiğinin tersine, Marx'ın tarihte görülmüş en kararlı işçi düşmanı olduğunu söylemek, işçi sınıfına borçlu olduğumuz bilinçlendirme görevimizin ve yurtsever devrimci vicdanımızın en önemli gerekliliğidir.


Belge soğukluğundan malul 2. örneğimizin analizi:

Laf, laf, laf!... Hani kanıt? Canım kanıta ne gerek var? Marx'ın işçi sınıfının zincirlerine dair söylediği vecizeyi herkes zaten bilmiyor mu? Bilenler, biliyor; onlar bu dolmayı yutmaz. Ama bilmeyenler ya da yarım yamalak bilenler, Marx'ın aslında ne dediğini iftiracı vandalımızın bu yazısından öğreniyor olabilirler ve o zaman da gerçeğin tam tersini öğrenmiş olurlar. Oysa iftiracı vandalımız Marx'ın ilgili ifadesini gerçek bağlamı içinde ve kaynak göstererek okurlara aktarmış olsa; okurlar, Marx'ın, işçi düşmanı olmak bir yana, dünyanın tüm işçilerini hak mücadelesi vermek için birleşmeye çağıran ve işçilerin zincirlerini sevmesini değil, ancak zincirlerini kırmasını savunan, namuslu bir aydın olduğunu görecekler:

.........."Komünistler görüşleriyle amaçlarını gizlemeye gönül indirmezler (tenezzül etmezler CB). Amaçlarına ancak bugüne dek süregelen tüm toplumsal düzeni devirmekle ulaşılabileceğini açıkça söylerler. Varsın egemen sınıflar kömünist devrim korkusuyla titresin. Proleterlerin zincirlerinden başka yitirecekleri bir şey yok. Kazanacakları bir dünya var. Bütün ülkelerin proleterleri, birleşin!" (Kaynak: Marx ve Engels, "Komünist Manifesto", Almanca/Türkçe paralel baskı. Çeviren, Levent Kavas. Ç Yayınevi, 1998, Ankara. Sayfa 133.)

Yukarıdaki belge, iftiracı vandalların, "tırnak içinde" alıntı yapmayı neden sevmediklerini, önemli ve "alakalı" kaynakları görmezden gelip neden belirtmediklerini ve hele hele o kaynakların orijinal sayfasına link vermeyi neden düşünmediklerini sanırım anlaşılır kılmaya yetiyor. Bunları yaparak iftira atmak mümkün değil ki... O nedenle, kanıtlamak, kaynak belirtmek, ilgili kaynağın orijinal sayfasına link vermek, ancak Büktel ve arkadaşlarının özelliği (iftiracı vandallara göre "takıntısı") olarak kalıyor... İftiracı vandalların bu yöntemleri (işte biz de yapabiliyoruz, diyebilmek için kırk yılda bir göstermelik olarak başvursalar bile) kural olarak benimsemeye asla razı olmadıkları görülüyor.


Demek ki iftiracı vandalları, her şeyden önce belgelere soğuk bakmalarından (belge soğukluğundan) şıp diye teşhis etmemiz mümkün.


3. Vandal iftiracı, karşı tarafın yazısından alıntı yapıyorsa, muhtemelen, cımbızladığı bir ifadeyi anlamından saptırarak kendi çıkarına uygun biçimde yorumlamaya çalışıyordur; karşı tarafın bir yazısının orijinal sayfasına link veriyorsa, muhtemelen, kendince daha zararsız bulduğu alakasız bir yazıya link veriyor ve böylelikle okurlar üstünde adil, demokratik ve bilimsel bir insan imajı yaratmaya çalışıyordur.

.......................DEVAM EDECEĞİZ